“Ah, hayır JJ bence bunu yapmamalıyız.” Ağır ağır yanan ateşin başında oturturken endişe dolu gözlerle arkadaşını yüzdü. Saat hayli ilerlemişti ve hava tükürdüğünde havada donacak kadar soğuktu. Kendini hayvanlardan ayıracak derecede aklı olan herhangi bir büyücü bu kadar soğukken Hogwarts’ın dışına çıkmayı bırak, sıcacık yatağından çıkmaya bile yeltenmezdi. “Sana bunun önemli olduğunu kaç kez söyleyeceğim?” Yükselen sesiyle beraber, yüzündeki damarlar da belirginleşmeye başlamıştı. Sakin ol dercesine elini havaya kaldırdı. Söylediği şeyleri anlamıştı ayrıca. Efendiler, verilen emirler ve saçma sapan bir sürü iş. Yalnızca bunu neden şimdi yapmaları gerektiğini anlamamıştı. Pekala dersleri bittikten sonra ve havanın karanlıkta olmadığı bir vakitte de bunu halledebilirdiler. “Ne yapmamız bekleniyor?” dedi usulca, zaten yeterince sinirlenen kedinin kuyruğuna basmak istemiyordu. JJ’in yüzünde sinirli bir sırıtış oluştu, kendi sözünü dinletebildiğine mutlu olmuştu. Kafasında planlar yapmaya başladı, soğuk hava işini bir büyüyle halledebilirdi. Endişelendiği şey ise Karanlık Orman’ın bu saatte pek tekin olmayışıydı. Kendini korumak konusunda asla sorun yaşamamıştı hatta yenen taraf olmaya o kadar alışkındı ki bir kavganın içine düştüyse onu saniyeler içinde biriyle düello yapıyor halde bulabilirdiniz. “Öncelikle…” diye söze başladı JJ, taş zeminde dolanıp duruyor zemini bölen çizgilere basmamak için çabalıyordu. “Gönderilen elçiyii bulmalıyız, o bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecek.” Ne kadar da hoş. Tam olarak ne yapacağımızı bilmeden kendimizi tehlikeye atıyoruz. JJ bazen fazlasıyla zeki olabiliyordu, tıpkı şu andaki gibi. Şu her zaman görev aşkıyla yanıp tutuşan tiplerdendi o da, kendi tarafının kazanması için elinden geleni ardına koymazdı –ta ki ölene kadar. Ve bu gidişle yakında Merlin’in yanına gidecekti de. Bir de Ravenclaw’un aklı temsil ettiğini söylerlerdi, tamamen yalan! Koskoca okulda kendinden başka akıllı olan bir insan daha görmemişti şimdiye kadar. Hepsi bir yönden açık veriyorlardı ve o derin bir su gibi akıp giden dipsiz bucaksız hafızasına tek tek yazıyordu. Zamanı geldiğinde hepsi düşmanını yenmek için ona büyük artılar sağlayacaktı, hele de kendisinden başka herkesi düşmanı olarak gördüğünü düşünürsek.
“Merlin aşkına, ne yapıyorsun seni aptal?” Onu omuzlarından sarsan ellerle beraber, gözünün önündeki karanlık odanın parlak ışıklarıyla doldu. Gözlerini kırpıştırarak etrafa baktı, kalın ahşap masanın üzerinde bu dönem gördükleri kitaplar duruyordu. Hemen arkasındaki pencereden kara bulutları gördü, yağmurun gelmesi uzun sürmezdi. Gözleri duvarda yürüyen bir örümceğe takıldı, örümcekleri severdi. Elleriyle üzerinde oturduğu kadife koltuğu hissetme gereği duydu sanki hala aynı yerde olduğunu kanıtlayacak bir şeylere ihtiyacı vardı. Küçüklüğünden beri ne zaman düşünmeye başlasa farklı bir dünyada gibi hissediyordu, olduğu yerle bağlantısını koparıyordu. Başlarda bunu sorun ediyordu çünkü çevresindekiler onun kaçık olduğu düşünüyordu. Sonra insanların birer bok parçası olduğuna karar verdi ve sorunları puf –baloncuklar kadar hızla yok oldu. “Merak etme JJ uyumadım ve seni yalnız bırakmıyorum, şimdi izin verirsen asamı almalıyım.” Yol vermesi için eliyle kış kış hareketi yaptı. Kızlar yatakhanesine doğru çıkan dolambaçlı merdivenleri sanki hayatında herkesi kaybetmiş, yarı ölü biri gibi ağır ağır çıktı. Kalın bir