Sidonia Doris Blecher Ravenclaw V. Sınıf
Gerçek İsim : ilkin. Mesaj Sayısı : 7 Kayıt tarihi : 27/07/11
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (90/100) Patronus:
| Konu: doris. Salı Ağus. 23, 2011 4:22 pm | |
|
Penceremden içeri sızan güneş ışıkları, göz kapaklarımın hareketlenmesine sebep olmuştu. Bir süre daha yatakta kıvrandıktan sonra kahverengi iri gözlerimi sonuna kadar açtım ve sızlanmaya başladım. Tam o sırada çalar saat de çalınca yapacak bir şey kalmamıştı, uyanmam gerekiyordu. Gözlerimi devirdim ve çalar saatin düğmesine basarak onu susturdum, bundan büyük bir rahatlık duymuştum. Ardından sarı saçlarımı yana doğru salladım ve çıplak ayaklarımla ahşap zemine bastım. İçeriden sesler geliyordu, muhtemelen avcılar yavaş yavaş ayaklanıyorlardı. Sızlanarak koridorda yürümeye başladım, salona gittim ve tam karşımda duran panoya göz gezdirdim. Bugün Canavarlara Karşı Korunma dersinin sınavını olacaktık. Dersi geçtiğime gerçekten seviniyordum fakat sınavı da oldukça merak ediyordum, daimi ittifakım Robyn'i birazcık tanıyorsam o karşımıza en zorundan ve en kalitelisinden bir sınav sunacaktı ve çoğumuz sınavı geçemeyecektik. Odama doğru hazırlanmak üzere ilerlerken, benimle beraber sınava gelmeleri için Lexi ve Lexa'ya baktım kapı aralığından. Onlar hazırlanıyorlardı, vakit kaybetmemek adına adımlarımı hızlandırarak odama girdim ve kapıyı kapattım. Ne giyeceğim belliydi, her zamanki gibi avcıların klasik gümüş ceket ve kot pantolon kombinasyonunu yapacaktım. Çeşit çeşit gümüş renkte ceketlerim, yeleklerim vardı ve bambaşka renklerde kotlarım. Yani bu kombinasyonu yapmak sanıldığı kadar kolay değildi. Melezlerin her birinin üzerindeki turuncu kamp tişörtlerinden çok daha iyiydi bizim giydiklerimiz. Üzerime geçirdiğim kısa kollu beyaz tişörte en çok uyan ceketimi giymiştim ve yazın havalar buralarda gerçekten çok sıcak olduğu için de, altıma kapri tarzında hafif kısa bir kot giymiştim. Aynanın saçlarında sarı saçlarımı ellerimle bir süre dağıttıktan sonra örmeye başladım. Bu sırada da hemen sınavdan kurtulmayı diliyordum. Fakat gerçekten nasıl bir sınav olacağını merak ediyordum, bu dersin öğretmenleri gerçekten kamp müdiremiz Athena tarafından özenle seçilmişlerdi, hiçbiri de öyle kolay sınav yapacak tiplerden değillerdi. Derin bir nefes verdikten sonra örgümün ucunu hızlı bir el hareketiyle bileğimdeki tokayı saçımın ucuna bağladım. Ardından yatağımın yanındaki komidinin üzerinde duran gümüş tacımı alarak başıma taktım. Her zaman için gurur duymuştum avcılığımla, gurur da duyuyordum. Erkekler ve onların aptalca hareketlerine katlanmamak, üstüne bir de ölümsüz olmak mükemmel bir şeydi. Kız kardeşlerimle beraber geçireceğim çok yıllar vardı önümde. Minik bir not kağıdına, kardeşlerimin sınava gelmelerini veya kahvaltıya gitmelerini yazdıktan sonra onu kulübenin kapısının üzerine yapıştırdım ve kapıyı yavaşça açarak sınavın yapılacağı alana doğru ilerlemeye başladım. Etrafta gülüşüp kahkaha atan onlarca melez vardı, çoğundan gerçekten iğreniyordum. Benim için özel olan birkaç tane vardı tabi ki; kampa ilk geldiğimizde bize sulanırcasına veya iğrenircesine bakmayıp ortaklık teklif