George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Ölüm Yiyen Alımları Çarş. Ara. 16, 2009 3:59 am | |
| Adı-Soyadı : RP Yaşı : Online Süresi : Örnek RP:
Dip not : Ölüm Yiyen olanlar AydınlıkTarafı seçemeyeceği gibi Yoldaşlık Karargahı'nı da göremez.
Başvurular buradan veya Stephen J. Flame'e PM ile yapılacaktır. | |
|
Edaurd Justin Pendragon
Gerçek İsim : Emre Mesaj Sayısı : 74 Kayıt tarihi : 28/08/09 Yaş : 29 Lakap : Ed
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Perş. Ara. 17, 2009 10:20 pm | |
| Profesörlüğe devam edeceğim değil mi? Eğer öyleyse; Adı-Soyadı : Eduard Justin Pendragon RP Yaşı : 28 (meslek seçimlerinde farklı gözüküyor olabilir Umutla konuştum.) Online Süresi : Her akşam burdayım. Net gitmedikçe Örnek RP:
- Spoiler:
Karanlık Cadde
Eddy karanlık bir caddede hızla yürüyordu. Üzerindeki siyah cüppenin arkası hafif havalanıyor, siyah bina duvarlarına sürtüyordu. Cüppeden çıkan ses Eddy’nin kulaklarını rahatsız ediyor, onun daha da hızlanmasına neden oluyordu. Daha sonra asasını eline aldı ve havaya çevirdi. “Aqurainne”
Gök gürledi ve yağmur yağmaya başladı. Karanlık caddenin üzerinde kara bulutlar birikiyordu. Yağmur damlaları ahenk içinde yere iniyor, yere düştüklerinde çıkardıkları ses cüppeden çıkan sesi bastırıyordu. Eddy karşısında bir silüet gördü. Uzun, siyah bir silüet. Yaklaştıkça belirginleşiyordu. Bu adamı tanıyordu. Bir seherbazdı bu. Seherbaz asasını Eddy’e doğrultarak “Woulev Korrunio” diye haykırdı. Asadan çıkan mor ışık Eddy’nşn etrafını sarmaya başladı. Eddy elini şıklattı ama cisimlenemedi. Sonra asasını seherbaza çevirerek “Madem düello istiyorsun, öyle olsun. Kruinnio” dedi ve asadan alevler fışkırdı. Alevler seherbaza doğru ilerliyordu. Seherbaz asasını kımıldattı ve alevler katılaştı. Eddy bu fırsatı değerlendirerek mor ışığı dağıttı ve oradan cisimlendi.
Okul Bahçesi
Tılsım Dersi verdiği okulun önünde belirdi. Bahçeden içeri girmeden önce ıslak cüppesinden asasını çevirdi ve üzerine tuttu. “Hipperio” Üzerindeki kıyafetlerin tamamı değişti. Eddy’nin yüzünde değişiklik oldu. Sanki artık başka biriydi. Sonra da “ Rodolphus” diye tekrar etti ve içeri girdi. Bahçe gözüne fazla uzun görükmüştü. Her yerden sesler duyuyordu. Kapılar da kilitlenmiş olabilirdi belki. Sonra asasını çıkararak “Lightnobal” dedi. Asanın uçundan bir ışık topu çıkarak Eddy’e eşlik etmeye başladı. Etrafa yayılan cılız ışıkta etrafındakileri görmeye çalışan Eddy okulun kapısını anca bulabilmişti ama kapı kilitliydi. Eddy Bahçenin diğer tarafına doğru ilerlemeye başladı. Sonra arada duran küçük heykele çevirdiği asanın hareketiyle heykel geri çekildi ve yol açıldı. Karanlık sessiz ve sıcak bir yol. Işık topu Eddy’nin yanında geliyordu. Sonra Eddy içeriye girdi odasındaki bir kapıdan.
Ders
İçeri girdikten sonra kirlenmiş olan kıyafetini çıkarıp odasındaki pijamalarını giydi ve uyudu. Sabahın serin havasıyla uyanıp kıyafetlerini değiştirdi ve mis gibi kokan yemeklerden yemek için Büyük Salon’a indi. Profesörler masasına oturup yemeğini yadikten sonra birkaç öğrenciyi -ki Slytherin ağırlıklı- selamlayarak tekrar odasına çıktı.
Ders Programına baktı. İlk derslerinin hepsi boştu. Eddy Baş Yöneticiden bunu özellikle istemişti. Derse girmeden önce her şeyi gözden geçirmeyi severdi. Ders programındaki sıraya göre kitaplarını dizdi ve hepsinin önüne özenle birer parşömen kâğıdı bıraktı. Sonra ilk iki dersinin 4. sınıflara olacağına emin olmak için ders programına tekrar baktı. Doğruydu, ilk iki dersi 4. sınıflaraydı. Kitaptan işleyecekleri yeri açtı ve okumaya başladı. Parşömen kâğıtlarına okurken aldığı küçük notlar dışında kitabın üzerinde de birkaç değişiklik yaptı.