perdeyle kapalı olan yatağının çevresinden dolaştı ve komodininin üzerinde duran asasını aldı. Perdesinin mühürlenmesi için gereken büyülü sözcükleri söyledi, bir yandan da kimsenin uyanıp uyanmadığına bakıyordu. Sandığından temiz bir kot ve kalın bir kazak çıkardı, çabucak üstüne geçirdi. Burada yapması gereken başka bir şey kalmadığına göre artık aşağı inebilirdi. Merdivenleri inip ortak salona geldiğinde sinirle oradan oraya yürüyen bir JJ buldu, o çoktan hazırdı. Ağzını bir şeyler söylemek için –büyük ihtimalle hakaret edecekti, açtı ama Alexis’in çatık kaşlarını görünce yalnızca burnundan hızla nefes alıp vermekle kaldı. Ödlek. Karanlık Orman’a gideceği zaman yanında daha güvenilir birinin olmasını tercih ederdi ama bununla idare etmek zorundaydı. Karanlık Efendi onları ekip yapmakla büyük hata etmişti, tabii kimse ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Ölüm korkusu herkesi yırtıcı bir kurttan etrafta yalanarak gezen bir köpek yavrusuna çeviriyordu. Alexis bunu hiçbir zaman anlamamıştı, madem elinde sonunda öleceklerdi bunun şimdi veya gelecekte bir gün olması ne fark ederdi ki? “Artık gitsek iyi olacak, hava aydınlanmadan önce okula geri dönmek istiyorum.” Kendini olaydan soyutlayıp ölüm, ruh ve yaşam gibi derin konulara dalmadan bir an önce gitmeleri iyi olacaktı. JJ’in kafa sallayışını gördü, büyülü kelimeleri söyledi ve kendini görünmez kıldı. Başka bir şekilde kimseye görünmeden okul sınırlarının dışına çıkmaları imkansızdı.“Perdeni mühürlemeyi unutmamışsındır umarım,” diye fısıldadı sürekli yer değiştiren merdivenlerden inerken. JJ’in sessizce küfür edişini duyar gibi oldu. İki katı salak.
Bahçeye çıktıklarında kapanmaya başlayan gözleri büyüdü, dikkatli olmalıydı. Karanlık Orman’a attığı ilk adımdan itibaren kendini kaktüsün üzerinde oturuyormuş kadar rahatsız hissediyordu. Gündüzleri burada olmayı pek sorun etmezdi ama hava kararıp tüm tehlikeli yaratıklar evlerinde istedikleri gibi gezmeye başladığında ürkmediğini söylese yalan söylemiş olurdu. Asasının ucundan çıkan ışığı yere doğru çevirdi, nereye bastığını görmek istiyordu yoksa devasa ağaçların devasa köklerinden birine takılıp kendini yerde bulabilirdi. “Nerede olduğunu bildiğini umuyorum JJ.” Çocuğun yüzüne bakmadan bile gözlerini devirdiğini anlayabilirdi, her saniye yan yana olmak zorundalarmış gibi JJ onu asla yalnız bırakmıyordu. Okulda sevgili olduklarına hatta mezun olduklarında evleneceklerine dair dedikodular dönüyordu. İşaret parmağını ağzına götürdü ve öğürüyormuş gibi yaptı, ne zaman bu ve buna benzer söylentiler duysa söyleyenlerin yüzlerine doğru kusmak istiyordu. Yanındaki çocuğun takılıp tökezlediğini gördü, neyse ki düşmemeyi başarmıştı. “Biraz dikkatli ol, seni budala.” Olduğu yerde durdu, bir çıtırtı duymuştu sanki. “Ve sessiz,” diye fısıldadı parmağını muggle hemşireler gibi parmağına doğru götürerek. Olduğu yerde sesin geldiği yöne doğru döndü. Orada ne olduğu bilmiyordu ama gecenin yaratıklarından biri olsa şimdiye kadar kendini göstereceğini düşündü. “Nox,” dedi usulca, JJ’in de fısıldadığını duydu. Asayı sıkıca kavradı ve çıtırtıların geldiği yöne çevirdi. “Expelliarmus!” Çalıların arkasından büyük bir kahkaha duyuldu, karanlıktan bir adam çıkıp önlerine doğru geldi, Jacob. “Yüce Merlin’e sana verdiği iyi duyan kulaklar için teşekkür etmeliyiz Alexis.” Sinirli bakışlarını JJ’e yöneltti, güya buluşma yerini biliyordu. Tam bir vakit kaybı.