edenler, ilk geldiklerinde yardım ettiklerim gibi. Eskilere bir vefa borcum vardı ve bunu da sonuna kadar yerine getirdiğime inanıyordum. Ama diğerleri, beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu. Kamptan hoşlanmıyorduk, melezlerden hoşlanmıyorduk; dolayısıyla böyle davranmamız gerekiyordu. Biraz daha yürüdükten sonra melezlerin toplandığı geniş alana geldiğimin farkına vardım ve onlardan biraz uzak bir yere çömeldim. Gözlerim Lexi ve Lexa'yı arıyordu, aslında onlarla beraber gelecektik fakat onları zorlamak istemiyordum çünkü ben gerçekten bu sınava pek gönüllü gelmemiştim. Örgümün ucuyla oynayıp duruyordum, kıkırdaşan melezlere iğrenç bakışlar atarak. Yine de dimdik duruyordum, başımdaki o taç ve yüzümdeki siyah kirlerdi beni asil yapan. Bağlı olduğum tanrıçaydı beni burada kılan. Pek kimsenin ilgilendiği yoktu, zaten birkaç dostum dediğimden de tekmeyi yemiştim dolayısıyla ben de kimseye yüz vermiyordum.
Beklemekten sıkılmaya başladığım anlardı, artık sinirlenip gitmek üzereydim ki tam o sırada karşımızda duran ağaçtan Edward'ın fırlamasıyla kısa bir süre şaşırdım. Kahverengi gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes verdim. Sınav başlayacaktı ve ben buradan çekip gidecektim kardeşlerimin yanına. Belki de dünyada tek güvendiğim, benim gibi olanların yanına. "Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım." Bunu hepimiz biliyorduk, buraya eğlenmeye gelmemiştik. Ona Edward veya Yon veya başka bir isimle hitap etmemiz de gerekmiyordu, sıradan bir kulübedeki biriydi sadece. Burada onu önemli kılan ismi değil, eğitmenliğiydi. Örgümün ucuyla oynamaya başladım, eğitmenin şu ana kadar söylediği uzun dört cümle bizim bildiklerimiz dışında bir şey içermediği gibi sorularımıza da cevap vermiyordu çünkü. "Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" Bu cümleden sonra yutkundum ve gözlerim büyüdü. Herkes sızlanmakla meşguldü, bense sadece donakalmıştım. Kendi benliğimle yalnız kalmıştım, nefes alışverişlerimi duyabiliyordum. Sonunda kamptaki birçok melezin istediği olacaktı ve ben ölecektim. İnsan gidip de Gigant Kralı'nı anlatır mıydı derste? Telekineler, dev akrepler ve daha nice minik canavar dururken? Minotor, mantikor, hidra gibi canavarlarla bile baş edebilirdim ama Gigant Kralı'ydı söz konusu olan. Hem de tek başıma. Hareket ettiğinde yeryüzündeki depremlere sebep olan, Athena'nın mızrağının şans eseri ona isabet etmesi sonucu dağa kapatılan bir varlığı tek başıma yenmem imkansızdı. Kafamı arkama götürdüm mırıldanarak, o sırada eğitmenin kalın sesini duydum, dikkatimi onda toplamaya çalıştım. "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." Buna gerçekten sevinmiştim, bir sınav için ölemezdim önümde daha bin yıllar vardı. Gerçi bunun bir savaş sayılıp sayılmadığını bilmiyordum yine de ölmeyeceğime sevinmiştim. Başka bir canavar olsaydı gerçekten korkmazdım, Tayfun veya Ekidna'ya bile razıydım ama söz konusu Gaia ve Uranos'un çocuğu, en güçlü gigant Encleadus'tu. Eğer yaralanmayacaksak nasıl savaşacaktık, hayalimizde falan mı yaratacaktık yani? Eğitmenimiz tahta bir kutunun içinden minik sayılabilecek metal bir alet çıkarttı ve hepimize