Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts |
|
| Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. | |
|
+4Adelina Garnet Swain Conerus Hell Greyn Lorelei Adorlee Mabelle Jeseven 8 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Mabelle Jeseven Ravenclaw V. Sınıf
Gerçek İsim : Gizem. Mesaj Sayısı : 167 Kayıt tarihi : 23/03/10
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Martı
| | | | Mabelle Jeseven Ravenclaw V. Sınıf
Gerçek İsim : Gizem. Mesaj Sayısı : 167 Kayıt tarihi : 23/03/10
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Martı
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Ptsi Ağus. 01, 2011 12:04 pm | |
| Sıcak... Kaynar su tenine değerken kabarmasını sağlamak için ısısını tamamen ona aktarmaktan hiç mi hiç çekinmiyordu. Acıyla birlikte kulağına çalınan kırılma sesi büyük gürültünün ardından ufak tıngırdamalarla son bulurken gözlerini devirmeden edemedi cadı. Canının acısından dolayı neredeyse boğazından yükselecek olan çığlığı içine hapsetmekle ne iyi ettiğini kırdığı şeye bir göz atınca anladı. Bu, teyzesinin en değer verdiği kahve kupasıydı, eski bir sevgilisinin hediye ettiğine dair bahse girebilirdi Winona. Asasına uzanıp "Reparo!" diye fısıldamasının ardından bir akla pakla büyüsüyle her şeyi normale benzer hâle getirmekte gecikmedi. Üzerine dökülen kahveyiyse evrenin ona bu bluzu giymemesi için bir işareti olarak değerlendirerek dolabına ilerledi aceleyle. Kırmızı ekoseli gömleğini üzerine geçirirken kolunda garip bir ağırlık hissettiren saate kaydı gözleri, telaşlanmasına pek de gerek yok gibiydi. Yine de genişletilmiş çantasının içindekileri durmadan kontrol etmekten kendini alıkoyamıyordu. Yiyecek ve içecekler, çadırlar, kıyafetler... Kısacası ihtiyaç duyabilecekleri her şeyi bir yere toplamıştı. Gönderdikleri mektuplara geri dönenlerden anladığı kadarıyla neredeyse yirmi kişi olacaklardı. Aslında ona kalsa listeyi bu kadar uzatmazdı bile, lâkin Matthew listeyi elden geçirince sonuç böyle olmuştu. Audrey'i gelmesi için ikna etmeye çalıştığı sürede onun yerine gelmek isteyecek en az on kişi bulabilirdi, ama inadı inat kızın kararlılığına karşı verdiği savaşta mağlup olan taraf kendisiydi. Ne yazık ki yapabilecek bir şey yoktu. Az önce kolunu çarparak yere düşürdüğü kahvenin yerine yenisini yapar yapmaz kokusunu içine çekmeyi geciktirmedi, enerjik olması gerekirdi. Teyzesiyle yaşadıkları dairenin en rahat koltuğuna yığılıp biraz gofretle giderek soğumakta olan kahvesini bitirmeye çalıştı. Tül bir perde ve kalın camın hemen ardındaki gökyüzüne bakılırsa Londra çoğu zaman mahrum kaldığı yaz havalarından birini yaşıyordu. Bulutların ardından dahi olsa güneşi hissedebilmek yüzünü gülümsetti cadının, ama ışınlar kolundaki cama vurup saati aydınlatırken onu tekrar bir stresin altına soktu aynı zamanda. Odasındaki aynaya yansıması düşmese bile başak rengi saçlarının birbirine girmiş olduğunun farkına varabilirdi. Birkaç el hareketiyle iflah olmaz karışıklığa dur demeyi denedi, fazla başarılı olamadığı açıktı. Ayağına geçirdiği bordo ayakkabıların bağcıklarını bağlayamadan çantasına doğru koşturduğundan neredeyse düşecekti. Dengesini toparladığındaysa mutfakta bıraktığı anahtarlara uzandı eli. Teyzesine bıraktığı not kapının arkasından ona sırıtırken kapıyı kilitlemeyi ihmal etmedi.
