Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts |
|
| Sanatçı Alımları ~ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Lachlan Telford Seherbaz
Gerçek İsim : Ali Mesaj Sayısı : 242 Kayıt tarihi : 16/07/09 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (93/100) Patronus: Cehennem Köpeği
| Konu: Sanatçı Alımları ~ Ptsi Kas. 23, 2009 7:14 pm | |
| Ad, Soyad: RolePlay Yaşı: Günde Kaç Saat Online?: Örnek RolePlay:
| |
| | | Cossette Eliesa Widmore
Gerçek İsim : iRem.. Mesaj Sayısı : 1 Kayıt tarihi : 11/12/09 Yaş : 31
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları ~ Cuma Ara. 11, 2009 2:32 am | |
| Ad, Soyad: Cossette Eliesa Widmore RolePlay Yaşı: 21 Günde Kaç Saat Online?: 2-3 saat Sanatçılar oyuncu, şair vs gibi ayrılıyorsa Oyuncu olsun mümkünse. Örnek RolePlay:
Gözlerini açtığında saat gece yarına geliyordu. Her taraf kapkaranlık hiçbir şey görünmüyordu. Arkadaşları ile gece yarısında Yasak ormanın girişinde buluşacaktı. Biraz elini çabuk tutmalıydı. Çünkü zaman hızlı akıp gidiyordu. Üzerini giyinip yattığı için hemen yorganını üzerinden attı ve yatağından kalkarak dolabının üzerinde duran asasını cebine aldı. Odanın kapısına doğru yöneldi. Fazla bir korkusu yoktu çünkü arkadaşlarına görevi kardeşi Vlasov vermişti ve bunu yapması onun için çok önemli bir şeydi. Kapının kolunu yavaşça açtı ve koridorda kimse olup olmadığını kontrol etti. Asasını eline aldı ve hafif bir ışık yakma büyüsü ile ortamı biraz kolaçan ettikten sonra kapıyı hafifçe kapatarak koridor da sessiz ve yavaş adımlarla yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra merdiven geldiğin de bir adım attı ve hafif bir gıcırtı sesi duyulmuştu. Bu da merdivenlerin tahtadan olmasından kaynaklanıyordu. Bu ses insanın sinirini bozuyordu. Hem de gece yarısı bir yere giderken. Kardeşi Clem’in duymasını istemiyordu. Çünkü bilse o da gelmek ister ve bir kargaşa çıkabilirdi. O görevi Vlasov onlara vermişti ve onun verdiği görevi başarıyla yerine getirirlerse başta Marry olmak üzere tüm arkadaşları onun gözünde kral olurlardı. Bu onur onlar için çok önemliydi. Marry o kadar önemsemese de kızlar için bir onur, bir şeref sözü idi. Tüm gıcırtılara rağmen merdivenlerden inmeyi başardı ve kimseyi uyandırmadan dış kapının kilidini yavaşça açtı ve dışarıya çıktı. Sonunda tüm uğraşlarına rağmen dışarıya çıkabilmişti. Biraz zor olsa da dışarıdaydı. Saatine baktığın da gece yarısına on beş dakika kalmıştı. Hemen birkaç adım ilerledi ve hiç zaman kaybetmeden Yasak ormana cisimlendi.
Kendini yasak ormanın kapısının önünde bulmuştu. Hemen saniye cisimlenmişti oraya. Daha kimse gelmemişti. Asasını eline aldı ve içinden ‘’ Lumos ‘’ dedi. Asasının ucundan hafif bir ışık çıkmıştı. Etrafına baktı ve arkasında duran taşa oturarak arkadaşlarını beklemeye başladı. Kimsenin görmemesini umuyordu. Biraz endişeliydi. En çok ta okulun bekçisinden korkuyordu. Onları okula girerken hem de okul kapalı iken bir görürse kızlar için hiç iyi olmazdı. On dakika bekledikten sonra ileride kızların seslerini ve sülietlerini gördü. Hemen ayağa kalktı ve onlara kendisini göstermek için atıldı.
‘’ Hey kızlar buradayım! ‘’
Kızlar teker teker gelmeye başlamıştı. İlk olarak Regina geldi ve ölmüş bir haldeydi. Çok yorulmuş gibiydi. Aslında o kadar yorulmasına gerek yoktu fakat işte yine abartılı bir şekilde yorulduğunu söylüyordu. Dinlene bilmek için Marry'nin oturduğu kütüğün üzerine oturdu ve dinlenmeye başladı. Ardından Reese yanlarına geldi. Regina'nin söylediklerini duymuş olsa gerek sırıtarak espriler yapmaya başladı. Herkes biraz neşeli biraz da tedirgindi. Kimse daha ne yapacağını bilmiyordu. Bu iş gerçekten de zordu. İşin zor kısmı bitmişti aslında. Yasak ormana hepsi gelmişti Alexine dışında. O gelince de herkes tamamlanacaktı. Bir kaç dakika dakika sonra onun şirin ve endişeli sesi yankılandı.
