King's Cross İstasyonunda, kendinden emin, kahverengi gür saçları ve yeşil gözleriyle dikkat çeken bir kadın, yanında ise ne yaptığını bilmez bir şekilde ilerleyen, istasyonun kasvetli havasından sıkılmış, iki şaşkın çocuk; Magdalena ve Richard.6 sene boyunca çektiği acıları biraz olsun hafifletebilen 2 kişi vardı küçük kızın yanında; herkesten çok sevdiği halası ve Richard. Onların -anne ve babasının- yokluğunu hissediyordu elbette. Yüzlerini tam olarak hatırlamasa bile, onu ne kadar çok sevdiklerini biliyordu. Ve öldükleri gece, hayatında unutamayacağı anları. Ölüm onları en çaresiz ve umutsuz zamanlarında yakalamıştı. Tüm bu karanlıktan kaçacakları gece. Yüzünü, hatlarını, bedenini, kahkahalarını unutamadığı tek kadındı anne ve babasını öldüren. 22 yaşındaki ablası, Rachel. Korku, onun düşüncelerini öylesine köreltmişti ki, öldürmekten zevk alan, mutluluktan aciz birisine itaat etmeye yemin etmişti. Magdalena henüz 5 yaşındaydı o zaman. Hayatın anlamını yeni yeni keşfetmiş, konuşmaya tam olarak yeni başlamış, ışıldayan mavi gözleriyle dikkat çeken bir çocuk. Ölüm acısını ilk o zaman tatmıştı. Ve merak duygusunu. Hayatı boyunca, ablasının onu neden öldürmediğini merak etmişti, hala ediyor da. Onu seviyor muydu? Hayır. Anne ve babasını gözlerini kırpmadan öldüren birisi, kardeşini sevemezdi.
“Çocuklar, acele edin, geç kalıyoruz.” konuşan halasıydı. Yüzünde beliren mutluluk ve tatlı telaş, Mag'i biraz olsun rahatlatıyordu. Yüzüne içten bir gülümseme yerleştirmek istiyordu ama bu konuda başarılı olduğu söylenemezdi. Hogwarts'a ilk gidişinden kaynaklanan, korku ve endişe onu içten içe yiyip bitiriyordu. Orada neler olacağını çok merak ediyordu kız, ve bu duygu rahatsız ediciydi. Richard, arada ona takılarak saçma sapan şakalar yapıyordu bu konuda. Magdalena her gece başını yastığa koyduğunda, orayı düşünürdü. Hogwarts'ı. Halası heyecanlı heyecanlı, çocuklara orayı anlatırdı. Dersleri, öğretmenleri, okulu, sürekli değişen merdivenleri, hayaletleri, tabloları. Halası da orada okumuştu, aynı babası ve annesi gibi. Hepsinin binası Rawenclaw'du. Büyük ihtimalle Mag ve Richard da oraya seçilecekti. Onunla olmak kızın hoşuna gidiyordu ve onu rahatlatıyordu. Magdalena onu çok seviyordu. Zaten halası ve onun oğlu, -Richard- onun ikinci ailesiydi. Onlarsız bir hayat düşünemiyordu kız.
“Hala tren nerede?” diye mırıldandı küçük kız. Halasının ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Çünkü etrafta, ellerinde büyük bavullar, baykuş ve kedilerle bekleyen sadece onlardı. Etraftakilerin onlara karşı rahatsız edici bakışları, Magdalena'nın dikkatini çekmişti.
“Tatlım, hemen şurada!” diyerek boş, döküntü bir vagonu gösterdi kadın. Çocukların bakışlarındaki şaşkınlık giderek artıyordu. “İyi de ora-” kadın oğlunun tiz sesini bölerek devam etti,“Beni takip edin.” Çocuklar afallamış bir şekilde, birbirlerine bakarken, kadın çoktan vagona ulaşmıştı. Çocukların geldiğinden emin olmak ister gibi, arkasına baktığında hala yerlerinde olduklarını gören kadın, yüzüne yapmacık bir kızgınlık ekleyip, onlara gelmelerini söyledi. Magdalena ve Richard, arabalarıyla birlikte koşarak vagona ulaştıklarında, kadın asasını çıkarıp bir şeyler fısıldamaya başlamıştı bile. Yaklaşık on beş saniye sonra, çocukların ellerini kavradı kadın. Aniden beliren rüzgar çocukları içine çekiyordu sanki, bu yaklaşık beş saniye sürmüştü. Bu sırada, çocukların şaşkınlıkları hızla endişeyle karışık bir korkuya dönüşmüştü.