Büyücü dünyası için Londra'nın göbeği manasına gelen yere sadece yürüme mesafesinde oturduğundan ne kadar şanslı olduğunu kelimelere sığdıramıyordu. Kalabalık ve gürültülü sokakların gri ve düzensiz taşlarını arşınlarken aradan geçen haftalardan sonra arkadaşlarını özlediğini fark etti. Beş yılını geçirdiği okula ve ona kazandırdığı aileye minnet duymadan edemiyordu her seferinde. Sırlarla va hatıralarla kaplanıp ayakta durmayı başaran bu yer zihninde her zaman özel kalacaktı belli ki. Ani bir korna sesinin ardından hızlıca kendini frenlediğinden çantasından çıkan tıkırtılar en yakınındaki ihtiyar adamın dönüp bakmasına sebep oldu. Umursamadan yoluna devam ederken Lynnette'in gelip gelemeyeceği olasılığına sarmıştı aklını. O kızda ilginç kokan bir şeyler vardı ve bu Winona'nın onu yanında tutması için yeterliydi. Her şeye atlayan yapısına rağmen kendi binası dışındaki çevresi öylesine sınırlıydı ki kendini asosyal sıfatı altına yerleştirdiği bile oluyordu. Belki de kütüphanede geçen zamanlarından bir parça çalıp diğer binalara ayırmalıydı. Kafasında çalan ritme uygun giden ayakları sonunda göze çarpmayan mekanın kapısına kadar gelebilmişti. Duruşuna ufak bir kavis ekleyip kapıyı ittirerek içeri girerken ortalığın bu saatlerde hep olduğu gibi sessizliğin mezarlığı hâlinde olduğunu gördü gökyüzünün mavisini çalmış gözleri. İçerlere doğru bara en yakın iki masa, üzerlerinde daha önceden hiç aşina olmadıkları "rezerve" yazılarıyla cadının ve diğerlerinin gelişini bekliyordu. Çatlak Kazan'ın sevimli sahibesi ona doğru yaklaşırken iki kadın da yüzlerine gerçekten içten olan gülümsemeler yerleştirmişlerdi. "Anahtarlar saat 17.45'e ayarlandı tatlım, o zamana kadar iyi eğlenceler." Kadının sesinde tok bir şekilde kendini belli eden özgüvenin yanında anaçlığı da hissedilebiliyordu. Yeşil gözleri ve kısa siyah saçlarıyla birlikte bu sesin ona yakıştığı söylenebilirdi. Genç cadı zamanında onun bir Gryffindor olduğunu düşündü nedense. Kadına cevap vermeden önce masalardan birinin yüksek sandalyesine yerleştirdi bedenini. Kadına dönerken çantasını masaya bırakıp saçlarını düzeltmeye koyulmuştu bile. "Gerçekten çok teşekkürler Amelia, bunu başka nerede yapabilirdim bilmiyorum." Cadı, yeşil gözlerindeki ışıkla beraber ufak bir kahkahayı saldı havaya, öneminin olmadığını belirttikten sonra 'Bizim zamanımızda...' olaylarına girmek için can atıyor gibiydi. Ancak Winona'nın kapıya attığı kaçamak bakışları fark edince sadece bir şeyler içip içmeyeceğini sordu kıza. O, kaymak birası siparişini getirmek için yanından uzaklaşırken cadı bu küçük vazolara onar elin düzgünce dokunup dokunamayacağını tartmaya başlamıştı. Zihni olmasa bile bedeni okul arkadaşlarını selamlamak için hazırdı.