'' Geldim geç kaldım değil mi? '' '' Hoş geldin canım yok ne geç kalması tam zamanın da geldin kızlar da şimdi geldi zaten. ''
Herkes telaşla birbirine bakıyordu. Hepsi de çok heyecanlıydı daha ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bu onlar için çok zor kısımdı. Sihir bakanlığana girip Sihir bakanının odasından belgeleri almaları pek kolay olmayacaktı. Bunu yapmaları için ora da anında bir plan yapmaları gerekti. Odasına herkes giremezdi. Marry'nin fikri iki kişinin odaya belgeleri alması iki kişinin de gözcülük yapması idi. Bu biraz zor olsa gerek. Hepsi soğukkanlı olmaları lazımdı. Slyhterin'liliğin verdiği esaret ile hepsinin anında başları dikelmişti. Hepsi dinlenmiş gibi görünüyordu. Artık harekete geçmelerinin zamanı gelmişti. İlk olarak Marry ayağa kalktı ve kızların karşısına geçerek aklında ki planı ve kimlerin oraya gideceğini onlara aktardı. Marry ve Regina odaya girecek, Reese ve Alexine de dışarı da gözcülük yapacaktı. Fikri hepsi de olumlu karşılamıştı. Bir an için Marry'nin yüzünde gülümseme oluşmuştu. Artık anlaşmışlardı. Odaya kimin gireceğini herkes biliyordu. Sadece bunu uygulaması kalmıştı. Hepsi de soğukkanlı bir vaziyette ayağa kalktı ve işi bitirmek için okula doğru yürüdüler. Hepsinin yüzünde biraz da olsa tedirginlik vardı fakat bunu atmaları uzun sürmedi. Sihir bakanlığının kapısına geldiklerin de hepsinin yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. Marry Regina'ya, Alexine de Reese'ye baktı ve gülümsedi. Herkes ne yapacağını biliyordu. Marry sadece Regina'nın duyabileceği bir şekilde fısıldadı.
'' Hadi operasyon başlasın. ''
Bu sözden sonra yüzünde küçük bir gülümseme oluşmuştu ve diğer kızlara dönerek onlara göz kırparak Regina'nın kolundan tuttu ve Sihir bakanlığının kapısından içeriye girdi. Bir an için ikisinin de yüzünde endişe görülüyordu. Ama başladıkları işi yarım bırakmak onlara göre değildi. Marry arkasını döndüğün de Reese ve Alexine'ye baktı ve onlar da etrafın temiz olduğunu anlatacak bir işaret gösterdi. Marry'nın içi biraz da rahattı. Marry önde Regina arkadaydı. İkisinin elinde de asaları vardı. Zemin kattalardı. Birinci kat sihir bakanının odası idi ve orası da tam istedikleri yerdi. Merdivenlerinden çıkarken merdivenlerin gıcırtısı sanki onlara git dermişçesine bağırıyordu. Birkaç merdiven çıktıktan sonra Sihir bakanının odasının tam karşısına gelmişlerdi. İkisi de sırıtıyordu. Marry asasını Regina'ya verdi ve kapıyı açmak için iki eli ile zorladığın da kapı kilitliydi. Kapının kilitli olsa ve içeride kimsenin olmaması onları için hem iyi hem kötüydü. Ama ikisi de iyi yanına tercih ederek eline asasını aldı ve kilit açma büyüsü ile kapının kilidini fazla ses çıkarmadan açtı. Belgeyi almanın hiç bu kadar kolay olacağını sanmıyorlardı. Regina'ya baktı ve pis pis sırıttı. O da aynı karşılığı verdi. Asasını cebine koydu ve kapıyı hafifçe açarak içeriye girdi. İçerisi zifiri karanlıktı. Göz gözü görmüyordu. Regina'dan asasından Lumos büyüsü yapmasını söyledi. Büyüyü yaptıktan sonra eline onun asasını aldı. İçerisi biraz da olsa görünür hale gelmişti. Regina'dan kapıda durmasını istedi ve içeri de yavaş adımlarla gezinmeye başladı. Belgelerin nerede olduğunu bilmiyordu. Her yeri karıştırması gerekti. Biraz karıştırdıktan sonra masasının yanında duran çekmece de olduğunu düşünerek oraya doğru elinde asa ile ilerledi ve çekmecenin yanına geldiğin de onun hafifçe açtı. Aradıkları belge oradaydı. Yüzünde kocaman bir tebessüm oluşmuştu. Belgeyi eline aldı ve Regina'ya göstererek pis pis sırıttı ve çekmeceyi kapatarak onun yanına gitti. Operasyon tamamdı. Belgeyi sağ koluna yerleştirdi ve odadan çıkarak kapıyı çekti ve Regina'ya bakarak tekrardan gülümsedi ve oradan hızlıca ayrıldılar. İşlem tamamdı sadece onu yasak ormanın derinliklerine gömmek kalmıştı. Verilen görevin yarısını yapmışlardı. Kızların yanına gitti. Kızlara hemen belgeyi göztermedi. Kolunun altında ki belgeyi iyice sakladı ve onları biraz meraklandırmak istiyordu. Kızlar ardı ardına soruları sıralıyorlardı. İkisi de çok meraklıydı. Marry kızların yanına yaklaşınca onlara belgeyi gösterdi ve gülümsedi. Hepsinin yüzünde de gülümseme yayılmıştı. Hiç biri de işin bu kadar çabuk olacağını sanmıyordu. Bu onlar için biraz da olsun sürpriz olmuştu. Hemen hızlı adımlarla tekrar Yasak ormana doğru yöneldiler. Asıl işleri orada başlayacaktı.
