Gökyüzü kapkara bir mürekkep dökülmüş gibi yer yer açık yer yer koyuydu. Siyah mermerden salonun tepesinden vuran yıldızların yansıması yine simsiyah olan taştan parkelere vuruyordu. Salonun ortasındaki mermerden oyulmuş bembeyaz bir koltuk sanki ışığı toplamıştı. Koltuğun üzerinde oturan kadın gözlerini kapatmış uyur gibi bir halde koltuğa oturmuştu.
Teni bembeyazdı tıpkı mermer gibi... Gecenin ileri bir saatiydi. Salonun gösterişli kapısı ani bir karar verir gibi hızla açıldı. Koltuktaki kadın gözlerini araladı. Küçümseyici bir şekilde kıstığı gözlerini kapıdan girmiş olan meşaleli adama dikti. Yemyeşil gözleri hafifçe irileşti ve kıpkırmızı dudaklarında bir alaycı gülümseme belirdi.
Uşaklardan biri girip adamı takdim etmeye kalkınca kadın gereksiz dercesine elini sallayarak onu gönderdi. Kapıdan giren adam elindeki meşaleyi sıkıca kavramış gözlerini koltuktan hafifçe doğrulan kadına dikmişti. Kadın zarif ve hızlı bir hareketle yerinden kalktı ve adamın yüzüne bakarak düşündü. Aylardır yıkanmamış, kirden pastan hiç çekinmeden buraya gelmiş...
'Eh, hangi rüzgâr attı seni buraya küçüğüm?' dudaklarını büzüp adamın sürat ifadesinin kızgın bir hal almasını izledi. Adamın yüzü ne kadar kirli olsa da bariz zarif hatları vardı. Yüzünde gözlerini gölgeleyen bariz bir kin de vardı. Uzun yüzü ve renkli gözleri ile bir tanrıya benzeyen yüz hatları bu kin dolu bakışla birleşince ölüm tanrısını andıran biri ortaya çıkıyordu.
Kadın ne kadar belli etmemeye çalışırsa çalışsın onu her gördüğünde etkilenmekten kendini alamıyordu. Evet, daha önce de karşılaşmışlardı birçok kez ama hiçbiri bunun gibi değildi. Şimdi ikisi de birbirinden nefret ediyordu. Ne yazık! Oysaki beraber yıldızları bile yönetecek güçleri vardı... Kötü kader bazılarını da ayırıveriyor.
'Neden geldiğini anlarsın sanmıştım Ales! ' dedi adam alayla. Korumaların bir kısmı kipirdandi. Onlar Alessandra diyemezlerdi kadına. Majeste veya kraliçe... Kadın ismini duyunca gülümsedi ve adam gülümsemeye bakarak acı acı düşündü. O her gülümsediğinde canı mı acıyacakti böyle. Bir zamanlar onunla gülebilirdi oysa... Geçmiş gerideydi ama yine de özlem duyuluyordu. Alessandra meşaleye bakarak güldü.
'Ne yani beni yakacak mısın?' dedi meşaleyı işaret ederek... Adam gülmedi ve Alessandra da ciddileşti. Tozpembe tüllü uzun elbisesini uçuştacak bir hızla adamın yanında belirdi. Adam hafif bir şaşkınlıktan sonra kendine geldi ve çenesi gerildi. Ales işaret parmağını adamın çenesine koyarak
'Beni öldürecek misin gerçekten, Eric?' diye sordu. Eric'den ses çıkmadı ama gözleri birbirine kenetli öylece durdular. Ales neden sonra derin bir nefes aldı ve nöbetçilere
' Çıkın! ' diye emretti. Nöbetçiler ve korumalar tereddüt ettiler ama Ales sabırsızca bağırdı ' Çıkın dedim size! ' hepsi uğultuyla dışarı çıktıktan sonra kapı kapandı.
Ales anında ardını döndü eric'e. Kolay bir hedefti belki ama eric onu yakmaktansa izlemeye karar verdi. Ales salonu boydan boya adımladi ve salonun karşısındaki küçük sunağın önünde durdu.
'Buraya bir daha geleceğini düşünmezdim. Şu yıldızlar şahit ki sen ne kadar nefret ediyorsan benden ben de senden nefret ediyorum o kadar... Ama buradasın... Belki de nefretin daha büyüktür küçüğüm. ' dedi yavaşça sunağa yaslandı.
Sunakta küçük çekmece vardı. Ales çekmeceyi açtı ve karıştırmaya başladı. Eric buna bir anlam veremiyordu. Sonra ales in ipeksi sesini duydu. Şarkı söylüyordu. Sesi sanki onu kendine çekiyordu. Hep böyle olmuştu zaten en büyük silahı sesiydi. Sese doğru yürüdü ve sunağın biraz önünde durdu. Ales sunağın dibine çökmüştü. Simsiyah zeminde adeta parlıyordu. Onun yanına bölmek istedi ama bu melek ona fazla uzaktı.
Elindeki meşaleye üfledi vazgeçmişti. Meşaleyi söndüren ales ayağa kalktı. Uçarcasına koltuğa döndü. Bu sefer derli toplu bir şekilde oturdu ve eliyle eric'i çağırdı. Eric ikiletmeden yanına gidip oturdu. Ales gözlerini kapattı ve arkasında duran elini kaldırdı. Elinde kemik saplı zarif bir bıçak vardı. Gayet keskin gözüküyordu. Bir an karanlıkta parlayan bıçağı savurarak eric'in görmesini sağladı ve önlenemez bir hareketle bıçağı bileğine sürdü. Kan oluk oluk akarken eric'in gözleri parladı. Ama tereddüt onu durdurdu. Ales gülümsedi ve 'İç.' dedi. Eric hızla eli ağzına götürdü. Açlıkla içiyordu buna memnun olan Ales aya bakarak kahkaha attı. 'İç eric iç! Artık ayrılamayız!'