Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapKapı

 

 Soruların altındaki gerçek

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Felix Maurice
İksir Profesörü
İksir Profesörü
Felix Maurice


Gerçek İsim : Kardelen.
Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 29/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue100/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Sinek

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePaz Ağus. 21, 2011 7:01 am


Soruların altındaki gerçek  Ben_Barnes_124Soruların altındaki gerçek  Xlbayf
Felix Maurice & Helen Althea Leclair
& İksir profesörünün odası.
& Akşam saat ona geliyor.


    Asasını zarif bir hareketle, şöminenin içindeki çaydanlığa doğru kaldırdı ve salladı. Çaydanlık şöyle bir titredikten sonra onu tutan iplerinden ayrılarak, yayılmış olduğu yumuşak koltuğun hemen yanındaki ahşap sehpanın üzerindeki fincana yöneldi. Felix elindeki kitaptan gözlerini ayıramasa da göz ucuyla onu kontrol etmekten kendini alamadı. Fincanın dolduğuna kanaat getirdiğinde, çaydanlığında aynı fikirde olduğu gibi bir izlenime kapıldı; çünkü yerine yönelmişti bile. Adı ‘İnsan ne ile yaşar?’ olan klasikleşmiş bir muggle kitabını okumaktaydı. Etkileyici olduğu gerçeğini kenara koyamazdı asla. Hiçbir zaman, tanrıya çok bağımlı bir büyücü olmamasına rağmen, kitap bunu sağlayacak güçteydi. Kitabı sağ eline geçirdi ve sol eliyle yanındaki fincanı kavradı. Dudakları, sıcak fincana değmesiyle biraz ürperse de içmeyi sürdürdü ve tekrar sehpaya koydu. Kitabın her kelimesini, ruhunda açtığı, ruh hazinesine gönderiyordu sanki. Kitaba kendini öyle çok kaptırmıştı ki karşısındaki şöminede durmakta olan çaydanlıktan suların fışkırdığını fark etmemişti. Ta ki; “Simoon, sen ne halt ediyorsun?” diyerek gözlerini kitaptan hışımla çekene kadar. Hemen ayağa fırladı ve şöminenin cayır cayır yanan ateşin, üzerine sıçrayan kaynar suları durdurmak için çaydanlığı çekmeye karar verdi. Elleriyle çaydanlığı kavramasıyla acıyla küfretmesi bir olmuştu. Eskiden çok içli dışlı olduğu bir küfür geçmişi vardı ve hala etkinliğini tam olarak yitirmeyen bu geçmişe arada teslim olmadan edemiyordu. Gerileyerek büyücü olduğunu söyleyen iç sesinin ne kadar salak olduğunu söylemeye devam etmesine izin vermeyerek asasına eline aldı.

    Hafifçe salladı. Çaydanlık, bir annenin dövdükten sonra ağlayan çocuğa susmasını söylemesiyle sesini yavaş yavaş susturmaya çalışan bir çocuk gibi, dinginleşti. Tekrar koltuğuna dönmüştü ki ellerinde oluşan sızıyla duraksadı. Avuçlarına baktığına gördüğü tek şey, kızaran teninin üzerine oluşmaya başlamış su topaklarıydı. Tiksintiyle yüzünü gerdi; ama bu uzun sürmedi. Kapının neredeyse duyulamayacak bir şekilde tıklatılmasıyla bakışları, içeriden oldukça temiz gözükse de dışarıdan kirli gözüken kapıya kaydı. Gecenin bu saatinde ve okul yeni başlamışken kimin gelmiş olabileceğini düşünürken yavaşlayan adımlarına hız katmaya çalışarak kapıya gitti. Kapının kulpunu çevirdi ve karşısında her zaman yakın davrandığı genç cadıyı görünce şaşırdı. Her ne kadar, öğrenci olsa da güzelliğini inkâr edemezdi Profesör Felix. Uzun saçları omuzlarından süzülüyordu. Felix, onun sadece bir öğrenci olduğunu hatırlatan ruhunu, duymazdan gelmeye çalışarak dudaklarına samimi bir gülümseme yerleştirerek konuştu. “Helen! Burada ne arıyorsun? –İçeri gel.” Bir saniye sonra, davet etmek aklına geldiğinde kapıyı ağzına kadar açtı ve kızın içeri girip koltuklara kurulmasını izledi. Kapı kapatarak kızın hemen çaprazındaki koltuğa yayıldı. Henüz bitmemiş olan kahvesini alamdan önce genç kıza da bir tane koydu. Fincandan küçük bir yudum alıp fincanı iki eliyle kavrayıp, kucağında tuttu. “Neden gelmiştin ta- Helen?” Tatlım diyecekken bunun yanlış bir izlenim bırakabileceğine karar vererek susmuştu. Sonunda dudaklarına o bilindik çarpık gülümsemesini yerleştirmişti bile. Ellerinden vücuduna yayılan sızıdan kurtulmak için önce genç cadıyla ilgilenmesi gerekecekti.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Helen Althea Leclair
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Helen Althea Leclair


