‘’Eğer daha da dikkatli olmazsak…’’ Seherbazlarına dönerek konuşmuştu. Hepsi farkında mıydı neler olabileceğinin? En kötüye hazırlanmalıydılar. Arkasında bırakacak şeyleri düşünmemeliydiler. Asıl o zaman gerçek birer seherbaz ve iyi büyücü olabilirlerdi. Isabellanın kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Arkasında bırakacakları düşünülürse… Geriye dönük yaşarsanız sadece kaybeden siz olurdunuz. Belki de bunu en iyi yaşayan Bells’ti… ‘’Bunca şey olurken gözden kaçırabileceğimiz hiçbir şey olmamalı. Hele ki bir dikkatsizlik sonucu olanlar düşünülürse… Vampirler, Kurt adamlar ve Muggle’lar arasındaki düzen, artan ölümler. Biz bunun için buradayız. Karanlık Lordun ölümü kimseyi rahatlatmamalı. Aksine şimdi daha da dikkatli olmalısınız. Karanlığın müttefikleri her yerde. ’’ Sesi acımasızlıkla odayı doldururken, bardağındaki viskisini yudumladı. İçini yakan acı ve tatlı his adeta düşüncelerini açığa vuruyordu. Yerinden usulca kalkarak büyük ahşap penceresine doğru ilerledi. ‘’Akşam ki balo için güvenlik tam olmalı. Kimse zarar görmemeli. En küçük bir olaya bile izin vermemeliyiz. Toplantı bitmiştir. Çıkabilirsiniz.’’ Karanlığın en büyük hedeflerinden biri Hogwarts’tı ve asla ellerinden almalarına izin vermeyecekti. Güçsüz düştüğü bu zamanlarda, güçlü gibi rol yapsa da Karanlık Lordu öldürmek için kanıyla yaptığı lanet içindeki belli başlı şeyleri de beraberinde götürmüştü. Karanlık Lordun ölümü sürekli aklında tekerrür ediyordu. Düşüşü, nefret dolu haykırışları ve yok oluşu… Bir kum zerresi gibi uçuşana kadar, yok olduğuna emin olana kadar ayrılmamıştı başından. Karanlık lordun ve müttefiklerin ölümüyle karanlık taraf büyük bir kayıptaydı. Aynı zamanda da intikam ve nefret…
Buz mavisi gözlerini gökyüzünde dolaştırıyor, yıldızların yerlerini tek tek ezberliyordu sanki. Gökyüzünün tek hakimi onlar gibiydi. Çok gözükmelerine rağmen onlarda yalnızdı. Belki de yalnızlık en iyisiydi… Etrafından gelen sesler geceyi renklendiriyor ve yalnız olmadığını fısıldıyordu güzel cadının kulağına. Bugün her şeyi geriye atmalı ve yeni bir gün olduğunu defalarca hatırlatmalıydı kendine. Soluk yüzü ve güçsüz silueti her şeyi açıklıyordu aslında. Yorgunluk tüm bedenini ele geçirmeye çalışan bir virüs gibi dolaşırken dinlenmeye bile izni yoktu. Gitmek zorunda olduğu bir balo vardı ve ne olursa olsun gidecekti de. Penceresine yavaşça yaklaşarak, doğu nehrinin üzerine çöken nemli siz görünüyordu. Arkasında saklayabileceklerini düşündü. Yağmur damlaları camlara sertçe vuruyor, bir tanrıçanın gözyaşlarını andırıyordu. Kimse tanrıları kızdırmak istemezdi, eğer sebep olurlarsa sonuçlarını en ağır şekilde öderlerdi… Yavaşça askıda duran kemik rengi elbisesinin ipekli yüzeyine dokundu. Doğru bir seçim olarak düşünüyordu. Yavaşça saçlarını başının arkasında sararak, küçük ve dalgalı kıvrımlarla bir topuz yapmıştı. İlk defa kendisini annesine benzetiyordu. Belki de yanlış olan seçimleri yüzünden hiçbir zaman düşünmek istememişti…
Elbisesinin tülleri rüzgarla uçuşan bir parçaymış gibi savruluyor, ve göğe doğru parlak bir ışıltı yayıyordu. Hogwarts’a ulaştığında nihayet yağmur durmuştu. Parlak yıldızlar, sisin arkasında boğuk gri ışıklarını yeryüzüne indiriyordu. Toprağın yoğun kokusu ve sadece geceleri açan çiçeklerin güçlü, burasının evi olduğunu hatırlatan kokusu. Huzurlu ve heyecanlı bir şekilde balo salonuna ilerlerken, seherbazlar şimdiden dağılmaya başlamışlar, bazıları da bakana eşlik ediyorlardı. Burada olan baloları, eğlenceleri hatırlamak güç değildi. Çok şey değişmemiş, her şey aynıydı neredeyse. Balo salonundan gelen ince tınılar, koridorda süzülerek dağılıyordu. Loş ışıkla aydınlatılmış koridorlar ve öğrencilerin bekleyişlerini, heyecanlarını tahmin edebiliyordu. İçeride onu bekleyen şeyleri merak ediyordu aslında. Balo sadece öğrenciler için değildi, Kurt adamlar ve vampirlerde dahildi. Sorun çıkmayacağını düşünüyordu. Hem herkesin bir arada olması, aradaki düzeni ve barışı da tazelemiş olacaktı. Yavaşça salondan içeri girerek, renkli ışıkların tenine dokunuşunu hissetti. İnci parlaklığındaki mat duvarlar, ancak büyük bir işçilikle yapılmış bir tablonun arkasında bu kadar güzel görülebilirdi. Salonun tavanı camla dekore edilmişti. Yeniden başlamaya hazırlanan yağmur çisiltilerini ve ay’la yıldızın muazzam uyumunu görebiliyorlardı. Salondaki yüksek ses yerini fısıldamalara bırakmıştı. Kendine minnettar bir gülümsemeyle bakan Katherine’e yumuşak ve güven dolu bir bakış attı. Elbisesi vücudunda özgürce dalgalanırken salonun tam ortasına yerleşmiş ve ışıltıyla davetlilere bakıyordu. ‘’İşte geçen bir dönem daha. Kimimiz nasıl geçecek, kimimizde ne yapacağını düşünerek zorlu bir dönemi daha geride bırakıyoruz. Bazen sizi ayakta tutan şeyler dostluklarınız oldu. Bazen de kendinizi yetiştirmenin ve öğrenmenin zevkiyle yürüdünüz. Ama ne olursa olsun, ne kadar kötü şeyler geçirirseniz geçirin Hogwarts her zaman sizin yaşamınız.’’ Belki, Hogwarts olmasaydı şimdi burada olmayabilirdi de. Kendiside Katherine’i kazanmıştı. Ne olursa olsun dostlukları bozulmamış ve kopmamışlardı. Yavaşça hayatta en değerlilerinden olan Katherine’e dönerek sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi. ‘’Kötü zamanları geride bırakmalıyız. Eğer geriye dönük yaşarsanız asla ilerleyemezsiniz. Bir zafer kazanmış olabiliriz ancak bu bizi zayıflatmamalı. Karanlık hiçbir zaman uyumaz, sürekli tetikte olmalıyız. Kendimizi zafer sarhoşluğuna kaptırırsak bu sefer yenilen biz oluruz. Yine de bu gece sizlerin gecesi, gönlünüzce eğlenmenize bakın. İçinizdeki ışık size yol göstersin.’’ Sesi salonda yankılanırken davetlilerin tüm bakışlarını üzerinde hissediyordu. İçindeki özgüvenin yüzüne yansımasını umut ederek gülümsedi. Gülümsemesi tüm sahtelik ve kötülüklerden çok uzaktı. Kürsüden inerken bakışları Katherine’le buluştu. Arkadaşının güven veren varlığıyla ona doğru yöneldi.
Karanlık bir sis bulutu gibi etrafında dönerken seherbazına baktı. Haklı olduğunu biliyor ama inanmak istemiyordu belki de. Hogwarts ve öğrenciler için yapamayacağı bir şey yoktu… Erkeğin yüzüne düşen gölgeler, garip bir hüzün ve endişeyle aydınlanıyordu. Düşüncelerini okur gibi yüzüne baktı ve parmaklarını parmaklarına kenetledi. ‘’İçindeki sıkıntıyı anlayamıyorum. Yıllarca aydınlık, barış ve düzen için her şeyi yapmayı göze almadık mı? Belki de bu yüzden kötü düşüncelerini aklından uzaklaştırmalısın.’’ Gölet’in yüzeyi düşmüş yapraklardan üzeri yemyeşildi. Sanki tüm güzelliğini kendine saklamak istiyor gibi… Ay, parlaklığıyla görünmeyen şeyleri görünür yapıyor, unutulmuşlara tekrardan şans veriyordu. Sessiz gecede patlayan gümbürtüyle iliklerine kadar irkilen Isabel, hızlıca salona baktı. Kadının gözleri donmuş bir gölü andırsa da hareketleri silikti. Karanlığın boş durmayacağını tahmin ediyordu ama bu kadar çabuk değil. Elbisesinin iç kısmında düşmüş bir yıldız gibi sallanan asasını kavradı. Bumbardie! Asanın ucundan çıkan yeşil ışık göğe doğru hızla yükselmiş ve etrafı gecenin ölümüne yaklaştırmıştı. Seherbazları için bir uyarıydı. Hızla kendini salona cisimlerken göreceği görüntüyü zihninde canlandıramıyordu.
Patlamış camlar her bir şeyi ayrı ayrı yansıtıyor, müziğin yerine ölümün melodisinin mırıldandığını duyuyor gibiydi. Her şeyden önce buna öğrencilerin katılmasını asla istemezdi. Balo’yu düzenleyenin Katherine olmadığını bilseydi, oyuna geldiklerini zannederdi ama hiçbir şey fark etmiyordu artık. Etrafındaki karaltılar git gide çoğalıyor, bir hortum misali etraflarında dönüyordu. Parmaklarıyla sıkıca kavradığı asası elinde bir ağırlık hissi yaratıyor, kendini belli ediyordu. Reducto! Dudaklarından dökülen kelimeler vahşetin çığlıklarıyla birleşerek yankılandı. Etrafındaki karanlık yavaşça çöküyor, hedef aldığı ölüm yiyenler bir bir ölüyordu. Profesörlerde saldırıya dahil olurken daha çok öğrencileri korumak için temkinliydiler, olması gerektiği gibi…
Karşısına çıkanları öldürürken gözleri salona giren Katherine’le birleşti. Burada olmamalı, saldırıdan uzakta durmalıydı. Bunu engelleyemeyeceğini biliyordu ama ona zarar gelmesini engelleyecekti. Seherbazlarını Katherine’e doğru yönlendirirken, meleksi yüzü acıyla burkulmuştu. Gözlerinin aradığı, hayatına son vermek istediği tek bir kişi vardı. Victoria… Onu öldürmek için her şeyi yapacak, kendi hayatıyla eşdeğerse ölümü, ölecekti de.
Cam ve kanla bulanmış heybetli yapı, göğü tehdit eden ışıltılı bir iğne gibi göğe yayılıyordu. taş beton kırmızının en koyusunu alırken gösterişli yerle birleşiyordu. Etraftaki ağır uğultu, işitilmek istenmeyecek kadar can sıkıcıydı. Haykırışlar, intikam, nefret ve kan havada yayılıyor, sanki bir daha hiç yaşananlar bitmeyecek gibi etrafa bulaşıyordu. Yan yana olan dostlar birbirlerine karşıydılar. Bu nasıl bir intikam ve ölüm arzusuydu? Böyle zamanlarda asıl gerçek dostunuzu ve düşmanınızı ayırt edebilir, en yakınınızdakiler gözünü kırpmadan sizi ihanetle onurlandırırlardı kin ve nefretin hakim olduğu dünyada.
Avını bekleyen bir avcı gibi etrafındakileri savuştururken içindeki nefret ve intikam yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor, oyunu kurallarına göre oynamaya başlıyordu. Kaç gece yürüyen öldürdüğünü hesap edemiyordu bile. Öldürmek… Zaman geçtikçe bu kavrama daha çok alışıyordu. Bir canlıyı öldürme fikrinden nefret etse de… Arkasından gelen sesle, etrafındaki çemberin daralıp havayı içine tutsak etmesi bir olmuştu. "Ne kadar eğlenceli bir balo, değil mi Isabella?" Bu sesi çok iyi tanıyordu Isabel. Sesi fırtınadan sonra durulmuş bir kumsal kadar sakin ve yalındı. Etrafındaki olaylar hızla geçerken genç erkeğin buğulu gözlerine baktı. Bir kuyunun dibi kadar sonsuz ve karanlık. Her an sizi içine çekecek kadar güçlüydü. Asanın sert ucu boynuna yerleştiğinde dudaklarından çıkan tiz kahkaha erkeğin yüzünü okşadı. Korkutabileceğini mi düşünüyordu? "Lordu öldürerek büyük bir başarı gösterdin, bunu es geçemem. Hatta, bana bir iyilik yaptın. O yaşasaydı, burayı ele geçirmem daha uzun sürebilirdi. Ama sayende, bu gece burası benim olacak. İçindekilerle birlikte.’’ Bunun imkanının olmayacağını belirtmişti gözlerine bakarak. Asla izin vermeyecektiler. Gözlerindeki öfke parıltılarını görür gibiydi. Yavaşça yüzü meleksi bir gülümseme aldı. "Seni öldürmeyeceğim, biliyor musun? Çünkü Victoria seni istiyor. Çok dişli bir düello olacak sanırım" Ölüm hayatında o kadar yaygın ve kolaydı ki. Ama şimdi ölmeyecekti. O cadının canını almadan hiçbir şeyin sonu olmayacaktı. Etrafındaki kalkan yavaşça kalkarken yerinden kıpırdamamış, yanına doğru gelen seherbazlarına durması için komut vermişti. Daha fazla ölümlerini görmek katlanılmazdı Isabel için. Leandrosla başa çıkamazlardı…
Öğrenciler ölüm yiyenlerden çok birbirleriyle savaşıyor, etraflarına nefret kusuyorlardı. Muggleların cennet ve cehennem dedikleri şeyi şimdi tam olarak görebiliyordu. Belki de daha kötüsüydü. Vampirlerden bazıları rahatça ölüm yiyenleri yere sererken diğerleri taraflarından bile emin değillerdi. Öğrencilere doğru yaklaşan ölüm yiyeni yavaşça yakmış ve düşüşünü izlemişti. Ait olduğu dünya buydu işte. Omuzları arasındaki kemiğe yaklaşan ucu sivri asayı görmeden bile hissedebilirdi. “Sana beni hafife almamanı söylemiştim İsabella. Ben asla blöf yapmam. Şimdi seninle küçük bir işimiz var.” Sesi öfke ve beklenti doluydu cadının. Eğleniyordu ama buna izin vermeyecekti. Hızlıca arkasını dönecekken asası sertçe bedenine battı. İçine doğru akan kan can yakıcıydı. Gözleri kararmış, görülmeye değmeyecek yerleri ve kişileri görmeye çalışmıştı. Elini olabildiğince yarasına bastırırken, elbisesi gümüşi ışığın altında kana bulanmıştı. Boğazındaki yakıcı ve bakırımsı tat mide bulandırıcıydı. Koluna kabaca davranan ılık parmaklar hızlıca yerinden kalkmasını ve kendini cadıya bakmaya zorlamıştı. “Gözlerime bakacaksın. Lordumu öldürürken nasıl soğukkanlı olduysan şimdide öyle ol yoksa bir daha ki hedefim göğsün değil kolun olur.” Tehditler dolgun geliyordu kulağa. Kadının sesindeki kaynayan öfke parıltıları gecede saçılıyordu. Etraftakilerin sesi yavaşça kesiliyor, seherbazlar ve ölüm yiyenlerin savaşı devam ediyordu. Pek adil oldukları söylenemezdi. Ne zaman adil olmuştular ki? Genç cadıya karşı çıkacak fırsatı yakalayamadan bacağını isabet almıştı. Acıyla bükülerek yer altından kayıyormuş gibi hissetmiş, yaraları ölümcül derecede açılmıştı. Lordu öldürmüş olsa da Victoria’dan daha şaşırtıcı hamleler bekliyordu. Victoria’nın arkasından yaklaşan kim ise dikkatini dağıtmaya yetmişti. Isabella bulunduğu durumdan biran önce nasıl kurtulacağını hesaplarken, vücudundaki acının azaldığını fark etti. Ölüyor muydu yoksa? Ama bu kadar çabuk olmamalı, onların cezasını vermeden hiçbir yere gitmeyecekti. Victoria acı içinde yere düşerken ne olduğunu anlayan güzel cadı gülümseyerek bacağındaki yaranın hızla iyileştiğini gördü. Asasındaki koruma büyüsü sayesinde Victoria’nın yaptığı büyü geri tepmişti. Yara kadının vücudunda hızla bulaşan bir virüs gibi yayılırken, Isabella asasını alarak hamle yaptı. Asasını göğsüne uzatarak hızlıca fısıldadı. Vulnera - Sanentur! Yaranın kapanmasıyla beraber yerde ayağa kalkmaya çalışan Victoria’ya döndü.
‘’Bana kendi asamla büyü yapacak kadar budala mısın? Asamın üzerindeki koruma büyüsünün tadını çıkar sevgili Victoria.’’ Isabella asla sadist bir kişiliğe sahip olmamıştı. Ancak Victoria’yı kanlar içinde görmekten büyük bir zevk almıştı. Çünkü onun ellerinde çok fazla masumun kanı vardı. Onun kendisini toparlamasına izin vermeden asasını sallayarak Felix cormanixuq learde ixonss! dedi. Yasak bir büyüyü uyguladığını biliyordu ancak bulundukları ortam yasakları önemseyemeyecek kadar ölümcüldü. Sesi gittikçe derinleşirken Victoria’nın salonu dolduran çığlığı, ona en kötü kabusunu yansıtıyordu. Gerçeklikten koparak saldırıda devre dışı kalmıştı.Yavaşça kadının kanla kaplı vücuduna doğru eğilerek fısıldadı. ‘’ Aslına bakarsan çok kolay oldu. O acı dolu çığlıklar atarken, ben sadece izledim. Nasıl öldüğünü bilmek isteyeceğini düşündüm. Sevgilini tekrardan göreceğin için bana minnettar kalacağını biliyorum ama aramızda lafı bile olmaz.’’ Gülümsemesi masumluktan çok uzakta yer alırken bir sonraki düşmanına geçmişti. Elinde tuttuğu asası Victoria’yı hedef alıyormuş gibi görünse de asıl hedefi Leandros’tu. Büyülü sözcükleri söylediği anda büyük bir patlamayla beraber her taraf gri sis bulutunun altında kalmış, herkes birbirini görmeye çalışırken, kimse neyin yaklaştığının farkında değildi. Isabella’nın küçüklüğünden beri kullanmaya çekindiği özel psişik gücü ilk kez bu kadar çok etki yapmıştı. Zamanın en iyi iki büyücüsünü ruhlar aleminden getirerek Leandros’a eşit güç oluşturmuştu. Salondaki sis bitmeye yaklaşan bir yağmur gibi yavaşça etkisini kaybediyordu. Sisin içinden çıkan Godric Gryffindor ve Rowena Rawenclaw salonun tam ortasında gerçek dışı bir görüntü oluşturuyordu. İki ölü ruhun Leandrosa saldırmalarıyla ortalık karışmıştı.