Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapKapı

 

 hildefons, lavira

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lavira Hildefons




Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 06/09/11

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
hildefons, lavira Left_bar_bleue97/100hildefons, lavira Empty_bar_bleue  (97/100)
Patronus:

hildefons, lavira Empty
MesajKonu: hildefons, lavira   hildefons, lavira Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 7:00 am




    “Ne olursa olsun asla düşmanının seni ele geçirmesine, gemlemesine izin verme. Başını taşlara vur, kendini kamçıla. Düşmanlar üzerine geldiklerinde sakın düşmanını elinden kaçırma. Öyle düşür ki atından, bir daha kalkamasın. Sonra hançerini göğsüne sapla. Diyelim ki olmadı, yapamadın. O zaman kendini öldür; çünkü başka yolun yoktur...”

    Kadife elbisesinin altında adımlarını kontrol etmek oldukça zorlaşıyordu. İnce, yumuşak kumaş bacaklarına dolanıyor, kaşındırıyor ve adımlarını bozuyordu. Buna rağmen adımlarını kendinden emin, zarif bir şekilde atmayı başarabiliyordu. Kaç yıllık denemenin verdiği bir başarıydı bu yürüyüş. Merdivenleri büyük bir ustalıkla indi. Birkaç adım ileride bulunan ve büyük ziyafetin verildiği odanın kapısına geldiğinde duraksadı. Kapıyı koruyan şövalyelere bir prensese yakışır bir şekilde gülümsedi. Nymeria bu unvanı hak ettiğini ve layıkıyla taşıması gerektiğini küçük yaşlarında öğrenmişti, öğrenmek zorunda kalmıştı daha doğrusu. İki kraliyetin tek varisi olmasından dolayı krallığın yükleri çok küçük yaşlarında yüklenmişti o küçük ama güçlü omuzlarına. Babası, Kral Keiser öldüğünde Kral Topraklar‘ını annesi ile kendisi yönetmek zorunda kalmıştı. Kraliçe ile birçok güçlüğü aşmış ve bu büyük diyarları sorunsuz bir şekilde yönetmeye başlamışlardı. Ayaklanmalar, savaşlar… her şeyle başa çıkabiliyorlardı. Yedi Tanrılar bu yaşına kadar hep onun yanında olmuştu; halkının büyük bir çoğunluğu tanrılar tarafından elçi olarak yollandığına inanıyordu. O bu söylentilere aldırmıyor, yönetim görevinden başka bir şeyi kafasına takmıyordu. Halkı takmış olsaydı şu an için bu evliliği düşünmezdi. İki krallığın düşmanlığı büyük bir engel teşkil ediyordu bu birleşme için; eskide kalan birçok savaş Pentos ve Sur – Dorne arasında yaşayanları birbirine düşman kılmıştı. Bugün yapacağı tercih iki krallığın da ilerlediği yolları birleştirecek, büyük ölçüde değiştirecekti.