İlk dersine girmek için odasından gerekli eşyalarını alarak çıktı. Odasının yanında olan dersliğe girdi ve sıralarda oturan 4. sınıflara dönerek “Günaydın, bugünkü dersimizde cisimleri yanımıza çağırmayı öğreneceğiz.” dedi ve karşısında kalkan ellerin en gerisindekine “Evet Miss Black.” diyerek söz verdi. Kızın “Aleeon Büyüsü” cevabına “Slytherin’e 10 puan.” diyerek karşılık verdi. Sonra da dersi anlatmaya konuldu. Büyünün çzelliklerini, nasıl yapıldığını anlattı. Ama en sonunda ders bitti. Tenefüsün arkasından 2. derse girdiler. 2. derside 4. sınıflara olan Eddy bu derste büyünün uygulamasını göstermek için asasını çıkarmış olarak sınıfa girdi. “Bu derste büyüyü uygulayacağız.” dedi ve asasını masanın yanındaki tahtanın üzerinde duran tebeşirlere çevirerek “Aleeon”dedi. Tebeşir hızla Eddy’nin üzerine doğru gelmesine rağmen tam önünde muhteşem bir frenle durdu. Eddy tebeşiri eline alarak “Sıra sizde. Herkes sıra ile tebeşirleri çağıracak. Sıraya dizilin.”dedi ve sıraya dizilen öğrencileri izledi. Öğrenciler sıraya girince onlar hakkında küçük küçük notlar almaya başladı. En sonunda “Ders bitmiştir, başarılar. Notlarınızı bir dahaki ders panoda görebilirsiniz.”dedi ve sınıftan çıktı. Çıkarken arkasından kapı hızla çarptı.
- Spoiler:
Bir sürü gibi ilerliyordu beyaz noktacıklar aşağıya doğru. Kimi çıplak ağaç gövdelerine takılıp orada kalıyor, kimi yeşil çamları beyaza çeviriyor, kimiyse solgun yeri donduruyordu. Her yer bembeyaz olmuştu. Yeryüzünde artık ne yeşil, ne kahverengi, ne gri, ne de başka bir renk vardı beyazdan başka... Uzun, iri bir adam bozdu doğanın asil rengini. Siyah saçları, postallerı ve kürküyle... Sonra eğildi ve yerden biçimsiz bir taş aldı. "Ne biçimsiz bir taş." diyerek fırlattı taşı karşıdaki boşluğa doğru kıştan bıkmışcasına. Taş sertçe karlara çakıldı ve tam yüz parçaya bölündü. Tüm parçalar birbirine eşti. Yüz kristal parça bir ışık yaymaya başladı. Adamın gözleri kamaştı. Işık sanki içine işliyor gibiydi. Adam ışıktan kurtulmak için gözlerini kapattı. Şimdiyse çok karanlıktaydı. Belkide içindeki karanlıktı bu. Gözlerini açtığında her yer yemyeşildi. Ağaçlar yeşermişti, sanki kışa inat. Güneş tepede gülümsüyor gibiydi ve hafif esen rüzgar kulağına bir şeyler fısıldıyordu.
Adam çok şaşırmıştı. "Buraya nasıl geldim? Acaba o taşlar mı beni buraya getirdi. Ama sadece taşı attığımda kıştan bıktığımı düşünüyordum." diye düşünmeye başladı ama düşünmekle buradan kurtulamayacağını anlayınca yürümeye koyuldu ağaçların arasında. Güneş ışığı boş bulduğu her yerden girmeye çalışıyor, ağaç dalları ise onun önünü kesiyordu. Orman gittikçe büyüyor, derinleşiyor ve kararıyordu. Ormanın tam ortasına geldi ve en karanlık yerde olduğunu düşündü. İçine sıkıntı doluyor, düşünceleri kararıyordu. O sırada kulaklarında bir ses yankılandı. "Hoş geldin yabancı. Burası biz büyücülerin gezegeni. Sen buraya neden ve nasıl geldin insan?" Adam sesini iyice ayarlamaya çalıştı ve sonra düzgün ama kalın bir sesle "Merhaba. Nasıl geldiğimi bilmiyorum ve bir nedeni yok. Tamamen şans eseri geldim." dedi. Büyücünün sesi tekrar kulaklarında yankılandı "Demek Düşünce Taşları'nı buldun ama beni ilgilendirmez. Onları kullanabiliyorsan ya buradan gidersin ya da beni yenersin. Rassenia Dorienna" Adamın gözlerinin önünde mor bir yıldırım vardı, ona doğru, şiddetle gelen bir yıldırım... Adam korku içindeyken taşlar yeniden parladıve adamın gözlerini kamaştırdı.