| |
| | | Lorelei Adorlee Gryffindor V. Sınıf
Gerçek İsim : Kardelen. Mesaj Sayısı : 271 Kayıt tarihi : 26/07/11 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Griffin
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Salı Ağus. 02, 2011 11:07 pm | |
| Kahverengi bir baykuşun getirdiği mektuba cevap verirken, büyük annesine danışmak, aklının ucundan geçmeyen bir şeydi. Merdivenlerden aşağıya inerken, bugün buluşacakları yere en az bir yarım saat yürüyerek gitmesi gerektiğini düşününce canının sıkılmasına engel olamıyordu. Büyük annesi, bir değişiklik yapmıştı; her zaman ki gibi mutfakta değil de oturma odasındaydı. Adımlarını büyük annesinin oturduğu yönlendirirken içinden yapacağı konuşmayı tekrarlıyordu. Büyük annesi, yarım ay biçimli gözlüklerinin üzerinden ona baktı. Büyüsüz örmekte karalı olduğu kazağı bir kenara bıraktı. Lorelei derin bir nefes aldı ve karşıdaki koltuğa oturdu. Gelen mektubu ve hemen yazdığı cevabı ayrıntılarıyla anlatırken büyük annesinin kaşları çatılmıştı. Lorelei sustuğunda, aralarında sessizliği bozmaksızın tekrar kazağı örmeye devam eden büyük annesi bilindik neşeli havasının dışındaydı. “Şimdi sen bana bir saat sonra gitmen gereken yere gittiğinde uzun bir kamp dönemi boyunca gelmeyeceğini mi söylüyorsun?” Gözleri tekrar yarım ay biçimli, tuhaf gözlüklerinin üstünden, karşısında ona beklentiyle gülümseyen genç cadıya dikti. “Yanlış anlamamışım, değil mi?” diye devam ettiğinde Lorelei yanlış anlamadığını açıkça söyledi ve en azından gideceğini söylemesi gerektiği için ona bunları anlattığını da ekledi. Yaşlı cadı örgüyü dizlerinin üstünde tutarak Lorelei’ye gösterdi.
“Bunu sen gidene kadar bitirmeyi düşünüyordum ama bitmeyeceği aşikâr… Lorelei, o mektubu bulmuştum ve gideceğini ne zaman söyleyeceğini merak ediyordum. Bu kadar geç söylemene kızdım.” “Ama kızman için bir neden yok ki; zaten biliyormuşsun. Ayrıca şu an benim sana kızmam gerekiyor. Odamı karıştırmışsın! Ama kızmam, biliyorsun yani…” “Orası öyle; ama ya o mektubu bulmasaydım gideceğin güne kadar bilmeyecektim. Böyle yapma bir daha, yoksa… Neyse uzatmaya gerek yok. O büyük çantanı götürmen taraftarı değildim ve yatağının altındaki minik çantaya saptanamaz genişletme büyüsü uyguladım.”
Lorelei, büyük bir sevinçle kucakladığı büyük annesinin yanağına, kocaman bir öpücük kondurarak odasına çıktı. Üzerini çoktan değiştirmişti, son kez aynanın karşısına geçti ve kendine baktı. Her zaman ki gibi bir şort yerine, mini beyaz bir etek giymişti. Üzerine geçirdiği siyah atletimsi tişörtün, çok sade olduğunu düşünse de takı takmak istemiyordu. Saçlarını arkaya doğru atarak yatağının altından minik, yuvarlağımsı ve oldukça şeker olduğunu düşündüğü çantasını çıkardı. İçine kampta gerekli olacak tüm eşyaları yerleştirdiğinden emin olduğunda birkaç saç tokası da katmadan edemedi. Çantanın kısa ipini de uzatmış olan büyük annesine büyük bir sevinç duydu. Çapraz olarak taktığı çantasıyla aynanın karşısında bir kere daha geçti ve aşağıya indi. Büyük annesi onunla vedalaşıp başını belaya sokmamasını öğütlerken çoktan uzaklaşmaya başlamıştı.