dağıttı. Elimdeki alete bakarak neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Yoksa Encleadus bu muydu? Saçmalamayı bırakmaya karar verdim, sesli bir şekilde ofladıktan sonra eğitmeni dinlemeye koyuldum. "Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." Önümde Tayfun'dan çok daha güçlü bir yaratık vardı, acaba ben soruma cevap alabilecek miydim? Kafama lanet ediyordum, sürekli dudağımı kıpırtadarak bildiğim her dilde küfürler sarf ediyordum. Yerimden kalktım ve tanıdık bir yüz ararken Lexa'yı görerek onun yanına gittim, geriye doğru ilerlerken. Kardeşimle beraber geri geri gittikten sonra yere oturduk ve Jamie'yi izlemeye başladık. Kahverengi saçları önüne gelirken aleti yere koymuştu ve "Tayfun!" diye bağırdı. Ses yankılanırken alet de yavaş yavaş büyümeye başlamıştı. Muhtemelen Hephaistos ya da Athena'nın yarattığı bu alet git gide büyüyüp bir küp şeklini almıştı. Ve normal boyutundan çok daha küçük, yine de bize göre oldukça büyük Tayfun ortaya çıkmıştı. Ve kısa bir süre içinde yumruğunu atıp Jamie'yi küpün karşı tarafına yollamıştı. İstemsizce hafifçe gülümsedim. Jamie'nin "Sınav bitti." diyişinin ardından küp yok oldu, alet eski halini alırken Jamie de kendine geldi, Tayfun tekrar bir toz bulutu halini aldı. Her şey çok kolay olmuştu, ben de Encleadus'u yenmeden sınav bitti dersem sınavı geçebilir miydim acaba? Kendi kendime kıkırdadım, kaşlarımı kaldırdıktan sonra derin bir nefes verdim. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." Ya Encleadus'la dövüşenler? Resmen ortamdan dışlanmıştım, ama bunun intikamını fena alacaktım ki zaten adım bile yetiyordu kampta saygı duyulmam için. Kamptaki tek kahramandım, bu bile yetmez miydi? Dolayısıyla kimsenin hoşuna gitmiyordu bu, bir avcının, aslında kampa ait olmayan birinin kamptaki tek kahraman olması gücüne gidiyordu herkesin. Ve ben, şimdi bu simülasyonda rezil olunca herkes tatmin olacaktı. Yaraların yok olması, benim burada rezil oluşlarımın da yok olacağı anlamına gelmiyordu. O kadar çabalayacaktım fakat yine de hiçbir şey değişmeyecekti, Gigant Kralı'ydı söz konusu olan. Şansım yoktu, daha ilk vuruşta kariyerim bitecekti. Sinirle beklemeye başladım.
Stresle tırnağımı yerken, ilk gönüllünün kardeşim Lexa olduğunu görünce ona gülümsedim. Doğrusu bu kadar atılgan davranmasını beklemiyordum, kesinlikle dövüşecekti ama bunu ilk gönüllü olarak yapması, beni şaşırtmıştı aynı zamanda da sevindirmişti. O simülatörü yere koyduğu zaman bakışlarımı başka yöne çevirip düşünmeye başladım. Eğer burada yenilirsem muhtemelen Satellite Morgan diye bir avcı kalmayacaktı. Kamptaki tek kahramandım, ne kadar güçlü olduğumu ve bu gücü diğerlerinden çok daha önce kazandığımı, avcıların kampta fazla durmamasına rağmen çoğundan daha kıdemli olduğumu herkes biliyordu. Bir sınavda yenildim diye elbette bu şöhret tamamıyla yok olmayacaktı fakat zedelenecekti. Başka bir derste olsak veya başka bir eğitmen olsa bu gerçekten önemli olmazdı ama kendimi baskı altında hissediyordum. Lexa'nın gülümseyen suratını gördüm, yanıma oturdu. Ona gülümsedikten sonra ayağa kalkan Theo'ya baktım bir süre. Ardından sırtımı dikleştirdim ve dediklerimi tekrar