Başka site de yaptığım bir RO. | |
| | | Echo Sanguris
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 11/12/09 Yaş : 34
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları ~ Cuma Ara. 11, 2009 6:55 am | |
| Ad - Soyad: Echo Sanguris Role Play Yaşı: 27 Kaç Saat Online: Minimum 2 Rütbe: Ressam RP Örneği: Ne korkunç bir yazdı ama! Annesiyle arasındaki zıtlık Sigrid büyüdükçe aşılamaz boyutlara geliyordu. Tüm stresini ve ümitsizliğini bir anda alıveren görkemli şatoyu görünceye kadar kafasındaki o sesle tartışıp durdu. Evden kaçmasını söylüyordu babası olduğunu iddia eden ses. Aslında kafasında defâ defâ dolanan şeylerden bahsediyordu; o kadınla yaşayamayacağından... Sesi ilk duyduğunda 5 yaşındaydı, ve babasının aniden ortadan kaybolmasının üstünden yalnızca birkaç hafta geçmişti. Annesine söylediğinde, Sigrid'nin delirdiğinden şüphelenmiş, kızı için zaten bir damlacık olan ümidini de yitirmiş, onu iyiden iyiye boşlayıvermişti. Korkmuştu kız, kime anlatacağını, ya da sese inanıp inanmaması gerektiğini bilememişti. Bazen cismanî, fakat yüzlerini asla göremediği silüetler de konuşmuştu onunla, sesleri kafasındakinin aynıydı, ve hepsi iddia ettiklerine göre aslında onun babasıydı. Bir süre sonra aldırış etmemeyi, birkaç kötü deneyimden sonra da nasihatlerini dinlemeyi öğrenmişti. Yavaş, fakat temkinli olarak Şato'ya giren öğrenci kafilesi ile birlikte hareket edip Ravenclaw masasına doğru ilerledi. Hogwarts'a bu sene başlayacak olanlar gerçekten komik görünüyordu hani. Suratında alaycı bir tebessümle izledi Seçmen Şapka'ya doğru ilerleyen korku dolu suratların hepsini. Derken ihtişamlı, hatta yakışıklı olduğu rahatça söylenebilecek, genç bir adam ayağa kalkıp Hogwarts'ın yeni müdürü olduğunu iddia ettiğinde yılın ilginç geçeceği kanısına vardı ister istemez. Müdürün başlarda ciddi, sıkıcı, fakat sonlara doğru absürtleşen konuşması neşesinin iyiden iyiye yerine gelmesini sağlamıştı. Masaya dolan yemeklere memnun bir ifadeyle baksa da, balkabağı suyuyla başlamayı tercih etti. Çevrede dans eden ve gülüşen insanları izlerken gözleri tanıdık bir profille buluştu, yerinden bir hışım kalktığından neredeyse balkabağı suyunu cüppesine boşaltacaktı, durdu, dengesini sağlayıp tekrar hızlandığında, tam da önünde sarılmaya karar vermiş iki kızla çarpıştı. Yere ve cüppesine bulaşan balkabağı suyu sinirlerini iyice bozmuştu ki, kızlardan birinin Flandre olduğunu gördüğünde ister istemez biraz yumuşamak zorunda kaldı. "Selam hanımlar, başka yerde sarılamıyor muyduk acaba?" dedi biraz iğneleyici bir ses tonuyla. Sonra lila asasını çıkarıp balkabağı suyunun bulaştığı yerlere doğrultup mırıldandı; "Aklapakla." Ravenclaw cüppeli kızın aksi aksi bir şeyler mırıldandığını duyduysa da aldırış etmedi. Cüppesinde yahut yerlerde bir şey kalmış mı diye göz atıyordu o sıra. Gerçi, bu bir mazeret sayılmazdı elbette, her zaman yaptığı şeydi insanları dinlememek. Sadece gerçekten önemsediği insanların konuşmalarını, ya da önemli bulduklarını duyar, gerisini boşverirdi. Şu ana dek bu davranışı herhangi bir probleme yol açmış mıydı? Belki de küçücük bir kaç tane, fakat genelde kafasının rahat etmesi için kullandığı bu yöntem işe yarardı. Herhangi bir yerinde balkabağı suyu kalmadığından emin olduğunda tekrardan âna adapte olmayı denedi ve Gryffindor'lu kızın ona balkabağı suyu uzatmakta olduğunu farkedip sahte, sinir bozucu bir gülümseme takındı suratına. Akabinde hızla uzaklaştı oradan. Bir az önce gördüğünü sandığı kişi de bir anda ortalıktan kayboluvermişti. Siniri bir kat daha artarak dans eden, gülen ve çalan aptalca bir şarkıya eşlik eden öğrencileri, profesörleri aşıp yerine doğru ilerlediyse de, çoktan kapılmış olduğunu gördü, ne alâ! Kmseyle uğraşacak gücü kalmamış olduğundan