    Gıcırtı ile açılan işlemeli tahta kapı Nymeria’yı düşüncelerinden çekip aldı. Dalgınlık ile kafasını sallamış olacak ki muhafızlar emri yerine getirmiş, kapıyı açmışlardı. Kendisini onlara sinirli bir bakış atmaktan alamadı. Sinirlendiğini hissedince derin bir nefes aldı. ‘Sakin ol. Senin kralın olacak kişiye böyle görünmek…’ Kulaklarını tırmalayan, içini gıdıklayan sesi duymazdan gelmeye çalıştı, lâkin sesin susacağı yoktu, bu gıdıklama heyecanını iyiden iyiye tetikliyordu. Yanaklarının kızarmaması için tanrılara dua etmeye başlamıştı bile. Yüzünün kızarıklığından bordo rengi elbisesini suçlayabilirdi. Bu renk ten rengi ile uyumluydu, ama gözleri ile olan zıtlık onları daha belirgin birer boncuk gibi gösteriyordu. Yüzüne çarpan ışığa karşılık olarak kıstı gözlerini. Elleri ile yüzünü kapatma isteğini zor da olsa bastırdı. İçeriden yüzünü yalayan yemek kokularına doğru ilerlemeye başladı. Her zamanki endamı ile odaya süzüldü Nymeria. Yüzüne dökülen saçlar, yüzünü okşayan küçük esinti ile omuzlarından arkaya doğru kaydılar. Bu sayede laciverti andıran gözleri ortaya çıkmıştı, hiçbir soya ait olmayan gözleri. Prensi bulabilmek ümidiyle yemek dolu masaları birer birer yokladı. Masalar en küçük noktalarına kadar yemekle dolmuştu. Annesi hiçbir harcamadan kaçınmamıştı anlaşılan. Bu masraflar krallığı biraz sıksa da sorun olmayacaktı. Salonun en sonunda bulunan kumral prens ile göz göze geldiğinde kalbinin yerinden çıkacağını düşündü. Evet, onun prensiydi. Gözlerini ona dikerek Prens Myndar’ın içine işlemeye niyetleniyordu. Salonda bulunanların önünden geçip kraliyet ailelerinin bulunduğu bölüme geldiğinde herkesle tek tek göz temasında bulunmaktan kaçınmamıştı. Herkese iyi bir kraliçe olabileceğini kanıtlamak istiyordu sanki. Annesinin, Kraliçe Ljeta’nın önüne geldiğinde yarım bir reverans yaptı. “Leydim.” Yüzü kırışmaya yüz tutmuş kraliçenin selamlaması üzerine yönünü prense doğru döndü ancak prens çoktan yerinden kalkmış, bir adım ötesinde duruyordu. Yeşilin siyah ile yarıştığı bir kıyafet seçmişti. Zümrüt rengi elbisesine işlenmiş olan siyah deri onu olduğundan daha olgun gösteriyordu, oysa ki daha on yedi yaşındaydı. Elini uzattı, Nymeria tereddüt etmeden isteğini karşıladı prensin. Elini prensin pamuktan daha yumuşak elinin üstüne koydu. “Lordum.” Büyüleyici bir gülümseme özel bir renklendiricinin bulunduğu dudaklarında belirdi. Bu renklendirici birçok bitkinin birleşmesi ile kalıcı bir renk veriyordu genç kızın dudaklarına. Renk ve gülümsemenin birleşimi prensi etkilemiş gibi görünüyordu. Bir müddet yeşile çalan gözleriyle Nymeria’yı süzdü. Ani bir hareketle prens kulağına doğru eğildiğinde bacaklarının onu taşımayacağını düşünmekten kendisini alamamıştı. “Benimle gelir misin, Prenses’im?” Asıl şimdi kızardığına adı gibi emindi. Sesin nefes ile ağızdan çıkışını izledi. Yüzünü okşayan nefes bir rüzgâr kadar soğuk ama bir o kadar yumuşaktı. Kafasını yarım yamalak bir hareketle salladı; aklınca prensin sorusunu kabul etmişti. Hareketinin bu kıpır kıpır salon için yeterli olmadığını düşünmüştü fakat prens onayını görmüştü ve prensesin elinden tutarak onu döndürdü. Yarım daire şeklinde atılan bir turdan sonra kapıya sırtı yerine pudralanmış yüzü bakıyordu. Arada bir de Prens Myndar’a kaçamak bakış atıyordu. Prensin yüzünde sabit bir gülümsemeden başka bir şey olmasa da Nymeria ona büyük bir hayranlıkla bakıyordu. Bütün gözlerin üzerinde olduğunu fark edince Nymeria kendini topladı. Birbiri ile uyumlu bir şekilde kapıya yöneldiler. Nymeria, zümrüt renkli parlak elbisenin verdiği rahatsızlığı bile unutmuştu. Tek düşündüğü prensin onu beğenip beğenmediğiydi. Vücudunu, kıyafetlerini ve saçlarını hızlı bir şekilde kontrol etti. Bunu yaparken kimseye yakalanmamaya özen gösteriyordu; yılların getirdiği bir diğer tecrübe de bu olsa gerekti.