Adam bu nedenle gözlerini kapattı. Burası ormandan daha aydınlıktı ya da aynı derecede karanlıktı. Tam anlayamamıştı. Hiçbir şey düşünemiyordu ama aklında Düşünce Taşları ismi kalmıştı. Sonra gözlerini açtı ve kendini aydınlık bir ormanda buldu. Ağaçlar sarıydı, çimenler sarıydı, hatta karşısında duran küçük çocuk bile sarıydı. Çok garipti. Altına benziyorlardı. Sanki altınla kaplanmış bir yerdi burası. Güneş ışınları üzerine düştüğü her noktadan yansıyordu. Sarı renkteki gezegen güneşe karşı bir ayna gibiydi ama -bu nedenle- çok soğuktu. Postalları ve kürkü onu sıcak tutuyordu ama kendini hâlâ üşüyor hissediyordu. Sonra kulaklarında yine o büyücünün sesini duydu. "Sen artık buradan çıkamazsın." Adam sonra postalını ve kürkünü çıkararak "Üşümüyorum, üşümüyorum, üşümüyorum... Buradan çıkabilirim, çıkabilirim... Yardım edin taşlar, yardım et Tanrım!" diye geçirdi aklından ve bunların hepsini haykırdı gür bir sesle. Ama sadece kendi duymuştu sesini. Sonra taşlar yine parlamaya başladı ama hiçbir işe yaramıyordu. Sonra kendi kendine "Tabii ya, burası gerçek değil, benim düşüncelerim. Sen benim içimdeki bir sessin. Tabi ben haykırınca kimse beni duyamadı; çünkü ben burada yalnızım." dedi ve gülmeye başladı delirmişçesine. En sonunda büyücünün kendisi çıkıp geldi. Uzun boylu, ince adamın sesi kalındı. Büyücü "Yanıldın, Rassenia Dorienna!" dedi ve mor yıldırım adamı delip geçti. Adama bakarak "Siz zayıf insanlar azıcık bir güç görünce deliye dönüyorsunuz. Ama unutmayın ki gerçek güç bizde." dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Sonra tekrar cansız bedene dönüp "Adım Eddy. Artık pek işine yaramaz ama." dedi ve yürümeye devam etti. Gezegenin tamamında Eddy'e ait kahkaha sesleri duyuluyordu sanki.
- Spoiler:
Sessizlik çökmüştü tüm şehrin üzerine. Pürüzsüz bir sessizlikti bu. Sanki tüm şehir ortadan kaybolmuştu. Sanki herkes bir anda yok olmuştu dünya üzerinden. Pürüzsüz sessizlik bir anda kalın bir sesle bozuldu, bir haykırışla. O haykırışta ağza alınınca ürperilen, buz gibi soğuk kelimeler vardı; “Rassenia Dorienna!”. Kimi bu sözcükleri söylerken zevk alır; kimi ise söylenirken korkudan bayılırdı. Şimdi siyah gecenin sessizliğini bozan o sesten sonra gecenin siyahlığı da bozulmuştu mor bir ışıkla. Şehrin tam ortasında bir ışık çıkmıştı ortaya, hızla ilerleyen ve ölümcül…
Işık; uzun boylu, ince, yaklaşık yirmi yaşındaki bir adamı parçalayıp geçti. Sıkkın görünen adam o anda gözlerini yumdu. Sanki ömründen geçen her günü hatırlıyordu. Sarı saçları yüzüne doğru inerken adam yıkılıyor, bir başka adam ise sevinç kahkahaları atıyordu. Akuda’nın gözlerinde tüm ömrü bir saniyede akıyordu. Güçlerini öğrendiği ilk günden bu zamana kadar her an. Ama ondan öncesi yoktu. Sanki oraları sisli bir denizde suya düşüp boğulmuşlardı. Akuda’nın her geçen an cansızlaşan gözlerinden akan bir damla yaşta anlaşılıyordu her şey.
Amcasının ihanetini öğrendiği gün yıkılışı, özel bir tekniğe sahip olduğunu öğrendiğindeki sevinci, arkadaşları Zeusai ve Lilu ile geçirdiği her an. Ama hatırlamadığı yer sadece üç yaşına kadar olan zamandı. Anne ve babasının ölümü, Zeusai’nin ailesinin yanına verilişi, Zeusai ile ilk oyuncak kavgası… Bunlar yoktu o bir damla yaşta. Belki de en değerli anlar onlardı kalbinde ve çıkmamıştı dışarı. Anladı ki o anda tüm şehir gerçekler insanın kalbinden çıkarılamaz, öldürülse bile…
Kahkaha devam ederken Arkadan turuncu saçlı bir çocuk geldi koşarak. Sonra Akuda’yı yerde görünce hemen eğildi ve nabzına baktı. Nabzı atmıyordu Akuda’nın. Vücudu buz gibiydi. Zeusai o anda sinirden çıldırdı ve bir teknik yaptı. Elleri titreyerek yapıyordu tekniğini. En sonunda başparmağını ısırarak kanattı ve yerde yatan uzun cansız bedene sürdü. Sonrada “Kılıç seli!” diye haykırdı gülen iri adama doğru. Adam korku içinde kendisine doğru gelen yüz bir kılıçtan kaçmak için elini şıklattı ama o sırada tüm kılıçlar onun içinden geçtiler.