Kendilerini bir anda taş bir zeminde bulan çocuklar, korku dolu gözlerle kadına baktığında, yaptığından emin ve rahat bir görünüm bulunca oldukça şaşırmıştılar. Kadın aynı rahatlıkla, yukarıdaki tabelayı işaret etti çocuklara.
-Hogwarts Express'i, Peron 9 3/4-
“Sonunda!” dedi kadın sevinçle ellerini çırparak. Bu haliyle çocuklardan daha heyecanlı bir görüntü çiziyordu. Şimdi bu haldeyse, Hogwarts'a gittiği ilk günü merak ediyordu küçük kız, kim bilir ne kadar heyecanlıydı.
Richard, tabelayı gördükten sonra rahatlamıştı. Ama, Mag'in rahatladığı söylenemezdi. Aksine daha da endişelenmişti, halasının bu neşesinin kaynağı, çocuklara olan beklentilerinden kaynaklanıyordu. Ve bunları karşılayamamak kızı korkutuyordu. Ondan ayrı kalmanın vereceği özlem de eklenince kız daha çok huzursuz olmuştu. Bu durum, gözlerinden süzülen yaşlarla gerçek hayata yansımıştı çoktan. O sırada oğluyla vedalaşmakta olan kadın, gözlerini küçük kıza çevirdi ve ona yaklaştı. Boylarını eşitleyebilmek için eğildiğinde, ellerini tutup, küçük kızın donuk, masmavi gözlerinin içine bakıyordu. “Tatlım, seni çok seviyorum, biliyorsun. Orada çok mutlu olacaksın, inan bana, her şey çok güzel olacak.” Konuşmasıyla kızı rahatlatmaya çalışıyordu ve bunu tamamlamak isteğiyle, kıza sarıldı, sarıya dönük kahverengi saçlarını okşadı.
Magdalena, ağlamak istiyordu. Dilediği kadar, sonsuza dek belki de. Ağlarken rahatlıyordu, evet. Halasından ayrılmak onun için çok zordu. 6 senedir ona o sahip çıkmıştı ve kısa süreliğine de olsa ondan ayrılacaktı, oradan kaçıp onu görmenin bir yolu yok muydu? Ya da halası ona ziyarete gelemez miydi? Bunu belki de on kere halasına sormuştu ve o da bıkmadan, bunun imkansız olduğunu söylemişti.
Kız halasının kokusunu içine çekti ve geri çekilip konuşmaya başladı; “Teşekkürler hala, evet biliyorum, ben de seni!” Kadın tekrar doğrulup, kıza gülümsediğinde, tren yavaş yavaş dolmaya başlıyordu.
“Evet, artık yolculuk vakti!” kadın gözlerinden süzülen tek damla yaşı yavaşça silerek devam etti, “Arabalarınızdan, bavullarınızı alıp trene gitmelisiniz.” Biraz düşündü ne diyeceğini bilmiyor gibi bir hali vardı, vedalaşmak onu sarsmışa benziyordu, “Akıllı çocuklar olduğunuzu biliyorum, ama orada uslu durun, sizi çok özleyeceğim. Ve her hafta yazacağıma emin olabilirsiniz.” Kadın çocukları son kez kucaklayıp, kokularını içine çekti. Bu veda konuşması, çocukları rahatlatmıştı, en azından biraz.
Çocuklar acele etmeleri gerektiğini biliyordu ve bunu hızla uygulamaya koydular. Richard arabayı itmekte zorlanmıyordu fakat aynı durum Mag için geçerli değildi. Minik ve narin bedeni bu konuda yeterli değildi. Richard durumu fark edince kendi arabasını hızla trene götürüp, geri geldi. Magdalena'nın arabasını çekmesine yardım etti, onlar doğdukları andan itibaren birbirlerini tanıyorlardı. Richard'ın babası da ölmüştü, onu da o kadına itaat edenler öldürmüştü. Ölüm yiyen, öyle deniyor değil mi?
Çocuklar güçlükle bavulları trene koyduklarında, tren tamamen dolmamıştı. Bu onlara kolaylık sağlamıştı elbette. Dolu kompartımanlardan gelen kahkaha sesleri, çocukları daha çok heyecanlandırıyordu.