Çatlak kazana geldiğinde zamanın nasıl geçtiğini hatırlamıyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra çekmesi gereken yorgunluğun aksine, mutluluk vardı. Uzun bir süre o muggle köyünden uzak kalacağı için seviniyordu. Köşedeki bir masada oturan genç cadıya doğru ilerlerken bara uğrayarak bir kaymak birası aldı. Masada Winona’nın karşısındaki yerini alırken kaymak birasından bir yudum aldı ve “Selam Winona.” Diyerek sohbet etmeye başladı. Sessizliği sevmediği için konuşmak için yer arıyordu. Winona ile çok yakın değillerdi ancak Lorraine ile takılırlarken, çok samimi olmasalar da, sohbet ederlerdi. Bugün yapacakları gezi için sohbete giriştiklerinde Lorelei kaymak birasını yudumlamaya devam ediyordu.
En son Lorelei Adorlee tarafından Perş. Ağus. 04, 2011 7:23 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Conerus Hell Greyn Ravenclaw V. Sınıf
Gerçek İsim : Volkan. Mesaj Sayısı : 40 Kayıt tarihi : 04/06/10 Yaş : 28 Lakap : Hell.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (93/100) Patronus: Pegasus
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Çarş. Ağus. 03, 2011 6:20 pm | |
| Annesi, onun kamp çantasını hazırlarken; Conerus da mutfakta abur cubur aramakla meşguldu. Karşısına çıkan cips ve çikolata yığınından, bir paket cips ile birkaç paket çikolatayı kucakladıktan sonra, tekrar odasına dönmüştü. Annesinin, saptanamaz genişletme büyüsü uyguladığı çantanın içine neler koyduğunu merak etmiyor değildi. Zira, odaya girdikten sonra dolaba göz attığında, yarısının boşalmış olduğunu görmüştü. Kucağındaki abur cubur yığınını yatağının üstüne atıp annesinin elindeki tişörtleri aldı ve dolaptaki yerine yerleştirdi. İçinden birkaç tane tişört almaya yeltenmedi çünkü annesi o minik çantaya mutlaka bir sürü tişört koymuştu; bunlar da birer önlem olmalıydı. Zaten o çantanın içinde bulunan şeylerin yarısı birer önlemdi, annesinin klasik tedirginliği işte. Aslında çanta hazırlama işinde iyi olsa, bu işi kesinlikle annesine bırakmazdı. Ancak, çoğu şeyi unutuyordu ve çantasını toplatacak başka biri yoktu. Annesine mecbur kalmıştı yani. Conerus'un elindeki tişörtleri almasından sonra, gözlerini yatağın üstündeki abur cuburlara çevirdi annesi. "Erirler," dedi sakin bir şekilde ve sonra tekrar dolaba döndü. "Buzdolabı sığmaz mı o çantanın içine?" Dudaklarını büzmüştü Conerus, yatağa oturdu ve cips paketini açıp bir parça cipsi ağzına attı. Bunlardan birkaç gün uzak kalacağı ortadaydı, şimdi tadını çıkarmalıydı. Çikolata paketini de açıp, ondan da bir parçayı ağzına attıktan sonra, annesinin ona tekrar dönen, kaşları çatılmış yüz ifadesine sevimli bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Çikolatayı seviyordu.