Gerçek İsim : Beril
Mesaj Sayısı : 118
Kayıt tarihi : 30/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue95/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (95/100)
Patronus:

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePaz Ağus. 21, 2011 7:50 am

'Sakin ol. Sakin ol. Lanet olsun, sakin ol!' Beyni ne kadar kalbine sonu gelmeyecekmiş gibi aynı emri gönderse de, kalbi deli gibi adrenalin dolu kanını damarlarında son hızla akıtmaya devam ediyordu. Gecenin bir yarısı karıştırdığı iksir yapım kitabında karşılaştığı, daha önce adını bile duymadığı bir bitkiyi görmüştü. Herhalde ne olduğunu bir İksir profesörüne sormak son derece alakasız olurdu, ama Helen’ın Profesör Maurice’i görmek için bahane aradığı da bir gerçekti. Derslerde veya güneşin ortalıkta olduğu zamanlarda onunla konuşması yetmiyordu genç cadıya. Açıkça bilgeliğine ve iksir yeteneğine hayranlık duyduğu, içten içe kişiliğine karşı masum bir aşk beslediği profesörünün her sözü onun için bir peygamberin aldığı vahiy gibiydi. İçinde büyük bir mantık-sevgi çatışmasıyla gecenin bir yarısı pijamalarının içinde profesörünün odasına doğru ilerlese bile, nedense kapıyı açacağını düşünmüyordu. Belki de uyuyordu, ya da dinleniyordu. Onu bu saatte rahatsız etmek ne kadar doğru olurdu? Ya onu sinirlendirir, ya da gerçekten ama gerçekten rahatsız ederse? Genç kız kapıyı çaldıktan sonra bile bu çelişkiyi yaşamaya devam ediyordu. Ancak kapı biraz sonra açılınca, kalbi bir altın Snitch hızında çalışmaya başlamıştı. Profesör Maurice onu hemen içeri alınca kız şaşkınlıktan ve heyecandan ne yapacağını şaşırmış bir halde, kendisine sunulan bardağı kavradı. Helen birkaç saniye adamın yüzünü izlemekten kendini alamadı, şöminenin ateşinde oldukça…

“Neden gelmiştin ta- Helen?” Profesör Maurice’in sesi sanki kendisini içinde bulunduğu dünyadan çekip çıkarmıştı. Çok geç olmadan düzelttiği bir kelime yanlışı kulaklarında adeta yankı yapsa bile, duymamaya çalışıyordu. Genç adamın yüzüne yayılan o gülümsemeyi görünce, onun içinden de gülümsemek gelmişti, ama o an oluşabilecek gülümseme gözlerinin önüne gelince bunu yapmaktan olabildiğince kaçındı. Yüz kaslarını olabildiğince az kullanmaya alışmıştı. Bu ifadesizliği korumaya devam ederek, genç adamın sorusunu cevapladı. Sesinin fazla titrememesini umuyordu. “Ben-Ben aslında bir kitap okuyordum, bilirsiniz yarın hazırlayacağım bir iksir arıyordum. Ve ilginç bir bitkiyle karşılaştım. Biliyorum, as-aslında size gelmemem gerekirdi, özellikle bu saatte, ama ben...” Konuşmaya başladığında utancından gözlerini Profesörünün gözlerinden kaçırmıştı, bu dikkatini tamamen başka bir şeye çevirdi, Profesör Maurice’in ellerine. Ona oldukça tanıdık gelen yanmış deriden başka bir şey değildi bu. Parlak alevlerle yanan şömine ve çaydanlık bir soru sormasını gereksiz kılıyordu, ama kızın soru soracağı da yoktu. Endişeyle bir öğrenciden çok bir şifacı gibi elleriyle Profesörünün bir elini kavradı. Normalde asla cüret edemeyeceği bir şeydi bu -kalbi de bunu bilerek dalga geçer gibi kulaklarına kadar duyurmuştu ritmini- ama o an önemsediği şey Profesör Maurice’in ellerine ne yapabileceğiydi. Yanan kısma fazla dokunmadan birkaç saniye baktı su toplayan deriye ve sonra parlak mavi gözlerini tekrar Profesör Maurice’e çevirdi. “İsterseniz sizin için hemen bir yanık iyileştirici iksir hazırlayabilirim. O kadar da kötü yanmışa benzemiyor, ama biraz daha gecikirse revire gitmeniz gerekebilir… Efendim. Son kelimesiyle bir Profesörle konuştuğu gerçeği aklına düşmüştü. Durumu toparlamak amacıyla ellerini Profesör Maurice’in ellerinden çekip kendi kucağında birleştirdi. Onun da buna karşı çıkacağını zannetmiyordu, zira iki eli de yandığı için kendisinin iksir hazırlayabileceğini sanmıyordu Helen; ancak Profesör Maurice’in yanında sanki görünmez bir balonun içindeymiş ve fazla kıpırdarsa o balon patlayacakmış gibi hissediyordu. Patlarsa hiç hoş şeyler olmayacağından da adı gibi emindi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Felix Maurice
İksir Profesörü
İksir Profesörü
Felix Maurice