balkabağı suyunu tazeleyip masaya yakın bir yerlerde sırtını duvara yasladı ve beklemeye başladı. Somurtuyor muydu? Belki. Herhangi bir kimseye sevimli görünme gibi bir çabası olmadığından çok da umrunda değildi bu. Biraz yalnız kalmak, yahut birileriyle gönül eğlendirmek arasında kararsız kaldığından beklemeyi tercih etti. Gece şimdiden uyunamayacak kadar uzundu. Hareketli olacağını umarak gözlerini önce kendi masasına, sonra da kalabalığa çevirdi. Evet, bir bakıma hareketliydi fakat hareketten kastı bu değildi ki. Kendi eğlence anlayışına hiç uymayan bir müzik eşliğinde dans pistinde rezil olmak fikri cazip değildi hiç. Eskiden şölenlerde eğlendiğini anımsadı, yaşlanıyordu belki de. Bir süre dışarıyla değil de balkabağı suyuyla ilgilenme kararı alıp beklemeye koyuldu. "Bu kadar sert olmak zorunda değilsin." "Ha?" Yumuşak, şevkatli, fakat biraz kırgın bir erkek sesiydi duyduğu. Fakat kafasını balkabağı suyundan kaldırma zahmetinde bulunmadı. Zaten sesi tanıyordu, ve yüzünü göremeyeceği bir hayaleti dikizleyip bir işaret umma hevesi kırılalı beri cismanî herhangi bir şey onunla konuşmamıştı. "Tüm yazını annenle geçirmenin yıkıcı olduğunun farkındayım, fakat çevrendeki insanları kırarak durumu düzeltemezsin." Ah, sevgili anlayışlı babacığı, şimdi de ona ahlak dersi veriyordu demek. "Önüne gelene pavkırmayı ve surat asmayı kes, Sigrid. Önünde koca bir sene var ve güzel bir başlangıç yapmalısın. Ve, bu bir ahlak dersi değil." Onunla konuşan her ne ise, -babası olduğundan emin olamıyordu- her düşündüğünü bilmesinden tiksiniyordu. Ne yapmalıydı yani? Eğer kafasındaki ses onun özür dileyeceğini falan düşünüyorsa yanılıyordu, ne zaman özür dilemişti ki? Her şeyin bir ilki vardır saçmalığını duymamayı ümit ederek, sessizliğe gömülen sesin kararını bekledi. "Durumu açıkla, seni anlayacaktır." Nereden çıkmıştı bu şimdi? Ona yardım etmesi gerekirken sadece sinirlerini bozuyordu. Gitsin artık diye geçirdi içinden. Eğer yeni yılın ilk gününe iyi girmemi istiyorsa gitmesine ihtiyacım var. "Pekâlâ, fakat beni dinlememenin sonuçlarına önceden çok katlandın, yapman gerekeni biliyorsun." Evet, söylediklerini yapmadığında başına ufaklı büyüklü pek çok şey geldiği doğruydu. Fakat, şu aptal ses gün geçtikçe sadece kafa şişirmeye yarıyor gibi geliyordu ona. Sürekli onun düşüncelerini dinlediği düşüncesi de sinirlerine dokunmuyor değildi hani, bunu yapmadığını düşünmeye çalışarak rahatlatıyordu kendini... Kafasını balkabağı suyundan kaldırıp kızıl saçlarını geriye doğru savurdu. Mavi cüppesiyle saçlarının kontrastı fazlasıyla göz alıcıydı. Dans eden insanları seyretmeye koyuldu yeniden. Tanıdık yüzler, yeni gelenler, yeni profesörler... Herkes gerçekten de eğleniyormuş gibi görünüyordu, fakat Sigrid'nin neşesi yerinde değildi hiç. Bir ara odasına çıkmayı düşündüyse de, o sinir bozucu ses imdadına yetişip bulunduğu yerde kalmasını emretmişti adeta. Asık suratı daha da asıldı istemsizce. Evet, hayatının kontrolü babası olduğunu iddia eden o aptal sesin himayesine girmek üzereydi ve bu sesten kime bahsetse onun tımarhaneye falan kaldırılması gerektiğine kanaat getiriyordu. Haklıydılar belki de... Düşünceleri kafasından atmak için dikkatini dans edenlere yöneltti. Yüksek müziğin eşliğinde kendilerinden geçmiş gibiydiler. Sonra ki, gözleri Baron'ınkilerle buluştu. Arabadan indiklerinden beri görmemişti onu... Yeni mi çıkmıştı odadan? Belki de. Çok fazla umursamadı. Oğlanın gülümsemesine içten olduğunu umduğu bir gülümsemeyle karşılık verip, yanına oturuşunu izledi. Baron fazlasıyla donuk, tekdüze bir tonda hatrını sorduğunda, arabadaki saçmalıkları geldi aklına. Evet, gün boyunca sürekli saçmalamıştı, ve saçmalamaya devam ediyordu hani. "Tatil..." dedi, oldukça derin bir iç çekişin