Annesi dolabın kapağını kapattıktan sonra, yandaki komidinin üzerinden aldığı iki şişe parfümü çantanın içine attı. Sonrasında da, çantayı Conerus'un yanına bırakıp, "Tamamdır," dedi ve odadan çıktı. Conerus, çikolatanın büyük ihtimalle eriyeceğini bilse de, çantanın içine bir paket koymayı ihmal etmedi. Ufak sırt çantasını alıp, annesinin ardından odadan çıktı. Çoktan hazırdı, birkaç saattir annesinin çantayı hazırlamasını bekliyordu. Ah, belki de böyle işleri son güne bırakmamalıydı. Zaten böyle buluşmalara çoğunlukla geç kalıyordu. Mutfağa geldiğinde, ilk işi saate bakmak oldu. Neredeyse beş olmuştu. Annesinin kendisine ve birazdan gelecek olan eşine hazırladığı tabağa baktı. Aslında, yemek çok güzel görünüyordu ancak az önce cips ve çikolatayla karnını doyurmuştu. Bakışlarını bir süre sonra annesine çevirdi, yanına gidip yanağına bir öpücük kondurduktan ve güle güle dedikten sonra, kapıya yöneldi. Ancak, kapı; Conerus koluna dokunmadan açılmıştı. Karşısında babasını gördü, gülümseyerek "Selam baba," dedi ve hızlıca kapıdan çıktı. Bahçe kapısına doğru yönelirken de, "Güle güle baba," demeyi ihmal etmedi.
Her zamanki hızıyla Çatlak Kazan'a doğru yönelirken, sonunda eğlenceli vakit geçireceğine seviniyordu. Doğrusu, bu tatil oldukça sıkıcıydı ve yapacak bir şeylere ihtiyacı vardı. İçinde 'hikaye' kelimesi geçmeyen bir şeylere. Aslında, hikaye okumaktan birazcık bıkmıştı; zaten son zamanlarda, görevini yayınevi editörlerine devrediyordu. Bu sıcak havada, onları okurken hem sıkılıyor, hem de pişiyordu. Yayınevi editörlerinin de biraz çalışması lazımdı, değil mi ama? Çatlak Kazan'a vardığında, kapıdan içeri girdi hızlıca. İleride, iki tanıdık yüz görüyordu. Lorelei ve Winona. Her zamanki gevezeliğine devam ediyordu Winona. Onların yanına gitmeden önce bir kaymak birası almaya niyetlendi, ancak az önce yediği abur cuburlar midesini doldurmuştu ve kampta bir sorun çıksın istemiyordu. Bu yüzden, kaymak birası almadan onların yanına gitti, Lorelei'nin yanındaki yerini alırken "Selam," diyordu. "Umarım bizi ekmezler." | |
| | | Adelina Garnet Swain Hufflepuff IV. Sınıf
Gerçek İsim : Gökçen. Mesaj Sayısı : 125 Kayıt tarihi : 26/04/10 Lakap : Adelin, Adela, Adels, Ady, Garnet, Garny
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (84/100) Patronus: Gal Ejderhası
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Çarş. Ağus. 03, 2011 9:18 pm | |
| Giderek aydınlanan gökyüzüne bakıp, derin bir iç çekti. Baykuşunun getirmiş olduğu mektup hala masasının üstünde duruyordu. Gidemeyecek olması onun canını sıkıyordu. Keşke acele davranıp gidebileceğimi bildirmeseydim diye düşündü sert bakışları açılmış olan mektubun üzerinde gezinirken. O an aklından neler geçmişti doğrusu oda bilmiyordu. Sadece bu evden biraz olsun uzaklaşmak istemişti. Yan odadaki annesinin iniltili bağrışları genç cadı’nın kulaklarına çalınıyordu. Bu bağrışlar ona niçin gidemeyeceğini açıkça söylüyordu. Kendisini gömmüş olduğu rahat koltuğundan kalkıp kapıya yöneldi. Uzun koridoru geçip büyük kapılı bir odanın karşısında durdu. Annesinin o akıl almaz bağırışı şimdi daha net duyuluyordu. Büyük kapının yuvarlak tokmağını avuçlarlıyla kavrayıp yavaşça açtı. Annesinin beyaz yüzü çenesine kadar örtmüş olduğu örtülerden neredeyse gözükmüyordu. Sadece yatağında kıvranan