“Bizi çağırmanın sebebini öğrenmek için can atıyorum,” dedi yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle Jacob’a dönerek. Ayrıca ona da fazlasıyla kızgındı, her zaman gösteriş için saçma sapan hareketler yapmasından hoşlanmıyordu. “Evet bunu görebiliyorum.” Ve unutmadan her gördüğünde kusacak duruma geldiği dişlerini göstererek sırıtmasından hiç hoşlanmıyordu. JJ’in yüzündeki tapınma ifadesini gördüğünde sinirleri biraz daha hopladı, kendine daha düzgün insanları örnek alsa olmuyordu sanki. “Her neyse…” dedi Jacob, yüzünde sıkıldığını belirten bir ifade vardı. “Efendi sizin teste tabi tutulmanızı istedi, böylece bizim aramızda olmaya yetecek cesaret ve güce sahip olup olmadığınız belli olacak.” İkisinin de şok içinde aralanan ağızlarını görmek ölüm yiyenin keyfini az da olsa yerine getirmişti, yeni yetmelerle uğraşmaktan garip bir haz alıyordu.“Ne yapacağız ki?” Görev aşkıyla yanıp tutuşan çocuğun gözlerindeki hayal kırıklığı ve saklamaya çalıştığı korku… Onun korkması Alexis’i de korkutuyordu, ona güvenmemesi gerektiğinin farkındaydı aslına bakılırsa güvenmiyordu da… Yine de onun kendine güvenmemesi, tehlike çanlarının çalmaya başlaması gibi bir şeydi. “Kendinizi Karanlık Orman’daki yaratıklardan koruyun.” Ne yani bu kadar mıydı? Görevle ilgili söylenmesi gereken tek şey bu muydu? Ağzını açıp şikayet etmeye başlayacaktı ki, Jacob buna izin vermeden ölüm yiyenlere has yoldan gitmişti bile. “SENİ LANET OLASI ADAM!” diye haykırdı, sesi ormanda yankı yaparak her seferinde daha büyük bir ürkütücülükle kendisine geri döndü. Hala olduğu yerde hareketsiz duran JJ’i kolundan yakaladı ve sürüklemeye başladı. “Hemen buradan çıkmalıyız, beni duyuyor musun JJ?” Çocuk anladığını belli etmek istercesine kafasını salladı ve kolunu kızın parmakları arasından kurtardı. Fark etmeden fazla ilerlemişlerdi ve şimdi ikisi de bunun için lanetler okuyorlardı. Karanlıkta yürüyorlardı, attıkları adım bir hayaletin hareketleri kadar sessiz ve görünmezdi. “Belki de koşm…” çocuğun fısıldaması çığlığa dönüşmüştü. Alexis arkasına döndüğünde yerde yatan JJ’i gördü ve üzerindeki at adamı da tabii. İstemsiz olarak bir çığlık attı önce. Telaştan eli ayağı birbirine karışmıştı. “Flipendo!” diye haykırdı, at adan havada uçarak 10 metre kadar ileri savrulmuş ağacın gövdesine hızla çarpıp yere yığılmıştı. Acıyla karışık uğuldayışından sonra kendinden geçmişti, bu pek de iyiye işaret değildi her an daha fazlası burada olabilirdi.