ardından. "Berbattı... Öyle bir annenin yanında... Her ne ise. Seninki nasıldı hayatım?" İyi... Ses tonunun mekanikliğiydi yalanını açığa vuran, ki öyle olmasaydı da Sigrid, bunun geçiştirme bir cevap, bir yalan, olduğunun farkındaydı. Bir sorununun olduğunu anlamak için medyum olmak gerekmiyordu hani. Hâl ve tavırlarını anlamlandırabilecek kadar iyi tanıyordu Baron'ı, her ne kadar o bunun farkında olmasa da... Evet, gerek yetiştiği ortam, gerekse kişiliği gereği soğuk biri olabilirdi. Çevresindeki pek çok insana karşı hiçbir şey hissetmiyor oluşu, yahut hislerini kolay kolay belli edememesi, az da olsa değer verdiği insanlara karşı duyarlı olmamasını gerektirmezdi ki. Fakat, Baron gibi birinin bunu anlayabileceğini sanmıyordu... O ve benzeri süs bitkileri için fazla acı, belki de fazla tuzluydu Sigrid. Yanlış anlaşılmaya mahkûm olacağını bile bile onunla çıkması, nedenini bilmediği bir şeyden ötürü onu kendisine yakın görmek gibi bir hata etmiş olmasındandı. Sadece gönül eğlendirmek için çıktığını söylemesi ise, yenilgiyi kabullendiğinin göstergesi. Baron; çevresi tarafından sürekli pohpohlanan şu popüler çocuk... Çevresinde onun tek bir lafına bakan hayran kitlesi ve sadece, ama sadece, popülerliğinden faydalanmak için çevresinde dolananlar... Ah, sevgili sıfatını yüklediği süs bitkisi Sigrid'nin amacının da onun ortamından yararlanmak olguğunu düşünüyor olmalıydı. Zavallıcık... Kanını emmek için bekleyen vampirler ile onu anlamaya çalışan biri arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar mı körelmişti gözleri? Sıkıntılı görünüyorsun... Ne kadar da yapmacık bir ilgiydi o öyle. Para içinde yüzen Seidx ailesi belli ki çocukarının tiyatral yeteneklerini geliştirme adına bir bütçe ayırmıyorlardı. Bir cevap bekliyormuşcasına kendisine bakmakta olan oğlana takıldı gözleri. Onu gördüğünde hissettiği tek şey yenilgi ve hayal kırıklığıydı artık. Gözlerini oyalayacak başka şeyler aradıktan sonra, masada durmakta olan elmaşekerlerinde karar kıldı. Baron'ın, soruya cevap vermeyeceğini anlayacağını düşündüğünden bir şey söylemedi. O, Sigrid'ye bir şey anlatmadığı sürece, Sigrid'nin ona anlatacak hiçbir şeyi de yoktu. Eğer o saksı bitkisi, kız tarafından anlaşılmayacağını düşünüyorsa, bilmesi gereken tek şey, aslında onu asla anlayamayacağıydı. Kafasını tekrar çevirdiğinde, Bay Saksı'nın, biraz önce çarpıştığı kızlarla konuşmakta olduğunu farketti. Yine, sadece en iyi bildiği şeyi yapıyordu işte. Kendisi olmaktansa ortama ayak uydurmak. Gerçi, Baron'ın kendisi olan yüzünü hiç görmemişti Sigrid. Derinlerde bir yerlerde saklanan, aslında mavi gözlerinin içlerinde gördüğü, o mânalı adamı aradığı her sefer büyük bir hiçlik bulabilmişti sadece. Adama yüklemiş olduğu mânaların hepsi, birlikte geçirdikleri her dakika daha da soluyordu. Bir zamanlar ilgi duyduğunu düşündüğü adamın, kendisi için her an daha da sıradanlaşmasını aylarca gözlemiş, fakat geri döndürmenin yolunu bulamamıştı. Şimdi ise, ona baktığında koca bir et yığını görüyordu; bir mânası olduğunu sanan bir et yığını... İçinde bir yerlerde, Baron hakkındaki son ümitleri de tükenmek üzereydi. Sessizce kalktı sandalyesinden, herhangi bir açıklama yapmadan yatakhaneye yöneltti adımlarını. | |
| | | George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları ~ Cuma Ara. 11, 2009 1:21 pm | |
| | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları ~ Paz Ocak 17, 2010 4:56 pm | |
| Ad, Soyad: Astraia Skylark RolePlay Yaşı: 20. Günde Kaç Saat Online?: 5-6 saat. Rütbe: Şair. Örnek RolePlay: - Spoiler:
Diğer sitede başlığım kapalı olduğu için renklendirme yapamadım.(Bu rpg, karşılıklı yapılan bir rpg'den alınan bölümlerden oluştuğu için arada x.X işaretini kullandım. Olaylar arasındaki fark bundan kaynaklanmaktadır.)