Biraz ilerledikten sonra boş bir kompartıman bulup, eşyalarını yerleştirdiler. Richard baykuşu, Holly'i kafesiyle birlikte yanındaki koltuğa bıraktı. Kahverengi renkte olan baykuşun, başının üstünde büyük sayılabilecek bir beyazlık vardı. Magdalena ise, kedisi Lysaa'yı, kucağına aldı; turuncu ve sarı renkte, yeşil gözlü, hafif tombul bir kediydi bu. Magdalena halasında kaldığı ikinci yıl, evin önünde yaralı bir halde bulmuştu, o günden beri beraberlerdi.
Bir süre sonra, dışarıdan gelen seslerin yükselmesi çocukları, -trenin hareket edeceği- düşüncesine itmişti. Ki böyle de oldu, çok geçmeden, tren büyük bir gürültüyle hareket etti. O sırada, camdan dışarıyı seyrediyordu Magdalena, çocuklarına büyük bir heyecanla el sallayan anne ve babalar, kıza ailesini anımsatmıştı. Belki de orada onun anne ve babası da olacaktı, yaşasalardı, olacaklardı elbette. Annesinin, kızılımsı saçları ve yeşil gözlerini hayal etti kız. Onu hayal meyal hatırlıyordu, bazen eski resimleri gösteriyordu halası. Annesi o kadar güzel gülümsüyordu ki, bunu tarif edemiyordu Magdalena. Onları düşünmenin verdiği hüzün, gözyaşları halinde kızın çenesinden düşüyordu şimdi.
“Bugün çok konuşkansın Mag.”Richard olanların farkında değildi, Magdalena onun burda olduğunu unutmuştu sanki. İstemsizce, gözyaşlarını silip konuşmaya başladı; “Ben, ben sadece, onları düşünüyordum Rich. Anne ve babamı. Ve senin baban, buradaydılar değil mi Rich? Onlar hep bizim yanımızdalar değil mi?” Küçük adam yutkundu, yaşadıkları zordu. İkisinin de. Küçük yaşta ölüm denen acıyı omuzlarına yüklemişlerdi, bu demin taşıdıkları bavullardan çok daha ağır ve acıydı. “Her zaman.” küçük adam tekrar yutkundu ve devam etti, “Hem öyle olmasa bile, yalnız değiliz. İkimiz varız ve orası, yani Hogwarts, orada bizim gibi bir sürü kişi olacak ve bunun için endişelenmek mantıksız.” Çocuk, kendinden emin bir şekilde gülümsedi.“Aslında haklısın.” tombul kedisine bakıp devam etti, “Sanırım Lysaa uyumuş.” Bunun üstüne baykuşuna bakıp iç geçirdi çocuk, “Burada çok sıkılıyor, bunu hissedebiliyorum.”
Küçük kız gülümsedi. Onun yanında olması, kızı mutlu ediyordu. O farklıydı. Bu, doğduklarından itibaren beraber olmalarından ya da aynı evde yaşamalarından kaynaklanmıyordu. Richard Mag'i çok iyi anlıyordu, her konuda. Ona karşı çok anlayışlıydı ve bu durum kızın çok hoşuna gidiyordu.
Tren çoktan şehirden çıkıp, uçsuz bucaksız yeşilliklere ulaşmıştı. Halası buralardan bahsetmişti, tren yolculuklarından. “Buralar çok güzel, yani her yer yemyeşil.” Oğlan gülümsedi, “Evet, öyle.”Kız yeni konular açmaya çalışıyordu, sanki az önce kızın konuşkan olmadığından yakınan Richard gitmiş, konuşmamak için direnen biri gelmişti.
“Sence hangi binaya seçileceğiz?” oğlan suskunluğunu bozup, güzel bir konu açmıştı sonunda. Magdalena bu durumu düşünmüştü, fazlasıyla. “Bence Rawenclaw, biliyorsun, halam hep çok mantıklı, akıllı falan olduğumuzdan bahsediyor. Ve ailenin çoğu oradan.” dedi kız bilgece.“Haklı-” Richard'ın sesini bölen, halası değil, başka bir kadındı, kadın kompartımanın kapısını aralayıp, içeri bakıyordu, “Bir şey ister misiniz çocuklar?” Magdalena kadının kim olduğunu hemen anlamıştı, bu halasının bahsettiği seyyar satıcıydı, ve sattığı şeyler, içlerinden birisi, Bertie Bott'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemeleri. Evet. Halasının bu konuda anlattığı anısını hatırlayınca, istemsizce kıkırdadı. Bertie Bott' un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemeleri'nden, kusmuk tadında bir şekerlemeyi çilekli sanıp yemişti, halası o günden beri o şekerlemelerden yemediğini söylese de, Magdalena geçen noel, halasını o şekerlemelerden yerken gördüğüne emindi.