    “Küçük bir eğlencenin iyi olacağını düşündüm. Dışarıda minik bir gezinti…”

    Giriş kapısına neden gittikleri şimdi belli olmuştu. Nymeria’nın bunu reddedeceği yoktu ama, bu saatte, hem de prensten beklemediği bir teklifti. Prensin elini serbest bırakıp koluna girdi. Büyük bir kral havasıyla yürümesi genç kızı gururlandırıyordu. Kolunun sıcaklığı prensesin titremesini alıyor, soğuk gece havasının buzunu kırıyordu. “Nasıl dolaşacağız? Bu saatler pek güvenli değildir, Lordum.” Prens Myndar’ın bir planı vardı anlaşılan, en azından Nymeria elâ gözlere yerleşen parıltıdan bunu çıkartmıştı. Sarayın önündeki araziye geldiklerinde duraksadı, soğuk iliklerine kadar işlemişti. Arkasında birikmiş saçlarını önüne alarak açıkta olan teninin bir bölümünü kapattı. Başka çaresinin olmadığını biliyordu. İleride beliren karaltılara dikti gözlerini. İki tane at ve iki kişi. Yabancıydı bunlar, hayır, sadece ahırda çalışan hizmetçilerden ikisiydi. Hizmetçinin yanında getirdiği atlardan tekinin Vryheid olduğunu fark edince şaşkın bir şekilde gözlerini prense döndürdü. “Sizin gibi narin birisini yürüyerek gezdirecek değildim ya?” Bu düşünceli hareket ile Nymeria’yı kendine bir kere daha hayran bırakmıştı. Hizmetçi eyerin üzerine serilmiş parlak bir kumaş parçasına uzandı. Pelerini. Onu görmek bile ısınmasına sebebiyetti, sevincinden hizmetliye sarılmak istedi. Ama bu isteğini kısa sürede bastırdı. Hizmetçinin üzerine doğru yürümesiyle hemen öne atıldı. “Bana getirdin sanırsam. Ben bağlarım, teşekkür ederim.” Hızla kaptığı pelerin ile mide bulandırıcı kokular yayan adamın yanından uzaklaştı. Bu adama birinin su ile temizlenebileceğini öğretmesi gerekiyordu, yoksa çevresindeki insanlar kısa süre içerisinde ölecekti.

    Prensin küçük bir çabası ile eyerin üzerindeydi. İki ayağını birleştirip üzengiye dayadı. Soğuk deri, elbisenin üzerinden bile hissediliyordu. Dengesini sağlayınca seyisin elinden dizginleri aldı ve atı yönetebileceği bir uzunluğa kadar çekti. Koyu renk deriden oluşan kayışın içindeki özgürlük duygusunu körüklediğini hissedebiliyordu. Sinsice gerildi dudakları. Dizgini bir müddet izledikten sonra bakışlarını prense döndürdü. Genç adam görenleri büyülemek istermişçesine ahenkli bir şekilde atladı atın üstüne. Prensin eyere yerleşmesi ile Nymeria atını yanına sürdü. “Büvet ağacını görmek istersin, bence.” Ayın kırık ışığı altında prensin mimiklerini izlemeye başladı, vereceği tepkileri. O de Nymeria gibi atını küçük bir hareket ile ilerletmeye başladı.