Yolda yürüyor, bir cadı ona büyü yapıyor, kaçmaya çalışıyor ancak yere düşüyor ve bilincini kaybediyor. Kendi görüntüleri, baygın haldeki zavallı Roxana'nın zihninde dolaşıyordu. Görüntü tam bitti derken bir kez daha başlıyor ve bir kez daha. Uyanık olsa, her görüntüyü ezberlemiş olurdu. Aslında az önce onu biri uyandırmaya çalışmıştı, başarmıştı aslında. Ancak Roxana,tekrar bir baygınlık geçirince emekleri boşa gitmişti. Tam olarak baygın sayılmazdı.Sesleri duyabiliyordu. Ancak gözünü açmaya ne enerjisi kalmıştı, ne de istiyordu. Sanki biri, tüm enerjisini elektrik süpürgesiyle emmiş, ona da toz torbasını bırakmıştı. İçinden bir ses ona enerjisini toparlayıp derhal kaçmasını söylüyordu. Fakat, iç sesini duyamayacak kadar dahi enerjisiz olduğu gerçeği de göz ardı edilemezdi. Daha önce iç sesini dinlememesi onun başını belaya sokmuş muydu? Evet. Hatta bu bela, yaşadığı en berbat olayı da peşinde sürüklemişti ve işin can alıcı noktası, şu anda o belanın etkisiyle yerde yatıyordu. Peki tekrar sokabilir miydi? Belki. Ah, harika. İç ses bir, Roxana sıfır. Bu sefer iç sesini dinlemesi, skor tablosunu dengelemek için kesinlikle gerekliydi. Ancak göz kapaklarını dahi oynatamayacak kadar enerjisiz kalmış olması gerçeği onun kaçmasını engelleyen en büyük unsur dahi sayılmazdı. Onun kaçmasını engelleyen en büyük unsur, yanı başında duran cadı ve az önce çağırdığı mezarından yeni çıkmış bayat ve çürümüş iğrenç ölülerdi. Ölüler fikri eğer normal bir durum olsaydı Roxana'yı kusma durumuna getirebilirdi ancak neredeyse ölü gibi yatan ve nabzı az atan bir baygından kurmasını bekleyemezsiniz elbet.
Kalkmasını bile beklemeden onu kucaklayıp cadının yanına götüren bir ölü fikri kulağa iğrenç gelse de, o anda Roxana'nın umurunda değildi. O, sadece tekrar başını belaya sokmamak için içinin sesini dinlemek istiyordu. Ancak bu gidişle, daha tam anlamıyla kendine gelemeden ruhunu kaybedecek ve buna bağlı olarak ölecekti. Kendini ölüme hiç bu kadar yakın hissetmemişti. Hani hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti derler ya, o anda Roxana'nın gözünün önünden geçen şey yepyeni bir film şeridi değil de, yanık ve dökük bir papirüsten ibaretti. Hayatının yarısı ne olduğunu sorgulayarak, diğer yarısı da baş ağrıları ve aile dırdırıyla geçmişti. Daha yapmak istediği birçok şey vardı. Şimdi ölmek, başına gelen, gelmiş ve geçmek üzere olan en kötü şey olurdu. Ancak daha sonra ne olduysa oldu. Az önce göz kapağını kaldırmaya yetecek kadar enerjisi bulunmayan genç kız, şimdi kendini yeterince iyi hissediyordu. Kaçmak için henüz yeterli enerjiye sahip değildi ancak gözlerini açmaya ve kendini biraz da olsa doğrultmaya yetecek kadar enerjisi vardı. Kendini biraz doğrulttu ve başına ne geleceğini bilmez bir halde gözlerini açtı. Gördükleri, başına gelmiş en kötü şeydi ve en kötü şey kalacaktı. Yüzünü buruşturdu ve kendince sessiz ancak diğer herkesin rahatlıkla duyabileceği, yaşadığı şoku kısaca özetleyecek nitelikte, yarı baygın bir şekilde konuştu.