“Aç mısın Mag?” bu sırada Richard ona sesleniyordu, kız sabahtan beri bir şey yememişti, “Ah, sanırım.” açlığını bu şekilde dile getirirken, Richard çoktan kalkıp, seyyar dükkana göz atmıştı,“Onlar, onlar sanırım Bal Kabağı Pastası, değil mi?” Kadın, -evet- anlamında başını salladı bunu gören çocuk devam etti, “İki tane lütfen.” Kadın pastaları hazırlarken, çocuk arkasına dönüp, kıza gülümsedi. “İki Galleon lütfen.” Richard parayı verip yerine oturduğunda, kadının koridorda yankılanan sesi, Magdalena'nın kulaklarını çınlatıyordu.
Küçük kız, karnını doyurduktan sonra biraz uyumanın iyi bir fikir olacağını düşünmüştü ki, kucağındaki kedisi Lysaa'yı uyandırmadan yanındaki koltuğa koydu. Richard çoktan uykuya dalmıştı, böyle uzun yolculuklarda hep uyurdu zaten. Kız başını cama yasladı, yorgun olmasının verdiği avantajla, çoktan uykuya dalmıştı bile.
Yemyeşil çimler, masmavi gökyüzüyle birleşip ortaya muhteşem bir görüntü çıkarıyordu, onlara arkadan el sallayan Güneş, küçük kızın gözlerini kamaştırıyordu. Aynı tren yolculuğundaki gibi. Nereye gittiğini bilmeden yürüyen kızın üstünde, ince narin bedenine çok yakışan bembeyaz bir elbise vardı, sarı saçlarına takılan beyaz kurdele, kızı daha sevimli hala getiriyordu. Fakat küçük kızın yüzündeki şaşkınlık, bunlarla uyumlu değildi. Nerede olduğunu bilmiyordu, ne yaptığını, içindeki sesin doğruluğuna inanarak ilerliyordu sadece. Küçük bir yamacın arkasında onu bekleyen, birileri vardı. Anne ve babası, kızın önünde öldürülen anne ve babası. Küçük kız onların orada olduğunu hissediyordu sanki, hızla o tarafa koşuyordu. Tam önlerine gelmişti ki, anne ve babası gözden kayboldu.
“Magdalena.” Cüppesini giymeye çalışan genç adam kıza sesleniyordu. “On beş dakika sonra Hogwarts'a varacağımızı söylediler, giyinmelisin.” Kız hala gördüğü rüyanın etkisindeydi. Bunun verdiği şaşkınlıkla, sandığından cüppesini çıkarıp giyilmeye koyuldu. Anne ve babası, onun yanındaydı. Bunu biliyordu.
On dakika sonra çocukların ürkmesine neden olan bir ses yankılandı koridorlarda. “Biraz sonra trenden ineceğiz, eşyalarınızı ve hayvanlarınızı lütfen olduğu yerde bırakın, onlar Hogwarts'a götürülecektir.” Çocuklar bu laflardan sonra rahatladılar, Richard trene bindikleri zaman eşyalarının ağırlıklarından yakınmıştı zaten, en azından onları taşımak zorunda kalmayacaktılar.
Trenin durmasıyla beliren uğultu, Magdalena'nın kulaklarını kapamasına neden oluyordu, sandığından çıkardığı asasını cübbesinin iç cebine yerleştiren Richard, “Neden bu kadar bağırıyorlar ki?” diye söylendi kendi kendine. Kız bunu duymazdan gelmişti, şu an kedisiyle ilgileniyordu. Onu burada nasıl bırakabilirdi ki? 'Onu unuturlar mı acaba?' diye geçirdi içinden. O sırada tren boşalmaya başlamıştı,“Sanırım gitmeliyiz.” Küçük adamın gülümsemesine karşılık veren Magdalena onun arkasından kompartımandan çıktı. Çok az yürüdükten sonra trenden çıktılar, o sırada dev görünümlü bir adam onlara bakıyordu, Saçları sakallarıyla birleşerek, değişik bir görüntü sergiliyordu, koskocaman cüssesi diğer çocukları da korkutmuşa benziyordu. “Oh. Siz Magdalena ve Richard olmalısınız değil mi? Maggie geleceğinizden bahsetmişti, ben Loren, Loren Meanville. Bir saniye, diğerleriyle beraber sizi oraya götürmeliyim, Hogwarts'a.” Adamın sesi oldukça kalındı fakat, -Hogwarts- derken istemsizce sesi incelmişti adamın, Mag bu tür ayrıntılara takılır kalırdı, belki de bu yüzden bu kadar mutsuzdu, ama bu özelliğinin çok güzel olduğunu söylerdi Richard ona. Zaten Richard, Magdalena'yı hep özel hissettirirdi.