düşünmeye başladım. Boynumdaki kolyeyle beraber Artemis hep yanımdaydı ve yanımda olacaktı. Restle diye bağırdım anda Artemis yanımda bitiyordu, eğer gerçekten önemli bir durum söz konusu olunca. Kardeşlerimin gücü ve duaları yetiyordu bana, beni arkamdan vurmayacağına inandığım birkaç kardeşim vardı zaten. Ayrıca ben tek kahramandım, ben beceremeyeceksem kimse beceremeyecekti! Ayrıca o aptal melezlerin, kendini bir şey sanıp böbürlenenlerin arkamdan konuşmasına izin verecek kadar küçülmemiştim. Gigant Kralı'ysa ne yapabilirdik, ben de avcı lideriydim. Kendime geldiğimde zaman geçmiş olmalıydı, Poseidon'un güzeller güzeli kızı Kathe, yerine oturmuştu. Eğer biraz daha düşünürsem, cesaretimin kaybolacağını düşünüyordum. Zayıf elimi kaldırdım ve kendimden emin bir sesle sıramı istedim. "Sıra bende." dedim olabildiğince umursamaz ve kesin bir sesle. Ardından ayağa kalkarak alana doğru ilerlemeye başladım, aleti yere koydum ve gülümsedim. Buradaki herkes, kamptaki tek kahramanın Gigant Kralı'nı yenmesini izleyecekti, hayret ve hayranlık içinde. "Encleadus." dedim ve aletin büyümesini heyecanla beklemeye başladım. Elim sırtımdaki oklara gidiyordu. Encleadus oluşmaya başlamıştı, çevremi sarmaya başlayan küp eşliğinde. Hafifçe iki yana silkelendikten sonra karşımda oluşan Gigant Kralı'na gözlerim büyümüş ibr şekilde bakmaya başladım. Simülasyon olsa da oldukça büyüktü, yutkundum. Üzerimdeki gerginlik tekrar artmıştı. Encleadus o iğrenç görünüşüyle bana bakıyordu, o lanet olası yaratık yüzünden hiç hissetmediğim kadar büyük acıyı hissedeceğimi düşünüyordum. Derin bir nefes verdim ve Encleadus'un çevresinde yürümeye başladım. Beni anında ezebilirdi, ama bunu yapamayacaktı, yapmasına izin vermeyecektim. Hızlı bir biçimde oklarımı sırtımdan çıkarttım ve yayım eşliğinde Encleadus'a fırlatmaya başladım. Gözlerim kapalıydı, sürekli ve sürekli aynı şeyi yapıyordum. Oklarımı fırlatmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu çünkü. Tam o sırada elim kolyeme geldi. İstediğim şeyi bulmuştum sonunda. Gigantı tek başıma yenmem imkansızdı, hem de gigant kralını. En başta zaten düşündüğüm bir şeyi uygulamakta bu kadar geciktiğim için lanet ettim kendime. Kolyemi avuçlarımın arasına aldım ve Artemis'in bana yardım edeceğine bütün içtenliğimle inanarak fısıldadım. "Restle." dedikten sonra Encleadus'un üzerime gelişini izlemeye başladım. Yavaş yavaş geliyordu, felaketin habercisi gibi. Ortalık sessizdi, ikimiz de konuşmuyorduk veya acayip sesler çıkartmıyorduk. Tam o sırada Encleadus'un önünde bir ışık belirdi. Dişlerimi gösterecek şekilde gülümsemeye başladım. Işığın ardından beliren on iki yaşlarında örgülü kızı tanıyordum. Gülümsedim, o da bana baktı ve okunu hazırlayarak fırlatmaya başladı. Liderimiz Artemis gelmişti ve tam da ihtiyacım olan zamanda. Ona minnet borçluydum bir kez daha. Onun ardından oklar atmaya başladım. Bir tanrıça ve kamptaki en güçlü melezlerden biri bunu halledebilirdi. Rezil olmayacağıma seviniyordum. Bir süre makine gibi okları fırlattık fakat gigant yere yığılmamıştı. Zayıf noktasını bulmamız gerekiyordu. Okları peşi sıra atarken bunu düşünüyordum. Belki o da kardeşlerinden