    Sonsuzluğu fısıldayan rüzgârlar, buranın onlar için en uygun yer olduğunu söylemişti. Nymeria önceden karar vermişti buraya gelmeye ama bu küçük fısıltı ona doğru yolda olduğunu söylüyordu. Atın çığ tutmuş toprakta bıraktığı iz ve çıkartı senfoni ile yolun ne çabuk bittiğini anlamamışlardı. Beyaz ağacın yarı çıplak dallarını görünce bir heyecan dalgası daha hissetti. Beğenecek miydi acaba? İyice yaklaştıklarında ağacın hatları, kabuğuna kazınmış yüzü belirginleşiyordu. Diğer büvet ağaçlarına nazaran bu ağaçta bulunan yüz yamuk bir gülümseme ile gülümsüyordu. Bu görüntü birçok kişinin tüylerini diken diken etse de Nymeria onun yanında huzur buluyordu. Krallığında bir şey olduğunda ona danışır, cevap vereceğini düşünüp diyeceklerini beklerdi. Her zaman bir cevabı vardı; sessizlik. “Ve geldik.” Prensin yüzünde de bir parıltı vardı, hayranlığını belirten bir pırıltı. Ağaca iyice yaklaştıklarında prens attan indi, kendi atını bağlamadan önce Nymeria’yı belinden tutarak tek hareket ile yere indirdi. Yakınlığın verdiği tedirginlik ile genç kız nefes almamaya karar verdi. Prensin baharatlı kokusunun üzerinde bırakacağı tahribatı tahmin edebiliyordu çünkü. Yakışıklı gencin atları bağlamasını beklerken ağacın kırmızı yapraklarından bir tanesini eline aldı. Kırmızının ton ton dağılışına, damarların belirginliğine verdi dikkatini. Diğer eliyle yaprağı okşadı, kabarıklıkların elinin altında kayışını izledi. Ensesinde hissettiği nefes ile sıçrayarak arkasını döndü. Ağzını ne diyeceğini bilemeden araladı. Dudaklarını okşayan yumuşak bir parmak ile kelimeleri boğazına dizildi. Gene, küçük bir fısıltı “Büyüyü bozma.” demişti kulağına. Bu ses tonundan sonra asla sesini çıkartmayacaktı, hatta nefes bile almayabilirdi. Prens elleri kadar yumuşak bir hareketle omzunu tuttu önce. Ardından ellerini aşağıya kaydırarak bileklerini tuttu. Kraliyet üyeleri için bu yaptıkların çok yanlıştı ama onları burada görecek kimse yoktu. Daha önce yapmadığı bir şeyi yapmak Nymeria’nın canını yakmıyor değildi ama bunu delicesine istediği de bir gerçekti. Gözlerini prensin elâ gözlerine dikti. Göz bebekleri beyaz ay ışığında kocaman olmuştu, renkli bölüm küçük bir hare gibi duruyordu gözlerinde. Nymeria gözlerini birkaç kırpmadan sonra yavaşça kapattı. Daha önce hissetmediği bir şeylerin olacağından emindi, lâkin cesareti onu nereye kadar götürebilirdi bilmiyordu. Bekledi, uzun bir süre geçmesine rağmen prens hiç kıpırdamamış, onun yerine hırıltılı bir şekilde nefes almaya başlamıştı. Gözlerini yavaşça araladı. Prensin büyümüş olan göz bebekleri küçücük noktalar haline gelmişti, aralanan dudakları kırmızıya çalan bir renk almıştı. Bakışlarındaki anlam ise… Bakışları tamamen boştu. “Myndar?” Prens ileriye baktığı boşluktan bakışlarını Nymeria’ya çevirdi ama bakışları hâlâ ifadesizdi. Genç adam saçlarında esen rüzgâr onu yavaşça geriye ittirmiş olacak ki kuvvetli bedenini ona, rüzgâra yenik düştü. Küçücük bir esinti o bedeni yıldırmıştı. Nymeria başarısız bir şekilde prensi tutmaya çalıştı ama nafileydi. Prens sert bir şekilde toprak zemine çarptı. Ne yapacaksın? Gözlerine hücum eden gözyaşlarını bastırmaya çalıştı. Hızla, hareketsiz yatan bedenin üzerine eğildi. Esen rüzgâr şimdi ruhunu alıyordu bedeninden, Yedi Tanrılar’a götürüyordu. İçinde isyandan başka bir şey hissetmiyordu. Tanrılarına isyan etmek. Böyle mükemmel bir kaderin yönünü niye değiştirmişlerdi ki? Neden şimdi? “Size engel olmak istemiştik. Dinlemediniz.” İrkilerek etrafını kolaçan etti. Yanına gelen bir düzeni adamın ayak seslerini duymamıştı. Esintinin soğuk senfonisi buna engel olmuştu. Sör Llitad. Böyle başarılı bir şövalyenin neden bu kadar saçma bir hareket yaptığına anlam veremedi, veremiyordu. Onunla tartışmak gibi bir hataya düşmeyecekti. Tartışması Prens Myndar’ı getirmeyecekti, saygınlığını korumaya dikkat etmeliydi. Birden şövalyenin elinde yay olduğunu fark etti. Bununla mı öldürmüştü onu? “Bunu ödeteceğim sana. Saraya dö-” Yayı yüzüne doğrultunca Nymeria sustu. Yüz hatları kıyafetleri kadar koyu olan adam bir adım yaklaştı. “Yaşayacağına inanıyor musun? Pardon, yaşatacağıma?” Bir krallık burada son bulacaktı; bir şövalye yüzünden. Yemin ettiği her şeye ihanet eden biri yüzünden. Sona ermişti zaten, bundan sonra nefes almanın bir anlamı yoktu. Her zaman yaptığı gibi gene kendi bildiğini okuyacaktı Llitad. Ona söylemişti, konseyde bu evlilikten vazgeçmeleri için uyarmıştı onu. Ama Nymeria nereden bilebilirdi cezanın bir krallığın sonu olacağını. Ona bu kadar rütbe vermemeliydi, bir hain olduğu çok açıktı ama annesine buna inandıramamıştı. Şimdi sonlanıyordu her şey, o burada hayatını sonlandırırken şövalye saraya dönüp her şeyden bihaber rolü oynayacaktı. Sırtında hissettiği keskin bir acı ile nefesi kesildi. Elbisenin yırtılma sesi kulaklarında çınladı, son demlerini yaşadığını anlaması zaman almıştı. Ellerinde bir soğukluk hissetti, ellerinin altında bulunan ölmüş bedenden kaynaklanmıyordu bu. İçine işleyen bu soğuğa engel olamıyordu. Titreme başladığında omzuna dokunan bir el hissetti. Kafasını döndürüp bakacak hali yoktu. Dünya dönüyor, görüşü yavaş yavaş kararıyordu. Her şeyin sona erişini eli boş izleyecekti. Yapabileceği başka bir şey yoktu. “Burada, acı çekerek ölün, Leydim.” Duyduğu son sözlerin bu kadar duygusal olması farklı bir şeydi. En azından annesini uyarmalıydı. Onu yalnız bırakmamalıydı, bırakamazdı. Titremesi artarken ses kulaklarında yankılanmaya başladı. ‘Acı çekerek ölün.’






Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
George Crownie
Hogwarts Müdürü
Hogwarts Müdürü
George Crownie


Gerçek İsim : umut.
Mesaj Sayısı : 1989
Kayıt tarihi : 11/07/09
Yaş : 31
Lakap : geo.

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
hildefons, lavira Left_bar_bleue100/100hildefons, lavira Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Mantikor

hildefons, lavira Empty
MesajKonu: Geri: hildefons, lavira   hildefons, lavira Icon_minitimeÇarş. Eyl. 07, 2011 2:24 am


    Kurgu güzeldi. Her ne kadar Game Of Thrones kurgularını sevmesem de okuduğumda hoşuma gitti. Betimelemelerini iyi bulduğumu söylemeliyim. Nesnelerin betimlemeleri muhteşemdi. Fakat mekan tasvirlerinde biraz eksiğin var gibi. Onu da tamamladığın takdirde mükemmele ulaşabileceksin. Paragraf düzenin iyiydi. Tam beklediğim noktalarda diğer paragrafa geçtin. Anlatımın da iyiydi. Son kısımda biraz acele etmene rağmen, önceki kısımlardaki anlatımın bunu geride bırakacak kadar iyiydi. İmla düzenine geldiğimde ise, üç noktanın kullanımı ile ilgili bir sıkıntı fark ettim. Gereken yerlerde üç noktayı kullanmamışsın. Bu şekilde kurduğun üç cümle farkettim. Ama genel olarak özetlersem, güzel bir roldü. Betimlemelerin ve anlatımının akıcılığı diğer etkenleri göz ardı etmeye yetiyordu.

    Betimleme: 29 / 30
    Paragraf Düzeni: 5 / 5
    İmla Düzeni: 9 / 10
    Anlatım: 39 / 40
    Kurgu: 15 / 15

    97, Tebrikler.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://eskiao.roleplaylife.net
 
hildefons, lavira
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts :: Karakter ve RO Dünyası :: Oyun Vadisi :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: