“Geri dönüşü olmayan yemini edecek misin?” diye sordu kır saçlı kadın. Oldukça yaşlı bir ölüm yiyendi ve konuşmakta dahi güçlük çekiyordu. Bu haline rağmen karanlığa ve Karanlık Lord’un cübbesinin ardına saklananlara hizmet ediyordu. “Yemin ederim,” dedi genç kız fütursuzca. Bunca yıl boyunca arka sıralara saklanmış ürkek bir aptalı oynamaktansa etrafına korku salan güçlü bir büyücüyü canlandırmayı yeğlerdi. Hizmet edeceği kişiyi, yeni tarafını ve dönüşeceği kişiyi çok iyi biliyordu. Verdiği hizmetin ödülsüz kalmayacağına adı gibi emindi. İsmi tüm büyü dünyasını çalkalayacak, minik büyücülerin korku dolu kâbuslarını süsleyecekti. Yaşlı kadın, sol bileğini tutup bir şeyler mırıldanmaya başladığında düşündüğü tek şey hızla ilerleyecek meslek hayatı ve elde edeceği güçtü. Bileğinden başlayarak kolunun içine doğru uzanan işaret artık Lelystra’nın O’nlardan olduğunun göstergesiydi.
Yaşlı kadın karanlık odanın temiz havasını ciğerlerine doldurdu ve yanında duran hizmetkârına dönüp elindeki lacivert, kadife kutuyu aldı. Genç kıza kısa bir bakış attıktan sonra kutuyu yavaşça aralayıp içindeki değerli kolyeyi çıkardı ve Lelystra’nın başından geçirerek bembeyaz, uzun boynuna taktı. “Bu kolyeyi sakın kaybetme, yoksa bu senin sonun olur küçüğüm,” dedi. Başını yana eğerek kolyenin ucundaki halkayı okşadı. Gözleriyse halkanın içindeki kum saatine kilitlenmişti. Genç kız görevini başarıyla yerine getirirse karanlığın önünde tek bir engel kalmayacaktı. Görevinin ve boynundaki kolyenin değerini biliyormuşçasına kolyesine dokunda, başını öne eğdi ve bir adım geri çekildi. Halkanın içindeki kum saatini döndürdü ve zamanın geriye akışını hayretle izledi.
Beton döşemeli, geniş bir odada buldu kendisini. Bulunduğu odanın küçük penceresinden dışarıya baktığında, gördüğü manzara doğru yerde olduğunu onayladı. Seri hareketlerle daha önce hiçbir ölüm yiyenin ulaşmaya cesaret edemeyeceği hedefe doğru attı adımlarını. Gelmiş olduğu zamanda, henüz Hogwarts’tan mezun olmamış sivilceli bir kızdı ve sol kolunda da herhangi bir işaret taşımıyordu. Gürültüye aç merdivenlerden ve koridorlardan geçtikten sonra soluğu iksir deposunun önünde oldu. Her adımına, her hareketine dikkat ediyordu zira yalnız olmadığını biliyordu. Düz saçları cübbesinden ayırt edilemeyecek kadar siyahtı. Orta boylarda ve biraz kilolu bir vücuda sahipti. Hiçbir zaman özel olmamıştı, kimse arkasından dedikodusunu yapmamıştı. Sıradan bir öğrenciden daha sıradandı, ama artık öyle olmayacaktı, bulunduğu yerde olmasının sebebi de buydu.
Birkaç yıl önceki kendisini görünce utandı, acıdı eski kimliğinden çaylak ölüm yiyen. Bir duvarı siper aldı ve kendinden emin olduğunda “Lelystraa…” diye tısladı. Küçük kız merak ve korkuyla harmanlanmış duygularla arkasına döndü ve ürkek adımlarla yaklaştı geleceğine. Genç ölüm yiyen depodan içeri yavaşça girdi ve kapıyı kapatma ihtiyacı duymadan ilerledi. Asasını çıkarırken [color=#614b75]“#Lumos,” diye fısıldadı ve asanın ucunda beliren ışık huzmesinin aydınlattığı odada aranmaya başladı. Birkaç adım daha attıktan sonra ahşap raftaki iksirleri sıralamakla meşgul olan profesörü fark etti, sessizce yaklaşıp ellerini kısa boylu, sarışın kadının ensesine doğrulttu. Eğilerek asasını kadının şok olmuş yüzüne yaklaştırırken hatları giderek belirginleşiyordu. “Bana yardım edeceksin Bellisario,” dedi, sesi istediği gibi tehditkârca çıkmıştı. İçeriye dolan, masumiyetin ışığıyla başını kaldırdı ve ardına kadar açılıp duvara şiddetle vuran kapıya baktı. Kapının ardında ışığın çevresini sarmaladığı bir insan silueti duruyordu ve o kişi kesinlikle karanlığın sürüngenlerinden biri değildi.
Kızıl saçları çene hizasına kadar gelen uzun boylu seherbaz kaşlarını çattı ve asasını karanlığın yeni üyesine doğrultarak haykırdı, sesi tüm okulda yankılandı, şiddeti adeta odanın ortasında tufan çıkardı. “Avadaa Kedavraaaa!”
“Lanet olsun… Lanet olsun…” diye inledi küçük kız, uykusunun içinde. Hızla başını yastığından kaldırdı ve olduğu yerde doğrularak alnında biriken ter taneciklerini elinin tersiyle sildi. Ayaklarını pamuklu terliklerine geçirip yatağının başucundaki komodinin üstünden sürahiyi titreyen eliyle tuttu. Güç bela plastik bardağa su doldurdu ve gözlerini kapatıp bir diklemede tüm bardağı içti. Başını kaldırıp çevresine baktı, karanlıktı ve muhtemelen bu gecenin bir vakti olduğu içindi. Boş bardağı komodinin üstüne geri bıraktı ve kendisini yatağa attı, gözlerini kapattı ve pek çok kez tekrar etti. “Sadece rüyaydı…”