Şehir artık eski sessizliğine sahipti yine. Soğuk rüzgârlı, yüksek binalarla dolu şehir artık sessizliğini hiçbir şeyin bozmasına izin vermeden öylece düşmüştü sanki. Apartmanların camlarından tek tek ışıklar süzülmeye başlamıştı şehrin ortasına doğru…
Bir iki gün geçmişti. Akuda gömülmüştü ve mezar taşında “İnsanı öldürseler bile gerçek hislerini kalplerinden çıkartamazlar” yazıyordu.
- Spoiler:
Hava
soğuk, karanlık ve ürkütücüydü. Karanlık simsiyah gözleri olan güzel bir kadın gibi kendisine çekiyordu insanı. Ama aynı zamanda o gözlerdeki korkunç parlaklıkla korkutan bir kadın gibi korkutuyordu insanları. Hiçkimse evinden fazla uzakta kalmak, gittiği yerden çıkmak, dükkanından çıkmak veya başka bir büyücüyle karşılaşmak istemiyordu. Büyücüler dünyasının bu dönemi zordu. Kimin iyi, kimin kötü olduğu belli bile değildi. Dünya kiminin gözünde ikiye kiminin gözünte üçe ayrılıyor, kiminin gözünde ise tekti. Herkes kimin ne olduğunu bilmezken bazı yerlerde karanlık işaret görülüyor, insanlar korkuyor ve katliamlar çıkıyordu. Birbirleriyle aynı yolda gittiklerinden emin olan insanlar birbirleriyle tedirgince görüşüyor, öğrenciler Hogwarts'ın ne kadar güvende olduğunu bilmiyor, hatta bir kısmı gitmek istemiyordu. Bu dönemlerde bazıları kolayca iş buluyor, bazıları iş bulmak için gittiği yerde öldürülüyordu. İnasnın içini ürperten olayların en başında ise Karanlık Lord için bulanık ve muggle katliamlarıydı.
Şak diye bir ses duyuldu. Eddy, Diagon Yolundaki bir bulanığın dükkanının önünde belirdi. İçeri sessizce girmeyi aklının ucundan bile geçirmedi. Pat diye daldı içeri, içerisi boş, harabe gibi bir yerdi. Asasını söyle bir salladı ki her yer düzeldi ve orada saklanan simsiyah gözlü, ensesine kadar siyah saçı olan, kısa ve zayıf yapılı bir adam ortaya çıkıverdi. Eddy asasını adama doğrulttu. Adamın cebindeki asa Eddy'nin eline uçtu. Eddy asayı yakaladı ve adama bir büyü yolladı, adamın kendi asasıyla. Adama sarı rengindeki bir ışık çarptı ve adam arkasındaki sandalyeye düştü. Sandalyeye bağlandı ve korkmuş gözlerle Eddy'e baktı. Asası güzelmiş. Bunu saklamalıyım diye düşündü. Sonra arkadan bir ses geldi. Hemen kapıya gitti ve etrafa baktı. Kimse yoktu. Hayvanların yaptığını düşündü bu sesi. Sonra adama kızgınlıkla baktı. Adam korkmuş gözlerle Eddy'e bakarken Eddy'nin bakışı üzerine gözlerini çevirdi. Eddy hemen asasını kapıyo ve camlara doğrulttlu. Kapı mühürlendi, camların üzerine yoktan var olan bir perde indi. Sonra Eddy asasını hayava çevirdi ve bir şeyler bırıldandı. Havada kristal bir iksir şişesi ve yanında da biraz iksir malzemeleri. Eddy hemen iksir malzemelerini çıkarttı ve bir iksir hazırladı. İksiri şişeye koydu ve şişenin içindeki mora dönen sıvıdan bir damla yere döktü. Döktüğü yer sanki yanmış gibi küle döndü. Adam bunun ne iksiri olduğunu anladı ve hemendebelenmeye başladı. Eddy çok sakin bir şekilde konuşmaya başladı "Merhaba bulanık, normalde bulanıklara selam vermem ama sende bana lazım olan bir şey var. Onu hemen bana ver yoksa bu iksir en ummadığın noktalarına yanlışlıkla dökülüverir." Adam iyice korkmuştu ama Eddy ona hiç mi hiç aldırmıyordu. Sonra elindeki şişeye asasıyla dokundu ve iksir havalandı. Eddy asasıyla iksir şişesini kontrol ederken konuşmasına devam etti "İlk olarak bana o büyüyü söyleyeceksin. İkinci olarak da aileni ve arkadaşlarını teker teker çağıracaksın yoksa-". Adam öksürdü ve eddy hemen iksirden bir damla adamın suratına döktü. Adamın suratındaki iki burun deliğinin yanına üçüncüsü de açılmıştı. Sonra "Yoksa ne olacağını anladın sanırım. Bir de tekrar hatırlatacağım sana benim sözümü kesmemelisin yoksa daha ağır şeylere katlanabilirsin." diye sözünü tamamladı. Adam başını evet anlamında sallayınca "İşte böyle." diye ekledi. Asasını havaya çevirdi ve tavandan aşağı sarkan avize adamın tam kafasının üztüne ilerledi. Sonra asasını kapının yanındaki duvara çevirdi. Duvardaki iki portre yere düştü. O tablolarda bulunan iki harketsiz insan resmi vardı çünkü o tablolar muggle tablolarıydı. Eddy yere tükürdü ve asasını tükürüğüne çevirdi. Tükürük ortadan yok oldu. Sonra Eddy asasını adama çevirdi ve "Söyle bakalım o kitap nerede? O sihir o kitapta ve kitap ta sende. Ayrıca ilk olarak o muggle anneni çaığır. Anladın mı beni." dedi. Adam ağzını açtı ve korkusuzmuş gibi "Annem muggle buraya gelemez." dedi. Eddy kafasını evet anlamında salladı ve adama nişan alarak "Crucio, Crucio, Crucio" dedi. Adam Cruciatus Lanetinin etkisiyle acı çekerken Eddy gülüyor, eğlenceden hoşnut bir şekilde laneti tekrarlıyordu. Sonra adam hiçbirini kabul etmedi. Eddy sininli bir şekilde iksir şişesini adamın üstünde gezdirdi. Sonra bazı yerlerine dökmeye başladı. Adam acı çekerken gülüyordu. Sonra "Avada Kedavra" dedi. Asasından muazzam bir ışık çıktı. Yeşil ışık adamın vücuduna deydiği anda adam öldü. İşkenceden kıvranmış, bazı yerleri olmayan, gözleri açık bir şekilde ölmüştü. Eddy adama bir büyü daha yaptı ve ölü vücudundaki tüm kan fışkırarak cama doğru gitti. Perdeler yoldan çekildi ve camdabir yazı belirdi. Perdeler kapandı ve Eddy orayı yıkıp döktü. Oradan ayrıldı ve aile malikanesine gitti. Banyo yaptı ve kıyafetlerini değiştirdi. Sonra bakanlığa işinin başına gitti. Masasında seherbazlardan biri tarafından bırakılan ceset görüntüleri ve camda yazan yazının fotoğrafı vardı. Eddy adamın paramparça cesedini görünce ne yaptığını anladı ve tekrar gülmeye başladı. Camda ne yazdığını noktasına, virgülüne kadar hatırlıyordu.
"Siz bulanıklar asla hayatta kalamayacaksınız. Dünyayı sizden kurtaracağız ve çocuklarımızı temiz dünyada yetiştireceğiz. Ölümünüz en iyi bu şekilde olacak unutmayın!!!"
Bir gün sonra yine Diagon Yoluna gitti. Bu sefer yan dükkana girdi. "Fazla bir şeyler bilen birini temizlemeye geldim." dedi. Dün aslında adamı farketmişti ama adama öyle bir bakmıştı ki adam anlatamazdı dün gördüklerini. Sonra asasını kaldırdı ve "Crucio" dedi. İnleme duyuldu. "Seni görmediğimi sandınğına inanamıyorum. Sen ne kadar salakmışsın." dedi inleme gelen yere bakarak. Koltuğun arkasındaki adama asasını çevirdi ve "Avada kedavra" diye bağırdı. Yeşil ışık bu adamıda öldürdü. Adamın kanını yine çıkardı ve parçalanmış cesedin üzerine Bu İkinci yazdı. Kalan kanı da cama yolladı ve aynı yazıyı yazdı. İkinci kişiyi daha öldürmüştü. Bir ay boyunca hergün bir bulanığı öldürdü ve en büyük bulanık katliamlarından birine imza atmış oldu. Bir süre sonra Ölüm Yiyenlere katıldı. Kendini çok rahat hissediyordu. Dünyayı temizliyordu. Sloganı "Çocuklarımız için yeni bir dünya" idi.
Kısa bir süre sonra karanlık gecenin içinde arkasında bir ses duydu "Eddy o cinayetleri senin işlediğini biliyorum. Gel teslim ol yoksa seni tutuklarım ve af çıkartamam.". Eddy onu takmadı baştan ama sonradan "Neden o zaman hiç denemedin. Her gün ofisimdeyim. Kanıtın olmadığı için olmasın!?". Eddy sonra cisimlendi ve karanlık gecenin derinliklerinde bir şak sesiyle kayboldu. Tıpkı ilk gün oraya gelişi gibi kaybolmuştu.
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Cuma Ara. 25, 2009 7:06 am | |
| Bu başlığı tamamen unutmuşum. Kabul edildiniz. Artık Karargah'a erişebilirsiniz. | |
|
Verisimo Gocãlviç
Gerçek İsim : Oğuz Mesaj Sayısı : 17 Kayıt tarihi : 24/01/10
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Paz Ocak 24, 2010 10:25 pm | |
| Verisimo Gocãlviç 29 5-6 Saat - Spoiler:
Karanlık ve puslu bir hava.. Havadaki soğuk hava ciğerlerime dolarken bacaklarım hızla kasılıp gevşiyordu. Karanlığın içinde hızla ilerliyordum. Karanlık sokakların arasından hızla geçerken saçlarımın arasından yüzüme vuran ayın merhamet ışığı gözlerimin içeriye süzülüyordu. Siyah kotumun birbirine sürten paçalarından gelen hışırtılar etraftaki sessizliği bozuyordu. Belimde ayrı bir uzantı soğukluğunu vücuduma yaymaya başlamıştı adeta. Desert Eagle tipi silahımın bana yalvarırcasına bedenime değmesini aldırmadan hızla yürüyordum. Burun deliklerimden içeriye giren kirli soğuk hava ciğerlerime ulaşıyordu. Siyah ve mor tonlar gökyüzüne tamamen hakim olmuştu. Bizim gezegenimizden milyonlarca yıl uzakta olan yıldızlar ise buradan ufak bir toplu iğne başı kadar görünüyordu. Parlayan toplu iğne başları… Bacaklarım hızla gittiğim yönün sağına saptı. Birden önümde garip ‘klik’ sesleri kulağıma ulaştığında burnumun dibinde üç tane soğuk metali hissettim. Gözlerim bir anlık karşımdakileri tamamen görmeye çalışmaya başlaması ardından gözlerimde kornealara birden büyük bir ışıltı ulaştı. Gözlerim kamaşmıştı. Her yer bir anlık bembeyaz olmuştu. Havadaki kasvetli siyah ve mor tonlar yok olmuştu. Dünya’daki kötülük ve sokağın pis görüntüsü bir anlık gözümün önünden gitmişti. Garip bir şekilde keşke hep böyle olsa diye iç geçirmiştim. Ama gözlerim eski halini almaya başladığında bir kapı kapatılma sesi duydum. Sanırım ulaşmak istediğim yere tam zamanında gelmiştim. Burun deliklerimden içeriye giren havada garip bir koku hissetmiştim. Nedeni çok basitti. Burnumun dibinde üç tane silahın olması bu durumun sebebini adeta etrafa bağırıyordu. Kulaklarıma çalan hafif esintinin melodisi arasına giren kalın ve gür bir ses dikkatimi ona vermeme neden olmuştu. “Bırakın!” Burnumun dibindeki silahların çekilmesi ardından gözlerim sesin kaynağını ararken karşımdaki üç tane iri yarı adama dikildi. Gözlerini göremiyordum. Ama daha sonradan gözlük taktıklarını anladım. Büyük ihtimalle gece görüşlü özel gözlüklerden takıyorlardı. Havalı patron köpekleri! Topukları üstlerinde geriye doğru bir adım attılar. Birden karşımdan gelen esinti hafif bir rüzgara ulaştı. Alnımdan gözlerimi örten saçlarım rüzgarın etkisiyle havalandı. Gözlerim dışarıdaki karanlığa tam anlamıyla alıştığı için karşımdaki bedeni rahatlıkla görebiliyordum. Üstündeki gri takım elbisesinin ceketi ayın cılız ışığı altında parlıyordu. İçinde beyaz gömleğinin üstünde duran siyah kravatı dışarıdaki karanlıkla özleşmiş gibiydi. Yüzümdeki soğukkanlı ifadeye ufak bir tebessüm yerleştirdim. Konuşmaya başlamadan önce karşımdaki bedene iki adım kadar yaklaştım. “Adamların gerçekten iyi eğitimli.. Ama benim olduğumu bile bile bana neden silah çekmelerine izin verdin onu anlamadım.” “Tedbir diyelim.” “Hmm.. Pekala o zaman söz verdiğin gibi şu emaneti alabilirim değil mi?” Karşımda bana ifadesiz bir şekilde bakan beden arabanın içindeki bir siyah takım elbiseliye işaret etti. Adam hemen kapıyı açtı. Sol bileğin üstündeki demiri andıran şey ayın cılız ışığı altında parladı. Sonrada ufak bir zincir şıngırtısı kulaklarıma ulaşırken elinde tuttuğu siyah deri çantayı arabanın üstüne koydu ve şifreli bölümü çevirmeye başladı. Garip tıkırtılar kulaklarıma ulaşırken garip bir ‘tok’ sesi de onların arkasından gelmişti. Çanta açılmıştı. Karşımdaki beden iki elini de çantanın içine soktuktan sonra temkinli bir