Gerçek İsim : Kardelen.
Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 29/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue100/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Sinek

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePaz Ağus. 21, 2011 9:04 am




    Genç kızın kekeleyerek konuşmasını dinlerken, dudaklarına iyice yerleşen gülümsemeyi silmekte zorlanıyordu. Aslında hiç silemediğini itiraf etmek istemediğini söylese daha gerçek bir ifade olabilirdi. Öğrencilerinin ona karşı ilgi duymasına alışmıştı; ama nedense, bu cadının sadece profesör olduğundan dolayı bu kadar heyecanlandığı gibi bir gerçeğe itiyordu kendisini. Fincanı kavradığından dolayı duyduğu sızıyı unutmuştu ve genç cadıyı dinliyordu ki cadının ellerine yönelmesiyle gözlerinin şaşkınlıkla açılması bir oldu. Bunu başkası yapsa ellerini çeker miydi diye düşündü; ancak çekmedi -ya da çekmek mi istememişti? Saçmalama Felix, sadece yardım etmek istiyor. Genç cadı, ellerini bırakıp doğrulduğunda, çehresini fethetmiş olan şaşkınlığı, samimi olabilecek herhangi bir ifadenin tekrar fethetmesine izin verdi. Şu an yüzündeki ifadeyi yorumlayamasa da dudaklarındaki gülümsemenin hala yerinde olduğunu biliyordu. Helen’in tavsiyesini tartmaya karar vermişti ki… “Çok sevinirim Helen.” Diye cevap vermişti birden. ’Felix, hani düşünecektin?’ ‘Düşünmeye ne gerek var ki?’ ‘O senin öğ-ren-cin!’ ‘Tamam, tamam!’ İçindeki savaştan, onu savuşturarak çıktığında, iksir zindanları gibi birçok malzemeye ev sahipliği yapıyor olan odasında göz gezdirdi. Hemen ayaklandı ve şöminenin iki adım ötesindeki kitaplığın alt raflarından hazır olan iksir malzemelerini aldı. Yanık iksiri için çok malzeme gerekmese de en az bir saat gerekiyordu ki Felix içindeki duyguyu tanımlayamıyordu bu durumda. Seviniyor muydu? Evet, HAYIR! Belki. Aklını içine girmesinden kurtardığı selden uzak tutmaya çalışarak genç cadının açtığı kollarına koydu malzemeleri. Sehpanın üzerinde durmakta olan asasını alarak, nazikçe salladı. Sallamasıyla önlerinde, küçük bir ateş ve kazan belirdi. Aslında şöminenin ateşi varken gerek yoktu; ancak iksirin, turuncu bir macun kıvamını alması için kısık ateşte pişerek yapılması gerekliydi. Genç cadının dudaklarında gördüğü gülümsemeyle, dudakları daha çok yayılırken, asasını sallayarak kazanı rahatça görebileceği bir yere çektiği koltuğa oturdu. Kollarını koltuğun kollarına dayayarak cadıyı izlemeye başladı. Cadı işini biliyordu kesinlikle; belki de en sevdiği özelliği buydu. ‘Başka ne olabilir ki?’ İçindeki alaycı ses gene başladıklarının göstergesiydi. Bu iç ses neden sadece bu cadının yanında canlanıyordu ki? Gözlerini devirdiğinin farkında olmayan Felixcadıya odaklanmaya çalışıyordu.