birine benziyordu. Athena'yla savaşması için gönderilen gigantı hatırlamıştım. Korktuğu şeyi biliyordum, muhtemelen Encleadus'ta da az da olsa o fobiden vardı. "Ben örümcek topluyorum biliyor musunuz tanrıçam? Koleksiyonumu buraya getirirseniz memnun olacağım, onları çok özledim." dedikten sonra Artemis'e baktım. Ne olduğunu anlamış gibiydi, ok atmayı kısa bir süre kesti. Fakat tam o anda Encleadus bana yaklaştı ve tekme attı. Acı bir inlemeyle geriye doğru savruldum, sağ kolumun üzerine düşmüştüm. Kolum acımıyordu; resmen kırılmıştı. Kırılma olmasa bile çatlama, incinme, burkulma veya kötü ne varsa ondan olmuştu. Ayağa kalkmaya çalışıyordum fakat ayaklarım da bitmişti. Bu sırada etrafta dolanan örümcekleri görmüştüm, gülümsedim. Artemis'e bakıyordum, o da Gigant Kralı'na. Kralın dikkati dağılmış gibiydi, Artemis bu sırada ona ok atmaya devam ediyordu. Kral gittikçe güçsüzleşiyordu, fakat ben yerimden kalkamıyordum. Yerimden ne yapabileceğimi düşünürken, Encleadus üzerime doğru gelmeye başladı ve beni tekrar sol kolumdan tutarak fırlattı. Havada uçarken özel yeteneğimi kullanabileceğim gelmişti aklıma. Ay ışığından güç alma. Ay ışığının ta kendisi buradaydı, Artemis. Ben de ay olmadığı vakit onun enerjisinden yararlanmayı öğrenmiştim. Bunu kullanabileceğimi düşünüyordum, yere çakılmadan önce. Tam sol ayağımın üzerine düşmüştüm, feci bir şekilde inledim. Canım yanıyordu fakat birden bu zavallı psikolojisini bir kenara bırakmaya karar verdim. Sanırım kullanabildiğim tek organım olan gözlerimle Artemis'e bakmaya başladım. Encleadus örümceklerden kaçarken, be de ay ışığını kullanmaya çalışıyordum. O sırada bunu bana aylar önce öğreten Hektor'a teşekkür ediyordum içimden. Birden daha da yorulduğumu hissettim ki bu enerjiyi içimde toplayabildiğimin bir göstergesiydi. Encleadus'a baktım hiddetle, bütün enerjimi ona aktarırken Artemis de ne yaptığımı anlamıştı. O da ellerini giganta doğrulttu. Gigant kızarmaya başladı, inleme sesleriyle bütün burayı ayağa kaldırmıştı. Yerimden yaptığım işin memnuniyetini duyuyordum. Encleadus bir yandan bizim enerjimizden kaçmaya çalışırken, diğer yandan da karıncalardan kaçıyordu. Sonunda gigant kral yere düşmüştü, gülümsedim. Sanırım daha fazlasına gerek yoktu. Kolumun ve bacağımın ağrılarından kurtulabilmek adına hemen o cümleyi söylemek istiyordum. Artemis'e baktım, teşekkür manasında kafamı eğdim ve ardından rahatlamış bir şekilde "Sınav bitti." dedim. Kendime geldiğimde dimdik yürüyordum. Belki de en zor canavarlardan biriyle karşılaşmıştım ve onu yere düşürmüştüm. Bir ötesi öldürmeydi fakat daha çok ileri gitmek istememiştim. Gülümseyerek Lexa'nın yanına oturdum ve dersin bitmesini heyecanla beklemeye başladım.
Bir sitede yazdığım ders RP'sidir. | |
|
Valeria Nerissa Wesley Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü
Gerçek İsim : Ebru. Mesaj Sayısı : 1504 Kayıt tarihi : 13/09/09 Yaş : 30
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Beyaz Leopar
| Konu: Geri: doris. Salı Ağus. 23, 2011 9:19 pm | |
| Betimleme: 26 / 30 Paragraf Düzeni: 5 / 5 İmla Düzeni: 10 / 10 Anlatım: 36 / 40 Kurgu: 13 / 15
Puanınız, 90. Keyifli Roleplayler... ^^ | |
|