şekilde yavaş bir şekilde çıkarmaya başladı. İçimdeki soğukkanlılık kaybolmaya başlamıştı. İçimdeki garip bir şey oradaki şeyi istiyordu. Tarihi Eseri istiyordu. Hermes’in Asası.. Bir tür mistik güce sahip bu asasının sahibi olmak gerçekten çok büyük bir zevkti. Tabi buradaki salaklar onun mistik güçlerinin farkında bile değildi. Eski bir tarihi eser olduğunu sanıyorlardı. Yavaş bir şekilde çantanın içinden çıkan ellere konsantre oldum. Çantadan çıkan ellerin arasında uzun ince bir uzantı vardı. Üstündeki renk altın rengindeydi. Altın kaplama olduğu gibi ‘Griffin’ gibi mitolojik yaratıkların motifleri vardı. Gözlerim gecenin arasında bir anda parladığını hissetmiştim. Ellerim istemsizce oraya doğru uzandı. Karşımdaki beden ellerinin içindeki asayı bana temkinlice yaklaştırırken benim ellerim hızla altın kaplama Hermes’in Asasını almıştı bile.. Etraftaki şaşkın gözlerle bana bakanları aldırmadan ellerim arasındaki asaya bakıyordum. Gözlerimdeki parıltı gecenin karanlığında nasıl göründüğünü en azından tahmin ediyordum. İçimdeki şey asayı denemem için beni zorluyordu adeta.. Bunu bende istiyordum. Karşımdaki şaşkın gözlerin arasından kulaklarıma rüzgarın bozuk melodisi geliyordu. Asayı sağ elime aldım ve sıkıca sıktım. İçimden onun çalışması için dua ediyordum adeta.. Karşımdaki bedene doğrulttum. Ve kafamın içine fazlasıyla net bir hayal geldi. Karşımdaki bedenin başka bir şekle dönüşmesini görüyordum. Karşımdaki bedenin gür sesi bir kez daha kulaklarıma ulaşmıştı. “Ne yapıyorsun?” Cevap vermek üzereyken asanın ucundan garip bir mavi ve beyaz ışık çaktı ve karşımdaki bedene isabet etti. Birden aklımdaki hayalin gözlerimin önünde gerçekleşmesini şaşkınlık ve hayretle izledim. Etraftakiler korku içinde patronların ufak bir kediye dönmelerini izledi. Gözlerimdeki göz bebeklerim şaşkınlıktan ufaldıkça ufalmıştı. Ama içimdeki bir şey resmen bayram ediyordu. Asanın çalışmasına bende sevinmiştim ama bu kadar çabuk gücünü benim ellerime vermesi ve garip bir şekilde çalışması beni şaşırtmıştı. Birden aklımda etraftakilerin başka bir boyuta yollamak gibi bir net hayal daha gördüm. Sonra asadan çıkan mavi ve beyaz ışıkların fıskiye biçiminde havaya yayılması ardından ortadan kaybolmuştu. Neler olduğunu bende onlar gibi anlamıyordum. Ama korku dolu sözleri kulaklarıma ulaşıyordu. Rüzgarını şiddetini arttırmış bir şekilde kulağıma bozuk melodisini çalarken karşıdan gelen ışığı gördüğümde istemsizce bacaklarım beni geriye doğru götürmeye başlamıştı. Koşarken burun deliklerimden içeriye giren kirli soğuk havanın hızla ciğerlerime ulaşmasını hissederken arkamda bir ışık patlaması olduğunu gördüm. Ardından garip bir hava akımı beni yere yıktı. Tozlu yerde yatarken gökyüzündeki beyaz ışığın hafif bir şekilde dağılmasını gözlerim yarı açık bir şekilde izliyordum. Toz parçacıkları havaya karışarak burun deliklerimden içeriye girerken hızla ayağa doğrulmaya başladım. Üstüm tamamen beyaz ve gri tonlarda olmuştu. Arkama baktığım da siyah araba ve diğerleri ortadan kaybolmuştu. Birden elimde bir şeyin olmadığını görünce içimi istemsizce bir korku kapladı. Gözlerim etraftaki karanlığa bakarken sol tarafımda ayın cılız ışığı altındaki altın kaplamalı asa bana olduğu yeri gösterircesine parlıyordu. Hızla oraya giderek yerdeki asayı aldım. Hermes’in asasını.. Mistik güçlere bugüne kadar pek inanmazdım ama biraz önce olanları gördükten bu düşüncenin gerçekten kafamı terk etmesine neden oluyordu. Elimdeki asaya bakarken içimdeki garip bir kıpırdanma hissettim. Sevinç ve mutluluk duyguları içime yayılırken karanlık boş sokağa bakıyordum. Karanlık tonların arasına bakarak elimdeki şeyin dünyayı değiştirebilecek güce sahip olduğunu düşünürken kafama dolan garip soru işaretleri ve bir çok cevap bekleyen soruları düşünmeye başladım.