    Dilimlenmiş tırtılları, atarken de, çirişotunu kazanın üstünde ufalarken de, paldıran sıvısının bulunduğu şişeyi eline alırken de çok dikkatli görünüyordu. Bir dakika, paldıran sıvısı mı?! Yerinden hemen fırlayıp, kızın elindeki şişeyi kaptı. “Sanırım… Padıran sıvısının katıldığında ne yapabileceğini görmek istemezsin.” Diyerek kitaplığa yöneldi. Doğru sıvıyı bulduğunda onu genç cadıya uzatarak gülümsedi ve yerine oturdu. Genç cadı geldiğinden beri sürekli gülümsediğini daha fark etmemişti ki… ‘Sana inanamıyorum! Gerçekten! Annenin yanında bile bu kadar gülümsemedin.’ ‘Ne demek istiyorsun?!’ ‘Ne demek istediğim kimin umurunda? Şu an sana sadece, cadının lanet olası bir öğrenci olduğunu söylemem yeterli olacaktır, değil mi?’ ‘Öğrenci olduğunu biliyorum! Hem lanet olası mı?! O lanet olası falan değil. O…’ ‘O ne?’ ‘Of. Kapa çeneni!’ İç sesi kahkahalar atarak susarken, delirip delirmediğini tartıyordu ki iksirin bitirmek üzere olan cadıya çekmeye çalıştı kendini tekrar. Kahverengi saçları kulağının arkasına sıkıştırdığında birkaç tel dışarıda kalmıştı. Nedense, müdahale edip onları da yerlerine koymak için büyük bir çaba sarf etmesi gerekmişti. Ortamın sıkıcı sessizliğini bozmak için basit bir konuşma serisi düzenledi aklında. Aslında planında ses tonu bu kadar samimi değildi. “Her zamanki gibi iyi gidiyorsun. Benden bile iyi olacağa benziyorsun. Erkek arkadaşın şanslı biri.” Ne? Bu da nereden çıkmıştı? Planında bunun ‘e’si bile yoktu ki?! Ne erkek arkadaşı? Hem var mıydı, onu bile bilmezken, neden araya sıkıştırmıştı ki? Neden- derken iç sesi oflayarak cevap vermişti. 'Olup olmadığını öğrenmek gibi bir amacın yoktur herhalde.’ ‘Tabii ki yok!’ diyerek sinirle cevap vermişti ancak yüzündeki gülümseme içindeki savaşı asla yansıtmayacak güçteydi.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Helen Althea Leclair
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Helen Althea Leclair


Gerçek İsim : Beril
Mesaj Sayısı : 118
Kayıt tarihi : 30/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue95/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (95/100)
Patronus:

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePaz Ağus. 21, 2011 11:04 am

Neden hiçbir büyücü ya da cadı sakin kalmasını sağlayabilecek bir iksir yapmamıştı sanki? Profesör Maurice’in yanındayken onu seve seve kullanırdı. En azından gülünç bir hata yapmamak için bu kadar çaba harcaması gerekmezdi. “Çok sevinirim Helen.” Alacağı cevabı biliyordu, yine de adının tekrar tekrar o adamın dudaklarından telaffuz edildiğini duymak kulaklarına resmen şenlik gibi gelmişti. Bu sefer oluşmasına engel olamadığı gülümsemesini yüzüne yayarak, gerekli olan malzemeleri toplamak için şöminenin yanındaki kitaplığa giden Profesör Maurice’in peşinden gitti. Malzemeleri alıp, profesörün birden ortaya çıkarıverdiği kazana baktı bir an. Beş yıldır onun gözleri önünde iksir yapıyordu, ama bu sefer nedense… Nedense farklıydı. Onun odasında, ona özel olarak iksir yapmak, yapacağı o önemsiz iksiri gözünde daha da büyütüyordu. Helen’ın neredeyse dört yaşından beri yaptığı bir iksirdi yanık iyileştirme iksiri, gözlerinin önünde perde olsa bile yapabilirdi. Kazanın başına geçince hissettiği heyecan aniden dinmişti. Kendi güvenli alanına girip, bildiği işi yapmaya başladı. Yine de mutluluğunu açıkça dudaklarındaki gülümsemeyle belli etmekten çekinmiyordu. Malzemeleri birbiri ardına eklerken, onu izleyen gözleri üzerinde hissediyordu, şükür ki kazanın buharı heyecanını tam anlamıyla hissetmesine engel oluyordu. Refleks gibi elini paldıran sıvısının blunduğu şişeye atınca Profesörün aniden canlanan bir heykel gibi şişeyi elinden kapmasıyla korkmadan edemedi. “Sanırım… Padıran sıvısının katıldığında ne yapabileceğini görmek istemezsin.” Helen bir şekilde Profesörün bunu neden yaptığını bile sorgulayamamıştı. Sadece eli hala aynı yerde donmuş bir şekilde beklerken gözleriyle profesörünü izliyordu.