bedeni acıyla kıvranıyor ve sesinde ki boşluk ne kadar acı çektiğini anlatıyordu, haykırırcasına. Adelina içeriye girip annesinin yanında duran sehpanın üzerinde ki su sürahisini alıp boş cam bardağa dikkatlice boşalttı. Tam karşıda duran makyaj masasının yanına gelip neredeyse kimsenin fark edemeyeceği küçük çekmeceyi açıp, içinden bir kutu ilaç çıkarttı. Annesi Adelina’nın elinde tuttuğu ilaçları görünce acı bir çığlık koy verdi. Bu muggle icadı olan ilaçları içmeyi sevmiyordu. Ancak kendisine gelmesi için bunları içmesi gerekiyordu. Zar zor çıkarttığı hapı annesinin ağzına güç bela koydu. Ardından ağzına kadar suyla dolan bardağı alıp annesinin tiksintiyle bükülen dudaklarına götürdü. Annesi aceleyle suyu içti. Bardak tamamen boşalınca yatağında doğrulup kızının yüzünü titreyen ellerinin arasına aldı ve ‘’ Tatlım, sanırım senin biraz dinlenmeye ihtiyacın var. ‘’ dedi. Adelina ise ona az sonra yatacağını söyleyince anlatmak istediği şeyin bu olmadığını açıkça belirtti ve ‘’ Hayır, tatlım. 2 gün önce bahsettiğin şu kamp tatiline gidebilirsin demek istiyorum. ‘’ dedi. Adelina’nın yüzünde sevinç değil şaşkınlık vardı. Evet, bu kampa gitmeyi gerçekten çok istiyordu ama ya annesi… Ona ne olacaktı? O kamptayken onunla kim ilgilenecekti? Muggle köyüne ve büyücülerin o tantanalı dünyasından uzak bir yerde yaşıyorlardı. Bu tepe başında kurulmuş olan tek ev onların eviydi. Bu yüzden annesine bakabilecek herhangi birisini hatırlamadığını söyleyip, ‘’ Hayır, gidemem. Sen ne olacaksın. ‘’ dedi. Annesi titremesi geçen yumuşak ellerini kızının saçlarında dolandırıp, ‘’ Beni merak etme. Beauxbatons’dan tanıdığım en yakın arkadaşım bir grup Beauxbatons’luyla gelip beni ziyaret edecekler. Sen yokken de bana bakacaklar. ‘’ dedi. İtiraz etmek için ağzını açtı ancak annesi çok yorgun olduğunu söyleyip onu odasından kovdu. Adelina kapıyı kapatırken de dikkat etmesi konusunda onu uyarıp, bir yığın taktikler verdi. Zamanında kendisinin de kamp yaptığını ve çok eğlenceli geçtiğini söylemeden edemedi. Adelina istemsiz bir şekilde yüzüne oturtmuş olduğu gülümsemeyle odasına geçip masasında ki beyaz kâğıdı alıp tekrar okudu. Evet, gidiyordu. Bu yüzden gecikmemesi gerektiğini düşünüp bir çoktan aydınlanmış olan havaya bir de saatine baktı. Çatlak kazana ulaşması için önünde 1 saatlik yol vardı. Bunun için çantasını çabucak toparlayıp derhal yola çıkması gerekiyordu. Arkadaşlarını ve anahtarı kaçırmak istemezdi. Hemen gardırobunu açıp içinden eskimiş küçük kahverengi bir çanta çıkarttı. Birçok kişinin bu büyüyü uygulayacağını düşünüp asasını oynattı. Çanta saptanamaz genişletme büyüsüyle genişleyip, kendine geldi. Hemen çantayı yatağının üstüne fırlatıp eline gelen giysileri aceleyle çantasına tıktı. Bir su, bisküvi, bolca kitap ve baykuşu için gerekli olan yiyecek ve malzemeleri de çantasına koyarken neşeyle ona göz kırpan baykuşuna bakıp, ‘’ Heyecanlı mısın Foam? ‘’ dedi ve son anda aklına gelenleri de koyup, çantasının fermuarını kapattı. Açık olan gardırobunda arta kalan giysilere bakıp ne giyeceğini düşündü. Pembe spor bir bluz altınaysa kot bir şort giydi. Kahverengi çantasını çaprazlama omzuna astı ve diğer omzunaysa küçük turuncu baykuşu Foam’ı oturtup aşağı kata indi. Pembe bez ayakkabılarını giyip, annesine güle güle diye bağırdı ve çıktı.