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Paz Ocak 24, 2010 10:55 pm | |
| | |
|
John R. Delvalle
Gerçek İsim : Atakan Mesaj Sayısı : 5 Kayıt tarihi : 18/03/10 Yaş : 30
| Konu: John Relo Delvalle Perş. Mart 18, 2010 12:39 am | |
| Adı-Soyadı : John Relo Delvalle RP Yaşı : 27 Online Süresi : 2-3 Saat Örnek RP: (Sadece Betimleme yaptım)- Spoiler:
John güneşin ortalığı kasıp kavurduğu bir sabahta erkenden uyandı.Hava gerçekten çok sıcaktı.Serin olduğunu düşündüğü bir yere gitmek istiyordu.Orayı herkes tavsiye ediyordu bu aylarda.O Yer Plitvitze Gölü idi.Serin bir yer olduğu söyleniyor ve büyüleyici bir güzelliği olduğu herkesçe biliniyordu.John yüzünü yıkadı ve cüppesini giydi.Küçük barakasında ki küçücük mutfağından bir kaç parça ekmeği ağzına attıktan sonra hazırlanmaya başladı. Kapıyı itti ve o lanet gıcırtı sesini duydu . Önündeki tuğla parçasına takıldı ve sendeledi.Lanet okudu hem kapıya hem de taşa , sanırım bu gün o kadarda iyi geçmeyecekti...
John ıssız sokaklarda ilerledi.Bu sokaklarda bir çok kiremitle kaplanmış evler vardı.Renkleri çok hoşuna gidiyordu.Onları izlerken birden bire çıktığı yere çok şaşırdı .Bir ormana gelmişti.Tamda orman değildi orası.On , on beş ağaç vardı.Çam , Meşe ve daha da çeşitli ağaçların bulunduğu bir yerdi.Biraz rüzgar esiyordu ve ağaçların o hıştırısı kulağına ninni gibi gelirken bir ışık süzmesi gözünü aldı ve ağaçların yapraklarınıeliyle ayırdı.Sonra ise gördüğü manzaraya bakakaldı.Bu büyüleyici birgüzellikti.John daha önce böyle bir güzelliğiBeuxbatons Gölünde görmüştü.Ama burası farklıydı. Biranda teri soğumaya başladı.Yüzünü bir gülümseme kapladı.Sanki Cenneteydi.Çimler daha yeni kesilmişgibi kokuyordu.Kuşlar cıvıldıyor , kurbağalar acayip sesler çıkarıyorlardı.Burası söylenenden de güzeldi.Herkesin niye tavsiye ettiğini şimdi anlamıştı ama buralarda kimse yoktu.Etrafına baktı.Her yer ağaçtı.On ağaçsanki yüz ağaca dönüşmüştü.Biraz daha ilerledikten sonra asıl güzelliği bulmuştu.Yani Şelaleyi.Burası bir uçurumdu.Uçurumdan su geçiyordu.Çok derin ve burdan düştüğünde ne kadar canı acıyacağını yukarından yani çimlerin üstünden bakmasına rağmen kolaylıkla anladı.
Bir çok kelebek havada uçuşuyordu. Bir kaçını can sıkıntısından öldürdü.Buradan iki-üç dakika sonra sıkılmaya başladı.Hep aynı şey , hep aynı manzara. Sadece manzaraya bakıp öyle bir gün geçiren adamlardan değildi John . Elleri kelebek kanatları ve sıvılarıyla doluydu.Elini şelalenin kıyısında yıkadı.Çok serin ve hoş bir su olduğuna kanaat getirmişti. Fakat burdan düşmeyi cidden bir gün istiyordu.Geri dönmeye hazırlanıyordu.Yavaş yavaş kendi inine doğru gidiyordu , tekrar o kiremit kaplı evlerin arasından geçti.Bir kaç arkadaşına rastlamasına rağmen hiç bir selam vermedi. Yol ayrımından sağa döndü.Bir park , ağaç sürüsü ve market vardı.Onun için market iyi bir seçimdi. Markete girdi , kapıyı yavaşça iteledi.Soğuk bir yerdi , dışarısının sıcaklığını cidden iyi bastırıyordu.Dolaptan bir şişe soğuk bira aldı.Cebinden üç-beş demir parçasını çıkardı ve yetkili kişiye uzattı..
Tekrar evin yolunu tuttu.Elindeki birayı ne kadar içmek istediğinin kendisi bile farkında değildi.Barakanın kapısını araladı.Olanet olası ses fakat taşa takılmadı.İçeri girdi. Biranın kapağını açmaya çalışırken önünde duran aynada saçlarının çok düzgün olduğuna baktı.Biraz saçlarını dağıttı , birasını açtı ve o yayvan , yumuşak koltuğa gömüldü.Birayı kafaya dikti. Soğuk soğuk boğazından geçen o muhteşem Lezzeti bir-iki dakika sonra rüyasında tekrar hatırladı...
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Perş. Mart 18, 2010 8:35 pm | |
| | |
|
Christian A. Wilson Fotoğrafçı | Ressam
Mesaj Sayısı : 167 Kayıt tarihi : 16/03/10
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (91/100) Patronus:
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Cuma Mart 19, 2010 12:17 am | |
| Adı-Soyadı : A. Daniel Stable RP Yaşı :21 Online Süresi :Her gün Örnek RP: - Spoiler:
Görüldü
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Salı Mart 23, 2010 4:33 am | |
| Alındınız. Gecikme için üzgünüm. | |
|