İksirine genç adamın kendisine uzattığı yeni sıvıyla devam etti. Bitirmeye yaklaşmış, durmadan kazanın içindeki iksiri karıştırıyorken kendisini izleyen gözleri yeniden hissedebiliyordu. Küçük bir bakış attığında profesörün gülümsediğini de görmüştü.
‘Acaba gülümsediğinde yüzünde oluşan kıvrımların çok güzel göründüğünü biliyor mudur?’ Sadece takıntılı beyninde aklına gelen bir düşünce olsa da, sanki bir an için profesör düşüncelerini okuyabilmiş gibi hissetti Helen. Gözlerini utancından ve kendine olan şaşkınlığından birkaç kez kırpıştırıp tekrar kazanına çevirdi. “Her zamanki gibi iyi gidiyorsun. Benden bile iyi olacağa benziyorsun. Erkek arkadaşın şanslı biri.” Sanki Helen için zaman durmuştu. İşittiklerinin doğruluğunu sorguladı kendi kendine. Gerçekten iltifat mı etmişti? Ve gerçekten, erkek arkadaşı vurgusu mu yapmıştı? Olmadığını biliyor olmalıydı, öyle değil mi? ‘Buraya kadar Helen. Rüya görüyorsun kızım. Rüyada olman ona rezil olman anlamına gelmiyor tabii.’ Bir süre sakinleşmeyi bekleyerek genç adamın sözlerinin havada asılı kalmasına izin verdi. Tüm dikkatini iksirine verdi, yeterince soğumuş olmalıydı. Kullanabileceği bir bardağa bakındı ilk önce, ama Profesör Maurice’in elleri yandığı için –son derece acıtıyor olmalıydı- kalkıp bir bardak getirmesini istemiyordu. Profesörün kendisine verdiği ama bir yudumdan fazlasını almadığı fincanı alarak, pijamasının arka cebinden çıkardığı asayla içindeki sıvıyı yok etti. Asasını tekrar cebine yerleştirerek kazandaki iksirle fincanı doldurmaya başladı. İkinci kepçeyi tam fincana yaklaştırırken elinin titremesiyle küçük bir kısmı masaya dökülmüştü. İçinden titreyen ellerine ve kendini rahat bırakmayan heyecana aklına gelen tüm küfürleri sayan Helen, sinir ve utancın karışımıyla fincanı masanın üzerine bırakarak arka cebindeki asayı yeniden çıkardı. Neyse ki, böyle durumlarda mantığı onu yalnız bırakmıyordu. Sorusunu cevaplamak üzere gözlerini profesöre çevirdi. “Sanırım, Profesör, bir erkek arkadaşım olsa bile kendini şanslı saymazdı. Bir fincanı bile doğru dürüst dolduramadığıma göre… Sizinle karşılaştırılmam mümkün bile olamaz.” Bir an söylediklerinin gerçekten kendi sözleri olup olmadığını düşündü. Gerçekten de düşündüklerini söyleyebilmişti, ilk kez bile olsa. Kendiyle bir parça gurur duyarak –ne kadar doğru olduğunu bilmese de- gülümsemesini dudaklarına yeniden yerleştirdi.

Yine aşina olduğu bir büyüyü mırıldanarak iksirin döktüğü kısmını temizledi. Asasını tekrar kaldırmanın iyi bir fikir olmadığını düşünerek masanın üzerine bıraktı ve bu sefer fincanı kavrayarak Profesör Maurice’e uzattı. Ellerinin hala görünür bir şekilde titrediğini fark edince gülümsemesini zayıflatarak diğer eliyle fincana destek oldu. Bu sefer dökülmediğinden emin olmalıydı. Genç adam onu ellerinden alınca büyük bir rahatlık hissi içini doldurmuştu. Kendisine verilen bir görevi yerine getirmiş gibi hissediyordu, profesörün acısının geçmesi de cabasıydı.
‘Hem de benim sayemde... Ha!’ Profesör Maurice iksiri içerken hiçbir saniyeyi kaçırmamak istercesine onu izliyordu Helen. Onun yaptığı iksirle iyileşiyordu. Bundan daha büyük bir zafer olabilir miydi? “Daha iyi hissediyor musunuz? Gerçi, o kadar çabuk etki eder mi emin değilim ama…” Ancak onun gözleriyle karşılaşınca kendinden emin ifadesi yerini o eski, bilindik lanet heyecana bırakıyordu. Genç ve duygulara çok çömez olduğunu biliyordu, ancak her seferinde bunu hissetmek zorunda mıydı sanki? Gözlerini tekrar kaçırıp, sanki bir yararı olacakmış gibi sarı saçlarını omzunun gerisine attı. Yine o görünmez balonunun içindeydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Felix Maurice
İksir Profesörü
İksir Profesörü
Felix Maurice


Gerçek İsim : Kardelen.
Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 29/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue100/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Sinek