Herkes küçük sayılan yamacı çıkmaya başlamışken, Loren onları sesiyle durdurdu. “Birinci sınıflar, siz benimle gelin.”
Adam kendinden emin bir şekilde ilerlerken, herkes birbirine bakıyordu, o sırada gözüne bir çocuk ilişti Mag'in. Bir saniye, az önce göz göze mi gelmişlerdi? Evet. Öyleydi. Magdalena gene ayrıntılara takılıp kalmışken çocuğun ona yaklaştığını gördü. “Selam, ben Laurent.” Yaklaşık beş saniye sonra cevap vermesi gerektiğini hatırlayan kız, “Magdalena, memnun oldum.” Sevecen bir şekilde elini uzattı. Bu ondan beklenmeyen bir davranıştı. Richard ise, kıskanç gözlerle kızı süzüyordu.
Mağara şeklinde bir yere ulaşmışlardı, ilerden gelen su sesini fark eden tek kişi Magdalena değildi. Ve kayıklar. Muhtemelen kayıklarla oraya gideceklerdi. “Herkes üçer üçer şu kayıklara binsin.”Herkes kayıklara doğru yöneldiğinde, Loren, üçüne baktı. “Siz üçünüz benimle büyük olana bineceksiniz.” Eliyle en öndeki kayığı gösterdi, bu iyiydi, en azından yanlarında o olacaktı. Kız, adını söyledikten sonra dev gibi olan adamı tanımıştı çünkü. Halası ondan bahsetmişti.
Kayığa güçlükle de olsa binen çocuklar birbirlerini süzerken sessizliği bozan ilk kişi gene Loren oldu. Ama onlara değil, kayıklara sesleniyordu. “Şimdi.” Cümlesini bitirir bitirmez, kayıklar kendiliğinden hareket etmeye başlamıştı. Bu inanılmazdı. Böyle şeylere hazır olması gerektiğini biliyordu küçük kız. Ama gene de inanmak elde değildi. Halası mümkün olduğunca onların yanında büyü yapmazdı, o yüzden bu durum onlara diğerlerinden daha fazla ilginç geliyor olabilirdi. Richard şaşkın gözlerle Magdalena'ya bakarken Loren'ın gür sesi tekrar duyuldu, “Ee, heyecanlı mısınız bakalım?”cümlesini küçük bir kahkahayla süslerken, kız cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu, diğer iki çocuk suskun kalsa da o konuşmayı tercih etmişti, “Ah. Evet. Hem de çok.” Loren gülümsedi.
Yolculuk boyunca sessiz kalan çocuklar kıyıya ulaştıklarını görünce gülümsediler. Fakat bina hala görünmüyordu. Oranın çok büyük, ihtişamlı ve muhteşem bir yer olduğunu tahmin ediyordu Magdalena. Böyle yerlere ilgisi olmuştu hep.
Loren'ın yardımıyla kayıktan inen Magdalena diğerleri gibi etrafı gözlemliyordu, yamaçta küçük bir patika vardı. Loren kalın parmaklarıyla dar patikayı gösterdi, “Buradan.”
Küçük kız istemsizce dar patikada yürümeye başladı, yanında Richard vardı, ve diğer tarafında Laurent. Onlar da diğerleri gibi sessiz kalmayı tercih ediyordu. Şu an konuşmak zaten anlamsızdı. Hiç kimsenin, bu kadar heyecanlı bir anında, duygu ve düşüncelerini ifade edebileceğini düşünmüyordu kız. İşte, gene ayrıntılara takılmıştı. Boşver, dedi içinden kendine. Evet. Kız ara sıra kendi kendine konuşurdu, bunun yalnızlığıyla alakası yoktu. Zaten öyle değildi, halasının yanında. Ama burası. Burası tamamen farklı bir yerdi.