"Aman Tanrım!"
x.X
Ölülerin devre dışı kalmasının üzerinden fazla zaman geçmemişken bir dolu kemik yığını Roxana'nın hemen altındaki topraktan çıkmıştı. Yavaş yavaş onu sarmaya başlamıştı bile. Ancak hızlı olmalarına gerek yoktu. Zaten Roxana yaşadığı anılar yüzünden düşünmeyi dahi unutmuştu. Yerinde, oraya yapışmışçasına kaldı ve iskeletlerin onu tamamen ip misali bağlamasına sadece seyirci kalabildi. Burada kurtarılmayı beklemesi de anlamsızdı. Ayın aydınlatmayı unuttuğu bu yerin bulunması, bir vampirin kan diyetine girmesinden bile daha düşük bir ihtimaldi. Bu yüzden Roxana'nın çok da ümidi kalmamıştı. Tek kurtuluş yolu az önce ölülerle baş etmeye çalışan, şimdi de ruhlarla boğuşmakta olan avcıydı. Onun da öfkeli ruhun elinden kurtulması zor görünüyordu. Cadıysa, olanların tamamını kontrol edebiliyor gibiydi. Genç bedenine rağmen ustaca bir kontrol sergiliyordu. Acaba nasıl oluyordu? Genç yaşına rağmen usta bir cadı olmak için ne kadar çalışmıştır? Kendi kendine sorduğu bu soruya zihninden bir ses cevap vermişti. Bedeni çalmıştır. Roxana, derinden gelen bu sese gerçekten çok şaşırmıştı. Harika, bugün az kalsın bir vaudun cadısına yem oluyordum şimdi de kemik yığınlarıyla sarmalanmış duruyorum bir delirmediğim kalmıştı, o da az önce oldu diye düşündü.
Cadı, avcıya tehdit edici bakışlarla bakarken Roxana da ister istemez ürperdi. Üstü kapalı tehdit edici bakışlar, kişiyi en fazla bu kadar donuklaştırabilirdi. The Loch Ness Monster kadar korkutucu ve Haylen Becall kadar çarpıcıydı. Bu bakışları gören biri bir daha asla unutamazdı. Bu bakışlara maruz kalan biri ise, uzun bir süre bu olayın etkisini üzerinden atamazdı. Belki de Roxana tam da bunu yaşıyordu. Yaşayan ölüler ve iskeletler fikri de yeteri kadar iğrençti ancak yerinde öylece durmasını sağlayan etki Clytemnestra adlı cadının ürkünç bakışları da olabilirdi. Eğer bu etki her neyse, gerçekten işini hakkıyla yapıyordu. Çünkü Roxana değil koşmayı, konuşmayı dahi unutmuştu. Dehşet içerisinde ve belki de ağzı beş karış açık şekilde olanları izliyordu. Ancak ne olduğunu anladığı söylenemezdi. Boş boş olanları izliyordu. Sadece fiziksel olarak kötü gözükmesinin yanında ruhsal olarak da çöküntü içerisindeydi. Tehlikeli anlarda ve odaklandığı anlarda ona geleceği gösteren görüşleri de gelmiyordu. Zihni tam anlamıyla bir kargaşa ve kaos halindeydi. Bir an görüşünün artık onu terk ettiğini düşündü. Eğer böyle bir şey olduysa işte gerçekten şimdi işi bitmiş demekti. Tam da işinin bittiğini düşündüğü anda çok büyük bir baş ağrısı tuttu. Bu bir bakımdan iyiye işaretti; görüşü hala onunlaydı. Ancak madalyonun diğer yüzü de vardı. Zaten duygusal ve fiziksel olarak çökmüş durumdaydı. Bir de bu olayın üzerine, zaten başlı başına dayanılmaz olan bu baş ağrısı eklenecekti. Bu görüş bir an önce gelse ve geçse iyi olurdu. Sonra gözleri karardı. Sarı saçlı biri orada duruyordu ve bir anda acı içerisinde çöktü. Roxana dehşet içerisinde kendine geldi. Etrafta sarışın tek bir kişi vardı ve başka birini görmüş olması imkansızdı. Yani görüşüne göre avcı yaralanacaktı. Bu çok kötü olurdu. Eğer avcı da yaralanırsa buradan kurtulma gibi bir şansı kalmayacaktı. Onu uyarmak için bağırarak konuşmak istedi ancak bir yumru tam boğazını tıkadı ve aslında bağırarak söylenmesi gereken şeyleri kendinin bile zor duyabileceği bir sesle söylemek zorunda kaldı.
"Dikkatli ol avcı."
x.X
" Serbestsin venetor*. Puella** da öyle." Roxana'yı sıkı sıkı saran kemik yığınları yavaş yavaş gevşemeye başladı ve en sonunda tamamen onu bırakıp toprağa tekrar karıştılar. Bu işte bir terslik olduğu belliydi. Cadı onları bu kadar çabuk serbest bırakmazdı. Ancak avcı pek şüphelenmişe benzemiyordu. Açıkçası Roxana; az önce gördükleri ölü bedenlerden bile daha çirkin ve daha ürkütücü olan bu görüntünün dürüst olduğunu düşünmenin büyük bir hata olacağını biliyordu. " Sadece kaseyi bana ver. Sanguis*** dolu. Ödeşebiliriz." Cadı, Roxana'nın bilmediği latince kelimeler kullanmaya devam ediyordu. Ancak yine de sanguisin ne olduğunu anlamak öyle bir durumda zor değildi. Etraflarında cadının isteyebileceği iki şey vardı. Biri Roxana'nın hayat özü, ikincisi ise kasenin içinde duran kan. Roxana'yı serbest bıraktığına göre kanı istiyordu. Vampir değildi. Neden kan istediğini anlamakta zorlanıyordu Roxana. Bin bir çeşit büyülerinde kullanacaktır diye düşündü. Belki de bir hile yapacak ve o kanı kullanarak onlara zarar verecekti. Birden Roxana'nın aklına görüşü geldi. Burdan biri yaralı çıkacaktı ve bu avcı olacaktı. Avcının kaçmak için az zamanı vardı. Ancak Roxana'nın daha az. Belki de hemen kaçmalıydı. Çünkü kurtarılmayı beklemek saçmaydı. Evet, kaçmalıydı. Arkasına dahi bakmayarak kaçmalıydı. Onu yem olmaktan kurtaran avcıyı orada öylesine bırakmak ona doğru gelmiyordu gerçi. Ama yine de avcı başının çağresine bakabilirdi. Yani en azından bakmalıydı. Belki de onu koruyacak birileri gelebilirdi. Ancak Roxana, bunların hiçbirini yapamazdı. Onu kurtarmaya da kimse gelemezdi. Zaten koskoca dünyada iki tanıdığı kalmıştı. Biri artık avcılıktan emekli olması gereken yaşlı Billy diğeri ise Roxana'ya gerçekleri anlatmayan ve onu aylar önce terk etmiş olan avcı ablası Madison. Billy artık çok yaşlıydı. Buraya gelse herkesten önce canından olurdu. Madison aylardır ortalıklarda yoktu. Öldü mü kaldı mı o bile belli değildi. Roxana'nın kurtulmasının tek yolu kendisinin çabasıydı.
Avcıya ve cadıya görünmemeye özen göstererek çamur ve toz dolu patikada ayağa kalktı. Adımlarını yavaş ve parmak ucunda basarak yürümeye devam etti. Bir an arkasında biri var mı diye bakmak istedi. Arkasını döndü ancak yürümeye devam etti. Birden ayağı bir şeye takıldı ve kısık bir kıt sesinin ardından yere düştü. Ayağı kırılmamıştı ancak çatladığı kesindi. O an Roxana avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu ancak cadının tekrar ona yönelip zarar vermesini istemiyordu. Ancak avcıya da zarar vermesini istemiyordu. Az önce onu öylece bırakıp kaçmayı planlıyordu, şimdi ise onu bırakamam diye düşünüyordu. Çünkü oradan kaçmak için artık avcıya muhtaçtı ve eğer avcı zarar görürse kaçamayacaktı. Ancak daha sonra görüşünü tekrar hatırladı. Avcı yaralanacaktı ve Roxana'nın kaçma umutlarının hepsi yerle bir olacaktı. Bu yüzden cadının dikkatini dağıtmayı düşündü ancak cadı, Roxana her ne yapmaya karar verirse versin onu Roxana'nın yaptığını anlayacaktı. Ancak bundan başka çaresi yoktu. Belki cadının dikkatini dağıtırsa avcı son hamleyi yapabilirdi. Evet, bu fikir aklına yatmıştı. Hemen bir taş alıp etrafta gördüğü bir çöp kutusuna atıp ses çıkarmayı planlıyordu. Öyle de yaptı. Taşı attı ve avcının işi bitirmesini umdu.
*Avcı **Küçük Kız ***Kan
|
| | | Vincent Valentine
Gerçek İsim : Beycan Mesaj Sayısı : 554 Kayıt tarihi : 12/07/09 Lakap : Vince, Vala
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları ~ Paz Ocak 17, 2010 5:16 pm | |
| - George Crownie demiş ki:
- Kabul Edildi.
| |
| | | | Sanatçı Alımları ~ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|