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePaz Ağus. 21, 2011 9:04 pm




    Demek yoktu erkek arkadaşı. ‘Neden dikkatin buraya çekiliyor Felix?’ ‘Sen susar mısın artık?’ ‘O öğrenci…’ İçini kemiren sorulara sadece kafasını sallayarak yetindi ve dikkatini, bu düşüncelerden çıkmak için, hep yaptığı gibi, genç cadıya vermeye çalıştı. Cadı, iksiri başarıyla tamamlamışa benziyordu. Yanık iksirinin tadından her zaman nefret ediyordu. Keşke macun yapmasını belirtseydim, diye düşünürken genç cadının uzattığı fincanı, kafasına dikti. Iyy… Bir iksir profesörü olabilirdi ama bu iksirlerinde iğrenç yanları vardı. İksiri içmeyi bitirdiğinde, genç cadının, endişelerini gidermek için ellerini gösterdi. “İşe yaradı bile. Tebrik ederim.” Asasını kazana doğru salladı ve yok olan kazanın yanında beklemekte olan cadının koltuğa oturmasını bekledi. Yavaşça koltuğuna otururken Felix ellerine bir kere daha baktı. Eski derisi yerini almıştı ve bir kere daha başarmıştı Helen. Aslında çoğu öğrencisine soyadıyla hitap etmesine rağmen bu kıza ismiyle hitap etmesi ona belli bir rahatlık veriyordu ki bu da garipti. Aklını başka düşüncelere vermeye çalışmaya başladı. Bütün cadılar böyle mi oluyordu yanında, bilemiyordu; ama gerçekten de, neden bu kadar hareketsiz durduğunu anlayamıyordu Felix. Ve neden bu kadar gü-? ‘Kendine gel, Felix.’ Başını hafifçe sağa yatırdığında canı nedense muggle çikolatası çekmişti. Asasını havada bir kere daha salladı ve bir kâsenin rafların birinden havalanarak önünde durması bir oldu. Felix iki tane çikolata alıp, kâsenin, genç cadıya gitmesini izledi. “Lezzetlidir, kesinlikle almalısın.” Diye de eklemeden edemedi. Genç cadı yavaşça kâseden küçük bir çikolata alırken, bakışları kazanın kaybolduğu yerdeydi. Asasını bir kere daha salladı ve kâse eski yerine gitmek özre raflara yöneldi. Felix gülümseyerek çikolatayı ağına atmadan önce “Eee, Helen. Buraya geldiğinde sormak istediğin bitki de neyin nesiydi?” dedi. Çikolatayı yerken cadının cevabını beklemeye başladı. Bunu çoktan unutup unutmadığını merak ediyordu. Belki de, Felix kızla konuşmaktan hoşlandığı için bahane bulmaya çalışıyordu. ‘’HAYIR!’ İç sesi iyice şımarmıştı artık. Onu def edemeyeceğini bildiğinden bakışları kızın, mükemmel çehresine dikti ve dudaklarını oynatmasını izledi.


Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Helen Althea Leclair
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Helen Althea Leclair


Gerçek İsim : Beril
Mesaj Sayısı : 118
Kayıt tarihi : 30/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue95/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (95/100)
Patronus:

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimeCuma Ağus. 26, 2011 3:53 am

Profesör Maurice’in iyileştiğini görmek biraz olsun içini rahatlatmıştı Helen’ın. Derin bir nefes alıp olması gereken yere, koltuğa yerleşti. İksir yaparak, kendi güvenli alanına girerek, biraz olsun odadaki o tuhaf havayı dağıtabileceğini düşünmüştü ama yıkıldığını sandığı görünmez duvar genç cadının tedirginliği yüzünden daha da kalınlaşıyordu. Olması gereken buydu gerçi ama istediği bundan çok farklıydı. Bir an için kendinden yaşlarca büyük ve ona çok iyi davranan bir profesörü hakkında düşündüklerine inanamadı. Küçüklüğünde iyice yerleştirilmiş olan ahlâk duygusu başkaldırmak istiyordu ama her seferinde tutkunun onu bastırması uzun sürmüyordu. “Lezzetlidir, kesinlikle almalısın.” Kendini içindeki çatışmaya fazla kaptırmış olan Helen, Profesör Maurice’in sözleriyle başını önündeki kâseye çevirdi. Birbirine kenetlediği ellerinden birini kâsedeki çikolatalara götürüp, bir parça çikolata aldı. Kâse bir başka asa hareketiyle yerine süzülürken, elindeki çikolatadan küçük bir parça aldı. Gerçekten de güzel bir tadı vardı bu çikolatanın, diline değdiği an deli gibi gülümsetecek güzel bir tat bırakıyordu. Küçük ısırıklarla kısa sürede bitmişti. “Eee, Helen. Buraya geldiğinde sormak istediğin bitki de neyin nesiydi?” Doğru ya, bir an için neden burada olduğunu bile unutmuştu. Annesinin yaz tatilinde aldığı, Helen için bir hazine değerindeki Eric Stanford’ın Unutulmuş İksirler Ansiklopedisi’nden hazırlayacağı bir sonraki iksiri ararken karşılaşmıştı. Cisimlere yalancı bir görüntü kazandıran, son derece karmaşık bir iksir gibi görünmüştü ilk önce gözüne, bu da onu Helen’ın bir sonraki iksiri yapmaya yeterliydi. İksirin yapılışı okumaya devam ettikçe karışıklaşıyor, bulması neredeyse imkânsız malzemeleri içeriyordu. ‘Neden unutulduğunu anlayabiliyorum.’ diye geçirmişti içinden Helen. Tabii, genlisium denen bitkiye gelene kadar. Daha önce yaptığı hiçbir iksirin, okuduğu hiçbir kitabın, ya da katıldığı hiçbir bitkibilim dersininiçeriklerinde bulunmamıştı. Sormak için ise aklına gelen ilk kişi Profesör Maurice’ti elbette.