Yaklaşık on dakika sonra patikayı aştıklarında herkes bir şeylerden yakınmaktan, yüzünü kaldırmaya vakit bulamamıştı. Hogwarts. Hogwarts, tüm ihtişamıyla orada duruyordu işte. Kimsenin dilinden düşmeyen şu okul. Halasının dediği kadar vardı. Görüntüsü oldukça sıcaktı. Sanki kollarını açmış onlara merhaba diyordu tüm neşesiyle.
O sırada herkes ağzını açmış okulu seyrederken, Loren koca cüssesiyle önlerine geçip konuşmaya başladı, “İşte merakla beklediğiniz yer. Çok güzel değil mi?” Duraksadı ve devam etti, “Ehm. Şimdi oraya gideceğiz, benim işim sizi kapıya bırakmakla bitiyor, gerisini Profesör Roshton halledecek.” Sözlerinden sonra hiç kimse sesini çıkarmadan devi takip etmeye başladı.
Şu profesörlerin isimlerini kısa süre içinde ezberleyebileceğini düşünüyordu Magdalena. “İyi misin Mag?” Richard'ın tatlı sesiyle iç dünyasından ayrıldığında ona bakan meraklı gözlerle karşılaşmıştı.“Evet, oldukça.” Bugün sanki her şey zordu, Richard'la konuşmakta buna dahildi.
Büyük, oldukça büyük, işlemeli kapının önüne geldiklerinde dev görünümündeki adam duraksadı,“İşte geldik.” Büyük kapıyı hiç zorlanmadan sonuna kadar açtığında, kapının önünde aniden beliren kadın çocukları gözlemliyordu. Zümrüt yeşili bir cüppe giymişti. Saçları hafif kızıl olan kadının gözlerinin altı yaşından dolayı çökmüşe benziyordu, hevesli bir şekilde parlayan gözleri kıza oldukça tanıdık gelmişti. “Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na hoşgeldiniz.” Kadın, gözünün ucuyla Loren'a bakarak ona teşekkür etti ve çocukları içeri aldı.
“Şimdi Büyük Salon'a geçeceğiz, ama ondan önce size hatırlatmam gereken bir kaç şey var.” Kadın tekrar çocuklara baktı ve devam etti, “İçeride binalarınıza ayrılacaksınız, 4 tane bina var; Gryffindor, Hufflepuff, Rawenclaw, Slytherin. Binalarınıza ayrıldıktan sonra, yemeklerinizi yiyip, kendi binanızla beraber odalarınıza gideceksiniz.” Magdalena büyük bir dikkatle profesörü dinliyordu. Bunları bir daha tekrar etmeyeceğini biliyordu elbette. O sırada profesörle göz göze gelmesini bir rastlantı olarak kabul eden kız dikkatini toplayarak dinlemeye devam etti. “Şimdi, beni takip edin.” Kadının ince ve rahatlatıcı bir ses tonu vardı.
Büyük Salon'a gittiklerini tahmin eden çocuklar, tahminlerinde yanılmıyorlardı. İlk kapı kadar görkemli olmasa da, yine oldukça büyük bir kapıdan geçerek oraya vardılar. Önlerinde şerit halinde yayılan koyu kırmızı tonlarda bir halı, halının iki yanında da boylamasına oldukça uzun masalar vardı, halının sonundaysa, daha küçük bir masa, büyük sandalyeler ve çocukların profesör olduklarını tahmin ettiği insanlar. Magdalena kafasını yukarı kaldırdığında, tavanın görünümüyle büyülendi adeta. Saf bir gece mavisinin üstüne serpiştirilmiş, umudu yansıtan yıldızlar, yapay bir görüntü verse de büyüleyiciydi. O sırada diğer çocukların, -masalarda oturan- gözlerinin onlarda olduğunu fark etti Magdalena. Bu olağandı, bir zamanlar hepsi onların yerindeydi.
Profesör Roshton bu kez elinde bir şapkayla çocuklara sesleniyordu, görünümü oldukça eskiydi şapkanın. “Şimdi, hepinizin adını sırasıyla okuyacağım ve buraya gelip binalarınıza ayrılacaksınız.”Bina seçiminin şapka sayesinde olduğunu söylerdi halası, şapkayı başınıza geçirdiğiniz an size binanızı söylermiş, tabi ara sıra biraz düşündükleri de olurmuş. Evet. Halası aynen böyle söylemişti.
“Ov, ondan önce şapkanın size söyleyecekleri var.” Sessizce kıkırdadı yaşlı kadın. Şapkayı sandalyenin üstüne koydu. Herkesin merakla gözlemlediği şapka, önce biraz kımıldandı, sonra ağzı ve burnu belirdi bir de gözleri.
