[quote='Lucinda Boleyn' pid='15210' dateline='1315931023']
Kalp ritimlerinin hızlandığını hissettiğinde beyaz ölü elleriyle etrafında eski Roma tanrıçalarının oyma resimleri olan vazoya dokundu. Perdelerin arasından ölü bir solgunlukla sızan ışığın altında elindeki vazonun dış yapısı porselenden daha çok bir mozaik yapıyı andırıyor, ufak ışık oyunlarıyla alacalı bir beyaz sunuyordu ortaya. Bir süre vazoyu inceledikten sonra düşürme korkusuyla sıktığı kulpların, parmaklarının her bir boğumunu birden nasıl beyaza çevirdiğini görünce vazoyu aldığı küçük ahşap çekmecenin üzerine koydu. Nereden geldiğini çok anımsamıyordu, tek bildiği bu eski evin içinde varlığını uzun süre sürdürdüğüydü. Neredeyse kendisi kadar… Güzel bir kadındı gözlerinin etrafındaki ince çizgiler sanki hiç var olmamıştı, son günlerin etkisiyle çizilmişti oraya...
Gördüğü manzara, sessizliğin sesi, hissettiği korku sosuyla bulanmış heyecan çorbasından farksız ruh haliyle kendisini farklı diyarlara götüren loş ortamın büyüsüne iyice kapılmıştı. Girdiği evin dışındaki dünyadan soyutlandığının farkında bile değildi. Bambaşka bir dünyaya girişin kapısında olduğundan haberi bile yoktu. Tek hissettiği, tek düşündüğü merağına yenik düşmüş ayaklarının onu götürdüğü yerin içiydi.
Bitmek bilmez kaynağını bilmediği güçlü bir merak güdüsünün esiri olmasının verdiği sahte cesaret ile bir iki küçük adım daha attı. Duraksadı. Mantığı işin içine girmeye başladı. Bir anlık da olsa evin büyüsünden kurtarmıştı ruhunu ve bedenini. Saniyeler ölçülecek kadar kısa bir an olması gerektiği gibi kontol ondaydı. Önünde iki seçenek vardı. Merağını cezbeden bu evi biraz daha inceleyip içindeki güçlü bir kadar sahte ve büyülü merak güdüsünü tatmin ettirmek, diğer seçenek ise tüm bu sahte duyguları paçavra , işe yaramaz mendil gibi kenara fırlatıp mantığının zirvesinde kendisini bu evin dışına atmaktı. Ne yapmalıydı? Ne yapacaktı? Bu birkaç saniyelik fırsatı değerlendirebilecek miydi?
Bir tıkırtı duydu. Bu sessizliğin içine meydan okuyan, bir o kadar da beklenmeyen tıkırtı da neyin nesiydi? Bu tıkırtıyı duyar duymaz korkuyla vücudu irkilme hareketi olarak tepki verdi. Tıkırtıyı duyduğu, daha doğrusu duyduğunu zannettiği yöne baktı. Hiç bir şey göremiyordu. Ortalık loş da olsa çok karanlıktı. Bu loş karanlık gizemli olduğu kadar da korkutucuydu Merak gibi zaaflarına yeteri kadar yenik düşmüştü. Daha fazla zayıflık gösterip ileri gidemezdi. En azından Cassandra böyle düşünüyordu. Böylece mantığının zirvesinde olduğu kısacık bu an da geçmiş oldu. Başladığı noktadaydı tekrar. Aynı merakla devam edecekti yoluna.
Hiç bir şey göremedi. Kalbi güm güm atıyordu. O sessizliğin içinde heyecandan ve korkudan atan kalbinin atış seslerini duymak bile mümkündü. Bu hem güzel hem de bir o kadar da güzel olduğu kadar korkunçtu. Fazla çalışan kalbi aşırı kan pompalıyor, vücut ısısını arttırıyordu. Kulaklarının ısındığını hissetmişti. Kıpkırmıı olmuştu gene.ç Ama bunu göremiyordu. Sadece hissedebiliyordu. Göremese bile yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Elleri hafiften titriyor, karanlığın verdiği loş aydınlıkta gözleri iyice kısılıp yorulmuştu. Başı dönmeye başladı. Ayaklarının git gide güçsüzleştiğini fark etti. İki elinide sımsıkıca kenardaki masaya tutundu. Gözlerini yumdu.
-Ne biçim yer burası? Ne kadar da aptalım. Dedi. Nefes alması git gide güçsüzleşiyordu. Gözleri yaşlanmaya başladı. Burnu uyuşmuştu. Alamadığı koku gaz kokusuydu. Amma ve lakin bu kokuyu alamıyordu. Bu gaz kokusunun nereden geldiğini bilmiyordu. Ama Cassandra‘nın canına fazlasıyla okudu. Kalbi sıkışmaya başladı. Ölüyordu. Gözlerini yumdu. O mücadeleci inatçı kız gitmişti. Ölüm denen şeyi olduğu gibi kabullenmişti. Şaşılacak bir durumdu bu. Cassandra mücadeleyi bırakıyordu. Hiç direnecek gücü kalmamıştı. Ne direnecek? Ne yaşayacak... Yıllar ve acılar Cassandra‘nın hayat enerjisini söndürmüştü. Kendini yere atıp yığıldı. Sanki dünden meraklıydı. KAsten yapmıştı belki de. Karmaşık bir ruh hali vardı.
Bu gitgeller devam ederken gözlerini kapadı. Gözlerini kapar kapamaz şuurunu kaybetmeye başladı. Bir ses duyuyordu. Güçlü ince ve şefkatli bir ses. Cassandra’nın çocukluğu hatırlatan bir sesti bu ses. Bu ses büyük annesi Gabriel’in sesiydi. Çocukluğunun azımsanmayacak kadar büyük bir çoğunluğunu kapsayan büyük annesinin dağ evinde temiz havayla iç içe şefkatli kollarda geçirmişti. Merhumenin sesi kulaklarında yankılanıyordu. Belki de Cassandra’yı tekrar hayata bağlayan sesti bu aynen şöyle diyordu;
-Ölmek için harçadığın çabayı yaşamak için harcamalısın! Hayatta böyle pişersin ve olgunlaşırsın küçüğüm.. Der. Alnında gerçek de olmasa bir öpücük hisseder, sanki büyük annesi eski günlerdeki gibi başını okşuyormuş gibi hissetti.
Bir mucize olmuştu o narin Cassandra’yı deviren gaz kokusu kaybolmuştu. Buna ileride de şimdi de pek anlam veremeyecekti. Bu hayatının bir köşesindeki gizemli olaylardan biri olacaktı. Kendini toparladı. Gözlerini hafif hafif de olsa açmaya başladı. Birkaç başarısız denemeden sonra gözlerini açtı. Gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Evin şöminesi yanıyor, her taraf kandillerle ve şamdanlarla aydınlatılmıştı. Aynı evdi ama başka zaman diliminde uyanmış gibiydi. Ama aynı evdi. Hafızası oldukça kuvvetliydi. Asla karıştırmazdı bunu. Belki de bu güçlü hafızası yüzünden acılarını bir türlü unutamıyor, sürekli kendisine acı çektiriyordu.
Merdivenler, yemek masası, şamdanlar kısacası her şey hem ölü hem de yepyeni duruyordu. Bu olamazdı. Buna bir türlü inanası gelmiyordu. Eskiden olsa mantık örtüsünü başına örtmeden önce ne kadar da çabuk inanırdı. Oldukça zor kabullendi. Ve uyum problemi yaşamaya başladı.
Gözlerini ovuşturdu. Kenardaki koltuğa tutunarak yerinden kalktı. Masanın orada dikkatini Roma Tanrıçalarının oyma resimleri olan vazo çekti. O vazoyu ellemişti. Hatırlıyordu. Ama neden sonra sağlığı bozulmuştu? Hastalıklı mıydı? Bunu bilmiyor, ama yersiz ve zayıf noktası olan merağını bir türlü yenemiyordu. O vazoya doğru iki adım attı. Tereddüt etti. Korkuyordu. Korkusu ve merağı iki azılı düşman gibi cebelleşiyordu. İki duygu tek beden tek zihin... Yaşadığı durum bundan farksızdı.
Tereddütü işe yaramıştı. Dışarıdaki hafif buğulu manzara silüeti dikkatini çekti. 50’lerin Londra’sını andırıyordu. Cama doğru yürüdü. Gördüğü manzaranın kendisine çeken bir havası vardı. Cassandra‘nın gözüne çok güzel ve bambaşka göründü. Ayrı bir dünyanın kapıları açılmış gibi hissediyordu. Çünkü kaçtığı dünyadan fazlasıya uzaklaşmıştı. Ama korkusu bir kat daha arttı. Neredeydi? Nerede ve hangi zamandaydı? Bilmediği bir yerde olmak yetmiyormuş gibi bilmediği bir zamandaydı. Gördüğü bir holagram mıydı? Zamanda yolcuğun mümkün olmayacağını düşünüyordu.
Korkudan elleri titremeye başladı. Kalbi tekrar hızlı hızlı atmaya başladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu sefer panik de yapmıştı. Gözleri tekrar fal taşı gibi açıldı. Ağlamaklı olmuştu yüzü. Çaresiz bir o kadar da korkan ağlamaklı ses tonuyla camları yumruklayarak bağırabildiği kadar bağırdı.
-İmdaaat! Yetişin. Kurtarın beni buradan.. Diye haykırdı. Gözlerini kıstı. Vakit geçmeden ayak sesleri duydu. Korkuyordu. Olduğu yerde tir tir titremeye başladı. Dili tutulmuştu. Demin bağıran kadın gitmiş, dilini yutmuş sessiz , sakin bir kadın gelmişti. Ayak sesleri daha da yaklaşıyordu. Camın önünde hiç bir görüntü yoktu . Kollarından omuzlarına iki el hissetti. Eller erkek eliydi. Biraz büyük ve güçlü oluşundan anlamıştı. Cassandra sanki bu anı beklmediği halde bekliyormuş gibi hiç sesini çıkarmadı. Soğukkanlı gözükmeye başladı. Alışmıştı. İlk defa tanımadığı hatta yüzünü bile görmediği birine bu kadar çabuk alışmıştı.
Madolyonun diğer yüzü gözükmeye başladı. Ama Cassandra bunu bilmiyordu. Arkasındaki erkek bir vampirdi. Ağzını açtı. Dişleri meydandaydı. Fakat Cassandra arkası dönük olduğu için görmüyordu. Büyük bir seri hareketle vampir dişlerini Cassandra ‘nın boynuna geçirdi. Hızlıca kanının emiyordu. Bu süreç fazlasıyla haz yüklü geçiyordu Cassandra için. Cassandra’nın şuuru yavaş yavaş kapanmaya başladı. Tüm sıkıntılarını unutmuştu. Hissettiği acıyı bastıran keyif verici bir haz ömrü hayatında yaşadığı farklı bir deneyimdi. Tek hatırladığı bu tarif edilemez hazdı. Gözlerini açtığında gene o loş karanlık binadaydı. Tek farksa o artık bir vampirdi.
[/quote]