JJ’in yanına doğru koştu, elini çocuğun koluna değdirdiği an acıyla karışık küfredişi doldurdu ortamı. At adam toynağıyla kolunu ezmiş olmalıydı. “Tamam JJ, her şey geçti,” dedi çocuğun çamurla kaplı yüzünü okşarken.“Nefes alamıyorum,” dedi JJ boğuk bir sesle ardından yüksek sesle bir öksürük krizine girdi. Anlaşılan tek hasar kolunda değildi, ciğerleri de ezilmişti ve belki Merlin aşkına, kaburgaları kırılmış olabilir miydi? Birinin kaburgalarının kırılıp kırılmadığını nasıl anlardın ki? “Sanki bir şey ciğerime saplanıyor, yardım et Alexis nefes alamıyorum…” Kesinlikle ciğerlerinde bir problem vardı, iyileştirme büyülerine daha fazla çalışmadığı için kendine lanet okuyordu. İstemsizce dökülen göz yaşlarını elinin tersiyle silmeye çalıştı, yine de kendini durduramıyordu. Bir şeyler yapmak zorundaydı, muggle yöntemleriyle ilgili bir şeyler biliyordu elbet yine de yanlış bir şey yapmaktan korkuyordu, ayrıca olayın iğrençliğini de düşünmeden edemiyordu. JJ'in yüzüne doğru yaklaşırken kendi kendine iğrenmemesi gerektiğini tekrarlıyordu, çocuğun kurumuş dudaklarını birbirinden ayırdı, çenesini havaya kaldırıp başını geriye doğru attı, burun deliklerini kapattı ve bir yandan yaptıklarının doğru olması için dua ediyordu. Güçlü bir nefes aldı ve ağzını çocuğun ağzına dayayarak bütün kuvvetiyle içeri hava üfledi. Yarattığı etkiyi görmek istercesine çocuğun suratına baktı, ardından eğilip tekrar hava üfledi. “Daha iyi olduğunu umuyorum… Şimdi seni havaya kaldıracağım, götürebilmemin tek yolu bu.” Acı içinden kıvranan çocuk yalnızca göz kapaklarını açıp kapatmıştı, bu bile Alexis için yeterliydi. Hemen yanında duran asasını eline aldı, kenarda JJ'in asası çarptı gözüne. Onu da alıp kotunun cebine sıkıştırdı ve sözcükleri söyledi. Yavaş yavaş havaya yüklesen çocuğa dikkatle baktı, kontrolünü tek bir an kaybetmesi onun için daha fazla acı demekti. Gözünü bir an bile ondan ayırmadan etrafında döndü, bir yandan da çevreyi diğer tehlikelere karşı kolluyordu. Kendine de zarar gelmesi durumunda buradan kurtulamayabilirlerdi, yataklarında olmadıklarını görene kadar kimse onların yokluğunu fark etmezdi. Aklına kötü şeyler getirme, aklına kötü şeyler getirme. Kolunu havada tutmaktan kaslarına ağrı girmişti, gözlerinin etrafında kuruyan damlalar tekrar akmaya başlamıştı. “İyi misin JJ?” dedi kendi acısını yok sayarak, çocuğun başı ona döndüğünde biraz olsun rahatladı. JJ de onun ağlamasını önlemek için yüzüne sahne bir gülümseme oturtmaya çalışmıştı ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Hogwarts’ın birbirinden yüksek kuleleri görüş alanına girdiğinde derin bir nefes aldı, güvenli bölgeye tekrar girmişlerdi. Güneş ufukta yükselmeye başlamış, hava aydınlanmış ve okul uykusundan uyanmaya başlamıştı.
Telaşlı gözlerle etrafa bakmaya başladı, revire çok uzaktı ve acil olarak yardıma ihtiyacı vardı. Yağmur damlaları birer ikişer kafalarına düşmeye başlamıştı ki müdirenin sesi duyuldu. “Tüm gece yataklarınızın dışında ne yaptığınızı dinlemeyi çok isterim… Burada neler oluyor?” Evet, bugün için ilk kez biri sesini duymuş gibiydi. Daha fazla devam edemeyeceğini bilirdi, kendini dizlerinin üzerine bıraktı tabii ki yaptığı büyünün gücü de sona ermişti. “Aristo Momentum, ” dedi telaşa kapılmış yaşlı kadın, çocuğun hızla yere çakılmasını önlemişti. Yanında duran yardımcılarından biri koşup JJ’i kucakladı. “Biz… Karanlık Orman… Saldırdılar…” Dili kuruluktan damağına yapışmıştı ve arkasındaki kuleler yer değiştiriyor gibi geliyordu. Müdirenin bir şeyler söylediğini duydu ama ne söylediğini anlamamıştı. Gözünü her kapatıp açtığında dünya yerinden oynamış gibi hissediyordu, kafası öyle ağırdı ki ince boynu onu taşıyamıyordu… Onu omuzlarından sarsan elleri hissetti, biri adını söylüyor ve onun için çok karmaşık gelen sorular soruyordu. Karanlık yavaş yavaş onu içine çekiyordu, dipsiz bir uçurumdan atlamıştı sanki. Uçuyor, uçuyordu…