Tekrar düşününce, gözüne daha kötü bir fikir gibi görünmüştü. Yine de genç adamı fazla bekletmemek amacıyla sarı saçlarını omuzlarının önüne düşüren bir baş hareketiyle, asasıyla birlikte cebine attığı küçük parşömen parçasına davrandı. Tabii, o zaman da küçük tatlının kalıntılarını fark etmişti. Parmaklarında kalan çikolatayı –ne kadar kaba sayılabilecek de olsa- yalayarak bitkinin ismini unutmamak için yazdığı küçük parşömeni cebinden çıkardı. Onu biraz önceki davranışı yüzünden mahçup bir gülümsemeyle Profesör Maurice’e uzattı ve nasıl bulduğuna dair açıklama yapmaya başladı.
“Cisimlerin görüntüsünü bir nevi değiştiren bir iksirdi. Bilirsiniz, yalancı görüntüler. İksirin ismi ise anlayamadığım kadar karışık bir dil. Sanırım bu büyücülüğün ilk çağlarından gelen iksirlerden. Gerçi, o zamanlarda neden böyle bir şeye ihtiyaç duyacaklarını gerçekten bilmiyorum...” Sözlerini sonlandırıp, mavi gözlerini tekrar ilgisini küçük parşömen parçasına yöneltmiş olan genç adama çevirdi. Şöminenin alevleri, düşünürken oluşan mimikleriyle neredeyse uyumlu sayılabilecek bir şekilde yansıyordu yüzüne. Gözleri düşünürken hep olduğu gibi, sanki Helen’ın asla ulaşamayacağı bir dünyadaymış gibi derin bakıyorlardı. O da kendisine bakmadığı sürece, bu genç adamı izlemek öyle hoşuna gidiyordu ki. Duyduğu hayranlık ve sevgi, sahip olduğu o güzel anın da etkisiyle dudaklarını zorla yukarı oynattı. Yüzünde giderek büyüyen bir gülümsemeyle birisini izlemenin ne kadar doğru olduğu tartışılırdı elbette, ama Profesör Maurice o an Helen’a bakmıyordu, değil mi? Hem sonuçta, bu sadece bir öğrencinin profesörüne duyduğu tutkuydu, genç adam ona sadece öğrencisi gözüyle bakıyordu. Bu yüzden bazı davranışlarına göz yumulabilirdi… Değil mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Felix Maurice
İksir Profesörü
İksir Profesörü
Felix Maurice


Gerçek İsim : Kardelen.
Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 29/07/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Soruların altındaki gerçek  Left_bar_bleue100/100Soruların altındaki gerçek  Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Sinek

Soruların altındaki gerçek  Empty
MesajKonu: Geri: Soruların altındaki gerçek    Soruların altındaki gerçek  Icon_minitimePtsi Ağus. 29, 2011 5:15 am



    Genç cadının eline uzattığı parşömene dikkatle baktı. Ne bitkisi? Bu konuda hiçbir şey bilmiyor oluşunu genç cadıya söylemek istemiyordu; ama ne yapabilirdi ki? Lanet olsun, diye geçirdi içinden. Bu şey bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı? Elini çenesine yerleştirdi ve tıraş olmaya yüz tutmuş sakallarını kaşıdı. Beyninin her hücresini bu iş için zorluyordu. Tekrar ediyordu belki bir yararı olur diye. Genlisium, genlisium, genlisium… Aklına en ufak bir bilgi bile gelmiyordu. Şu ana kadar bu bitkiyle hiç karşılaşmamış olması, kendine olan güvenini sarsmıştı sanki. İksirlerle ilgili her şeyi bildiğini sanıyordu bir de… Ne kadar da yanılmıştı. ‘Altı üstü bir bitki. Bunu bilemediğin için ezik sayılmazsın.’ İç sesi tekrar devreye girmişti; ancak bu sefer karşılık vermek yerine sinirini içine attı. Genç cadının onu izlediğini hissediyordu ki bu da üzerinde başka bir baskı yaratıyordu. Hiç kimsenin yanında bu baskıyı hissetmemişti. Hatta öğrencilik yıllarında yaptığı şeylerde müdürün odasına gittiğinde bile bu kadar baskı hissetmemişti. Derin bir nefes verip parşömeni genç cadıya uzattı. Uzatırken dudaklarına hafif ve içten bir gülümseme yerleştirmeyi de ihmal etmemişti.

    Maalesef Helen, bu bitki hakkında bir şey bilmiyorum; ancak-” Son anda aklına gelen bir muggle bitkisini genç cadıya göstermek için raflara doğru yöneldi. “Başka bir şey olabilir.” Rafları birkaç dakika karıştırdıktan sonra, elinde ‘Muggle bölgelerinde yetişen bitkiler’ adında bir kitapla geri döndü. Yerine oturmadan önce asasını salladı ve koltuğunu cadının oturduğu koltuğun hemen yanına getirdi. Bunu yapmasının asıl amacını tam olarak kestiremese de görünürde ki sebep; cadıya daha iyi kitabı okutabilmekti. Yerine oturdu; ancak bu sefer de sayfaları karıştırmaya başladı. Kitap epey kalındı ki bu durumda bunun için beş dakika uğraşması epey normaldi. Tabii bir muggle olsaydı… Asası ile bunu sadece bir saniyede yapabilecekken neden eliyle aradığı meçhul olsa da… Belki de Helen’i daha çok burada tutmak istiyordu. ‘Hayır!’ İtirazlarla dolu ruhuna itaat etmeden sayfayı bulmuştu. İki yüz on altıncı sayfanın sağ üst köşesinde renkli ve büyüme evresi resmedilmiş bir Genlisia vardı. Beyaz, minik çiçekleri olan bitki çok şeker görünse de yandaki bilgilerden sonra bu bitkinin hiç de masum olduğu fikrinde olunamıyordu. Hareketli resmin yanındaki bilgileri Helen’e okutmak yerine kendi okuma kararı aldı. Kopyasını da verebilirdi ama bunu yapmadı ve nedeni… Bunu düşünmeyi keserek kitabı okumaya başladı hemen. “Genlisianın tuzağı, hayvan bağırsağına benzer. Toprak altında dallanmış olan yaprakları, içi boş borular şeklindedir. Topraktan çekilen su bu borularda ilerler. Boruların uçlarındaki yarıklarda, bitkinin içine doğru yönelmiş bir akıntı vardır. Bu akıntı, bitkinin içinde su pompalayan tüycüklerden kaynaklanır. Su içindeki böcekler ve diğer organizmalar, akıntı nedeniyle boruların uçlarındaki yarıklardan içeri doğru sürüklenir. Bu sürüklenme boyunca geçtikleri her yer uçları aşağıya bakan kalın ve sert tüylerle kaplıdır. Tüycükler de birer sübap gibi iş görerek, böceği bitkinin içine doğru iten ikinci bir etki meydana getirirler. Kurban içerilere doğru ilerledikçe bir dizi öldürücü sindirim beziyle karşı karşıya gelir. Sonunda da Genlisianın besini olmaktan kurtulamaz. Genellikle ormanların derinliklerinde yetişirler.” Kitaptaki bilgileri daha da ayrıntılı görebilmesi için Helen’e uzatırken. Felix’in paragrafı okumasından hoşnut olduğun dair bir his doğmuştu içinde ve bu epey hoşuna gitmişti. Genç cadı kitabı incelerken Felix devam etti. “Şüpheli olsam da eski dille yazılmış bir kitapta adı farklılaşmış olabilir. Bundan dolayı bitkimizin bu olduğunu söyleyebiliriz. Yine de bir bitkilim profesörüne danışırsan fena olmaz.” Gülümseyerek sözlerini noktaladığında kızı izlediğini fark etti. Tamam, bu garipti; çünkü genelde sevgililerine gülümseyerek bakardı. ‘Keser misin şunu?’




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Soruların altındaki gerçek
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts :: Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu :: Zindanlar-
Buraya geçin: