Tavandan sızan yağmur damlalarının oluşturduğu düzensiz seslere kulağa alışmıştı. Karanlıkta oturmuş, gözlerini kapatmış ve suratına doğru hafifçe esmekte olan rüzgarla birlikte içine dolan enerjinin tadını çıkarıyordu. Üzerine giymiş olduğu kapkara pelerini gecenin karanlığıyla birleşiyor, dolunay belirmeden önce son huzur kırıntılarının bedeninde yayılmasına olanak sağlıyordu. Göz kapaklarını araladı ve daha kaç dakikası olduğunu düşündü. On beş mi? Yirmi mi? Belki de daha az.
Geçirdiği onca sene boyunca kendisine eziyet etmekten vazgeçmişti. Bu onun suçu değildi ve pişman olacağı şeyler yapmamak için elinden geleni yapıyordu. Bugüne kadar sorun olmamıştı, sonrasında da olmaması için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Sırtını yasladığı taştan yavaş hareketlerle kaldırıp mağaranın ağız kısmına yürüdü. Duvardaki kan ve tırnak izleri onda kötü anılar uyandırıyordu. Ağız kısmına ürkek adımlarla geldiğinde rüzgar şiddetini artırmış sarı saçlarını geriye doğru uçuyordu. Bembeyaz teni karanlıkta bile çok rahat seçilebiliryordu. Mavi gözleri ve düzgün fiziğiyle çok güzel bir kadındı. Mesleği, kendine güveni ve rahat tavırlarıyla herkes ona kusursuzmuş gibi bakardı. Ne de olsa herkes gerçek O’nu göremezdi.
Burnuna dolan ağaç ve yağmur sonrası toprak kokusu onu kendine getirdi. Küçük bir çizgi gibi görünen ırmağa ve bacasından tüten dumanı giderek yok olarak göğe yükselen evlere baktı. Normal yaşam, normal hayat. Sağ tarafındaki bir hışırtı O’nu bir kez daha düşüncelerinden ayırdı. Bugün hiçbir şeye fazla odaklanamıyordu. Mağaranın içerisine saklandı. Bir hayvan olmalı diye düşündü. Keşke bu kadar yakınımda dolaşmasa diye üzülmekten kendini alamadı. Onun için pekte iyi olmayacaktı. Mağara zeminine çöküp oraya kıvrıldı. Hışırtı aniden kesilince içinde tuhaf bir ürperme hissetti. Bu bir hayvan değildi sanki. Elini refleks olarak cebine götürdü ama asası orada yoktu. Tedbir olsun diye onu mağaranın girişindeki ağaca bırakmıştı. Parçalanmasını istemezdi. Aslında iyi bir fikir gibi gelmişti başlangıçta ama şimdi pekte öyle gelmiyordu. Daha sonra içeriye uzanan silüeti gördü. Bir insanın burada işi neydi ki?!
Arkadan vuran ışık yüzünün görünmesini engelliyordu. Gölgelerden seçebildiği kadarıyla 1.80 boylarında, kaslı bir erkekti. Koyu renk saçları rüzgarla dans ediyordu ve elinden uzanan asası tehtitkar bir biçimde mağaranın içinde dolanıyordu. Taş zemin ayak seslerini duyursa da rüzgar bu sesleri bastırıyordu. Fark edilmişti. Adamın
"Lumos" demesiyle mağara zemini bügune kadar görmediği ışığa kavuşmuştu. Sally burada ışık kullanmazdı. Bunun detayları artırmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünüyordu. Şimdi ise elleri pelerinin cebinde ayağa kalkıyordu. Asasının olmadığını karşı taraf bilmiyordu sonuçta. Asadan yükselen ışık mağaradaki daha fazla kan ve doku iziyle birlikte bir şeyi daha açığa kavuşturmuştu, gelenin kimliği.
“Seni böyle bir yerde bulmak ne yalan söyleyeyim beni çok şaşırttı Miss Excellent.” Miss Excellent ve bu kelimeye yapılan gereksiz vurgu. Bakanlıktaki bazı çalışanların ona taktığı isimdi. Aslında o kadar mükemmel bir insan değildi ama düzene verdiği önem ve son dönemde artırdığı başarıları ona bu isimi vermişti. Ne kadar da saçma diye düşünmeden edemedi.
“Mr. Gregor. Burada bulunmanızın nedenini öğrenmek gibi bir çaba içine girmeyeceğim. İstediğim tek şey çekip gitmeniz.” Dakikalar daralıyordu, damarlarında zorlanan kanı hissedebiliyordu. Karşısındaki meslektaşı ise her şeyden habersiz suratında alaycı bir ifadeyle karışan saçlarını düzeltirken gülümsüyordu. Pelerinindeki temizlik ve düzenden buraya cisimlendiğini anladı. Toz ve toprak sadece paçalarında birazcık vardı. Her zamanki kahverengi pelerini ütülüydü. Ela gözlerini genç kadına dikti.
“Aksine ben merak ediyorum. Her ay aynı saatte erken çıktığını ve evinde olmadığını biliyorum. Sabah geç saatlerde evine dönüyorsun. Senin nasıl birisi olduğunuzu bilmesem kötü yollara başvurduğunuzu düşünürdüm.” James Gregor... Eski sevgilisi olarak Sally’i en yakından tanıyan kişilerdendi. Ama Sally şu an açıklama yapacak durumda değildi. Ayın ışığı belirmeye başlamıştı. Vakit daralıyordu.
“James... Sana bir açıklama borçlu değilim. Şimdi tek istediğim şu lanet olası mağaradan çekip gitmen!” Onu bu kadar önemsediğini bilmiyordu. Ona bir şey yapabilme ihtimali gerilmesine neden olmuştu. Nefes alamıyor gibiydi. Hogwarts’ta okurken mutluydular. Sally eğer onu terk etmemiş olsa muhtemelen şu an birde küçük çocukları olurdu. Ama Sally bu hayatı tek başına devam ettirme kararı almıştı. Herkes için en doğrusu buydu. Yutkundu ve endişesini O’na göstermemye çalıştı.
“Sally? Artık dayanamıyorum. Cidden. En azından bir şeyler söylemeli ve şu anlamsız soruları cevaplandırmalıyım. Burada ne yapıyorsun böyle? Bunu da geçtim, geçmişle ilgili birkaç detayı hak etmiyor myum? Onca yaşanandan sonra?” Genç cadı artık korkuyordu, endişesi yerini derin bir korkuya bırakmıştı.
“James, şimdi gerçekten...” Sözünü kesen genç adam da oldukça sinirliydi.
“Sırası değil mi? Peki ne zaman sırası? Daha kaç sene benden kaçacaksın? Beni hiç tanımamış gibi davranıyorsun. Birgün bana her şeyi açıklayacağını düşündüm ve bekledim. Ama artık DAYANAMIYORUM!” Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü genç cadının. Bu sözler o kadar derinden etkilemişti ki onu, artık sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Sevdiği adama son bir kez bakarken söyleyebildiği son söz
"Seni seviyorum." olmuştu. Daha sonra tüm dünya karanlık bir sessizliğe büründü.
***
Gözlerini yeniden açtığında kuşların cıvıltısı kulaklarını uğuldatıyordu. Bir an için olanları hatırlamaya çalıştı. Ani bir hareketle doğrulmaya çalışınca üzerindekileri fark etti. Üstü başı kan içindeydi ve pelerini parça parça olmuştu. Kolları ağrıyordu. Olanları hatırlamıyordu doğal olarak. Etrafına göz attı. Bir kurt kadın olmanın ne kadar baş belası bir şey olduğunu ancak yaşayınca anlamıştı. Kitaplarda okuduğu gibi değildi. Kendi hayatı gibi James’in hayatınında mahvolmasını istemediğinden ondan ayrılmış, hiçbir şey açıklamaksızın kendine eziyet dolu bir yaşam yüklemişti. Her dolunayda bu mağaraya geliyor, sadece birkaç hayvan öldürerek atlatıyordu. Ama bu sefer...
Gözleri gün ışığına alışmıştı. Esmeyi kesen rüzgar ona bir yas gününü anımsatıyordu. Gerçekten yapmış olabilir miydi? O anda ırmağın oradaki ağacın kenarında bir çift ayak gördü. Koşarak, daha doğrusu koşmaya çalışarak, var gücüyle ona doğru gitti. Gözyaşları daha şimdiden akmaya başlamıştı. Ne ormandan gelen hayvan seslerini ne de kuşların ötüşünü duyuyordu kulakları. Odaklandığı tek şey O’ydu. Ağacın oraya gittiğinde yerde boylu boyunca uzanmış James’i gördü. Hareket etmiyordu. Üstü başı tozla koprakla ve kanla kaplanmıştı. Onu korumak istediği onca şeyden sonra kendi elleriyle mi öldürmüştü? Bu kadarı çok ağırdı.
Ne yapacağını bilemeyerek yanına diz çöktü. Gözlerinden akan yaşlar suratındaki toprağı ve kiri akıtıyordu. Ellerini amaçsızca başına götürdü. Yüzünü okşadı. Başını ellerinin arasına aldı ve bacağına yasladı. Başında öylece durmuş ağlıyor, sevdiği adama bakıyordu. Dudaklarını son kez adamın dudaklarına değdirdi. Şimdi içinden geçen tek şey keşkelerdi. Sonu böyle olacaksa ikisininde hayatını zulüme çavirmeye ne gerek vardı? Kafasını eğdi ve göğsüne yasladı. Sadece ağlıyordu, gözyaşları akarken hiçbir şeyi umursamıyordu. O kadar kendinden geçmişti ki genç adamın inip kalkan göğsünü fark edemedi.
“Bende seni seviyorum.” Yanlış duymuş gibi öylece bakakaldı. Dönüşüm geçirirken söylediği son fısıltılı sözlere gelen bir yanıttı bu. Dünyasını aydınlatan ve yepyeni mutlu bir hayale tekrar sarılmasını sağlayan yanıt... Artık her şey mükemmel olacaktı. Mr and Mrs. Excellent ile birlikte.