“Bakmayın yırtık, kopuk olduğuma!
Siz başınıza geçirin gerisi önemli değil.
Şaşırmayın büyülü olduğuma,
Her şey sihirli bu okulda!
Büyüleri öğrenmek için,
Seçilmelisiniz bir binaya!
Hah, işte görevim budur benim.
Zeki ve mantıklı isen,
Düşersin Rawenclaw'a!
Adaletse senin için önemli olan,
Hufflepuff'tır yuvan!
Cesursa yüreğin, karşı çıkabiliyorsan varlıklara,
Gryffindor'dur senin için uygun olan!
Kibirli ve hırslı isen eğer,
Slytherin'dir yerin!”
Şapka, büyük bir ritimle söylediği şarkısını bitirdiğinde salonda kopan alkış kulakları çınlatacak cinstendi. Bir kaç kişi ıslık bile çalıyordu. Bunu eğlenceli bulmuştu Magdalena. Hogwarts o kadar da kötü bir yer değildi, kötü bir yer değildi.
“Şimdi, isimlerinizi okumaya başlayabiliriz.” Çocukların üzerinde göz gezdirip devam etti,“Laurente, Anechka.” Sarı saçlı ve yeşil gözlü bir kız sandalyeye oturdu, gülümsüyordu, Profesör şapkayı kızın başına indirir indirmez, dolu dolu bir ses duyuldu, “SLYTHERİN!” Kız seçimden mutlu olmuşa benziyordu, büyük bir sevinçle sandalyeden kalkıp, binasının olduğu masaya ilerledi.
Yaklaşık beş kişi binasına seçildikten sonra, sıra Magdalena'ya gelmişti, bunu bildiren tabi ki de Profesör Roshton'du, “Sumner, Magdalena.” Magdalena küçük kalabalığı yararak sandalyeye oturdu, tedirgindi, fazlasıyla. Şapka iner inmez konuşmamıştı, Anechka'ya olduğu gibi, “Hımmm.”Sesi oldukça düşünceliydi, “Zeki. Çok zeki.” Kız derin nefeslerini arttırarak almaya devam ediyordu, “Hırs. Cesaret. Mantık.” Bunların hepsini tek nefeste söylemişti şapka. “Ama senin için en iyisi...” Küçük kız yutkundu, “RAWENCLAW!” Soldan ikinci masadan büyük bir alkış koptu, kız hızla oraya yönelmişti. Aslında Anechka gibi olacağını düşünüyordu, sonuçta tüm ailesi Rawenclaw'du, acımasız ablası bile, bu düşüncelerden sıyrılıp eğlenmesi gerekiyordu. Bunu biliyordu ve öyle yapacaktı kız.
Richard da tahmin ettikleri gibi Rawenclaw'a seçilmişti, şimdi heyecanlı heyecanlı masalarında konuşuyorlardı. Büyük Salon'da susturulması imkansız gibi görünen bir uğultu vardı, trendekinden daha fazla.
“SESSİZLİK!” Tüm salonda, hatta tüm okulda yankılanan ses, müdür Archaimbault'a aitti. Salondaki gürültü bir anda kesilmiş, tüm gözler ihtiyar adama çevrilmişti. “Yemekler gelmeden önce size söyleyeceklerim var.” Söyleyeceklerini planlamış gibi görünüyordu, yutkunarak devam etti.“Yeni bir senede, tekrar beraberiz. Birinci sınıflar binalarına seçildi, öncelikle onlara hatırlatmam gereken kurallar var, bildiğiniz gibi Yasak Orman kesinlikle tüm öğrencilere yasak. Orasının ne kadar tehlikeli olduğunu umarım biliyorsunuzdur.” Gülümsedi. “Evet bu kadar. Ziyafet başlasın!” Asasını bir kez oynattı. Bomboş olan tabaklar anında bir sürü yemekle dolmuştu. Önlerinde yiyemeyecekleri kadar yemek vardı. Aslında bu Magdalena için önemli değildi. Yemek yemeyi sevmezdi. Ama Richard için aynı şeyi söyleyemiyordu kız, o tam tersine, önündeki her şeyden tabağına almıştı bile. Büyük bir iştahla yemeğini yiyen Richard'ı izlerken, ince bir sesle irkildi Magdalena. Bu Laurent'tı. O da Rawenclaw'a seçilmişti ve yanında duruyordu. “Aç gözüküyor.” Richard'ı işaret etti. Bunu onun duymaması gerekiyor, diye düşündü Mag. Richard her şeye çok çabuk sinirleniyordu ve sinirinin çabuk geçtiği söylenemezdi. Laurent'la dost olmalarını istiyordu, kısa süredir tanışıyor olmalarına rağmen ona sıcak davranıyordu Magdalena. Bu küçük kızı bile şaşırtmıştı.
“Ah, sanırım, biraz.” Sessiz fısıldamasını, küçük bir kahkahayla süslerken, Richard bir şeyler olduğunu fark etmişti. “N'oldu?” Şaşkın bir biçimde kahkaha atan Magdalena'yı izledi. “Bir şey yok, sadece bir şey söyledi. O kadar.” Richard'ın tepki vermesini istemiyordu, böyle küçücük şeylere fazla tepki gösteriyordu çünkü. Laurent'ın onunla ilgili bir şey söylediğini fark etmiş olmalıydı. Ama Magdalena'nın masum bakışlarını görünce vereceği tepkiden vazgeçti. “Bir şeyler yemelisin Mag.” Mag yediği patatesleri gösterdi, evet, yemek yemek istemiyordu, zaten sevmiyordu da.
Magdalena yemeğin başından beri neredeyse tüm binayla tanışmıştı. Aralarında her ne kadar çok sıcak insanlar olsa da bazıları ona çok soğuk davranmıştı. Ama şu an bunu önemsemiyordu, kendini zamanla onlara sevdirebilirdi. O sırada müdür tekrar ayağa kalktı, gözlerin kendine çevrilmesini normal karşılıyor gibi bir görünümü vardı. Magdalena böyle bakışlardan rahatsız olurdu. Önde olmak gibi bir takıntısı yoktu. “Sanırım yemeklerinizi yediniz, dersler yarın başlayacak, eşyalarınız odalarınıza çıkarıldı.” Profesörlere baktı ve devam etti, “Sınıf başkanları sizleri binalarınıza götürecek, sürekli değişen merdivenlere dikkat edin. İyi uykular.” Çoğu kişi cümlesinin sonunu dinlememişti bile. Bunlar ezberlenmiş cümlelerdi. O sırada sınıf başkanları, Bradley çoktan ayaklanmıştı, “Beni takip edin.” Onlara sesleniyordu. Bir kaç yedinci sınıfın homurdandığını duydu Magdalena. Ama Richard'ın yanında yürümeye devam etti.
Büyük Salon'dan çıkıp, Hufflepuff'larla beraber geldikleri bir koridorda ayrıldılar. Sürekli değişen merdivenler Bradley'in işini zorlaştırıyordu. Ama yolları ezberlemiş gibiydi, ki öyle olmalıydı. Magdalena bir yandan yürüyüp, diğer yandan duvarlara asılmış, hareket eden tablolara bakıyordu. Hogwarts tam anlamıyla muhteşem bir yerdi. Disiplinli olmasının yanında kimse burada sıkılmıyordu. En azından şimdilik.
Rawenclaw Ortak Salonu'na geldiklerinde üzerinde açıklayamadığı bir yorgunluk vardı. Bir an önce yatağına uzanıp, hayallere dalmak istiyordu. “Kızlar yatakhanesi sağda, erkeklerin yatakhanesi solda. Eşyalarınız yerleştirirldi, iyi uykular.” Konuşan Bradley'di. Arkasındaki merdivenleri işaret ediyordu. Sonunda, diye geçirdi içinden.
Richard'la vedalaşıp yatağına gittiğinde saat on ikiyi gösteriyordu. Eşyalarını yarın yerleştirmeye karar vermişti. Lysaa sepetindeydi, çoktan uyumuştu. Küçük kız üzerini değiştirip, yatağına uzandı. Uzun süre bembeyaz tavanı izledi. Annesi ve babası yanında olsaydı her şey çok daha güzel olacaktı. Ablası. Ondan intikamını alacaktı. Sonra şapkanın dediklerini hatırladı, senin için en iyisi... Başka bir binaya gitseydi farklı mı olacaktı? Bunları yarın düşünebilirdi. Baş ucundaki anne ve babasının resmini öptü. Onları özlüyordu, evet. Ama intikamlarını alacaktı. Bu düşünce bile Mag'i huzursuz ediyordu ama bunu ablası seçmişti. Her ne kadar bir caniye dönüşmek istemese bile bunu yapmalıydı.
Rüyasında onları görme umuduyla gözlerini yumdu.