Ona 3 saatten fazla gelen bir yolculuğun ardından nihayet çatlak kazana ulaştı. Artık tozdan kırılmaya yüz tutan ahşap kapıyı açıp ona ve baykuşuna bakan gözlere aldırmayıp bar kısmına doğru sakin adımlarla ilerledi. Eğer Foam’ı evde bıraksaydı, ona kimsenin bakmayacağını ve zavallı Foam’ında açlıktan öleceğine emin olduğu için bugün onu da mecburen yanında getirmişti. Çantasının içinde sürekli sallanan Foam’ın kafesinin şıngırtıları eşliğinde sesini duyurup bir kaymak birası istedi. Kaymak birasını ellerine tutuşturan cadıya gülümsedi ve kapıdan içeri girdiğinde ona gülümseyen arkadaşlarının yanına gitti. Aslında üçünü de daha önce defalarca büyük salonda görmüştü ancak onların kendisini hatırlıyor olmasından şüphe ederek tam karşılarındaki tabureye oturup, ‘’ Selam. Daha gelecek var değil mi? ‘’ deyip, kaymak birasını içmeye koyuldu. | |
| | | Danielle Price Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Gökçen. Mesaj Sayısı : 206 Kayıt tarihi : 19/02/10 Lakap : Dany.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (84/100) Patronus: Boa Yılanı
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Çarş. Ağus. 03, 2011 11:21 pm | |
| Güneş tüm olağanca kuvvetiyle kahvaltı sofrasına vuruyor ve ışıldıyordu. Dany’nin önündeki tabak ışıldarken bölmüş olduğu ekmeğini ağzına atıp, ‘’ Sen de benimle gelecek misin baba? ‘’ diye sordu. Babası ona yarım saatlik yolu tek başına yürümesini uygun bulmadığını söyleyip, ‘’ Seni çatlak kazanın önüne bırakıp tekrar eve dönerim. ‘’ dedi. Dany ise küçük çocuklar gibi üzerine titrenilmesinden hoşlanmadığı için dünkü tartışmayı yeniden alevlendirip, ‘’ Dün sana beni bırakman gerekmiyor demiştim. Neden hala kendini yorup benimle gelmeye çalışıyorsun? ‘’ dedi. Babası hemen okumuş olduğu gazeteden gözlerini ayırıp sert sert baktı ve tek kaşını kaldırıp, ‘’Eh, oraya tek başına gitmek için yeterince büyük değilsin. ‘’ dedi ve Dany ağzını açınca onu susturup ‘’ Konu kapanmıştır. Seni ben bırakacağım. ‘’ deyip gazetesini okumaya devam etti. Dany suratını astı ve babasına hazırlanması gerektiğini söyleyip sofradan kalktı. Üst kat merdivenlerini çıkarken bazen bu evde kendisinin hiç dinlenmediğini söyleyip, sinirinin geçmesini bekledi. Odasına geldiğinde annesinin telaşla koşturup, kocaman bir bavula özenle ayırmış olduğu giysileri ve yiyecekleri sokmaya çalıştığını görünce gülmemek için kendisini zor tuttu. Sanırım annesi bazen sihirli güçleri olduğunu unutuyordu. Annesinin yanına gelip, ‘’ Sakın bu koca bavulu götüreceğimi söyleme bana. ‘’ dedi ve annesinin şaşkın suratına bakıp alaylı bir ses tonuyla ‘’ Saptanamaz genişletme büyüsüne ne oldu? ‘’ dedi. Annesi sağ elini alnına koyup, ‘’ Ah! Aklım nerede benim? ‘’ diye sitem etti. Dany ise dün ayırmış olduğu çantasını çıkarıp, annesine uzattı. Annesi cebinde duran asasını çıkarıp şöylesine bir salladı. Artık bu küçük çantaya istediği her şeyi koyabilirdi. Annesi çantasını tıka basa doldururken oda giyinmek için gardırobunu açtı. Çok süslenmeye gerek yok diyerek bir eşofman altı giydi ve üstüne de beyaz bir tişört geçirdi. Artık hazır olan küçük çantasını omzuna geçirip, annesinin yanağına bir öpücük kondurdu. Hemen aşağı indi ve onu bekleyen babasına hala kızgın olduğunu belirten gözlerle bakıp spor ayakkabılarını giydi.
Yarım saatlik yolculuğunu babasının dırdırlarını dinleyerek geçirdi. Nihayet Çatlak kazana ulaştıklarında babası ona sarıldı ve ‘’ Kendine iyi bak. ‘’ deyip büyük bir *pop* sesiyle beraber yok oldu. Oda hemen içeri girdi ve dört kişinin oturduğu masaya yaklaşıp, ‘’ Selam! ‘’ dedi. Tahta tabureye oturunca geri kalanların ne zaman geleceğini sorup paslı kapının açılacağı zamanı bekledi.
| |
| | | Lynnette Heloise Sneaux Slytherin V. Sınıf
Gerçek İsim : Merve. Mesaj Sayısı : 137 Kayıt tarihi : 16/10/09 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (1/100) Patronus: Kedi
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Perş. Ağus. 04, 2011 5:58 am | |
| Çalar saatin tiz sesi odanın bütün duvarlarında yankılanıyordu. Kulak tırmalayıcı hatta kulağı sağır edebilecek ölçüdeki bu ses Lynnette’in sinir kat sayılarıyla oynuyordu. Susmasını ve bir an önce bu işkencenin bitmesini dileyerek başının altındaki yastığı sıkıca kulaklarına bastırdı. Uyku sersemiyle ne yaptığını bilemeyen cadı bu yönteminin de işe yaramayacağını anlayarak komidinin üzerindeki çalar saati aldı ve yere fırlattı. Yatağında oturur biçimini aldı ve saatini fırlattığı yere baktı. Saatin parçaları odaya yayılmıştı ve bu saatin mağlup olduğunun göstergesiydi. Azmin zaferle sonuçlanmasıyla dudaklarındaki gülümseme kendini kahkahaya bıraktı. Sağdan sola doğru omuzlarını hareket ettirdikten sonra derin bir nefes aldı ve hala etkisinde olduğu sersemliğin eteğinden bir nebze olsun kurtulabilmek için duşa doğru ilerledi.
Islak saçlarının t-shirtünde bıraktığı izlerden ziyade teninde bıraktığı dondurucu his bu sıcak yaz gününde olabilecek şeylerin en iyisiydi belki de. Saçlarını kurutmaya üşenmeseydi şayet, bu hissi tadamayacaktı. Bugün pollyannalığın zirvesine vurmak yapılacaklar listesinde yoktu ama her şeyde iyi bir sonuç aramak belki gününe ufak da olsa bir şeyler katabilirdi. Daha eğlenceli bir şey varsa o da tabii ki kahvaltıydı. Günün en çok bu öğününü seviyordu Lynnette. Merdivenlerden koşar adım ilerledi. Salonun ortasına hazırlanmış ahşap ve bir o kadar da büyük masanın başköşesine oturdu ve büyük annesinin çay kupasının dolduruşunu izledi. Kupanın üzerinden yukarıya doğru süzülen gaz taneciklerinden anlayabildiği kadarıyla çay haddinden fazla sıcaktı. Sonraya bırakmanın en iyisi olacağını düşünerek eline aldığı kupayı masaya bıraktı. Daha önemli bir mevzu vardı. Baykuşla gelen haber sayesinde kampa çağırılmıştı. Winona’nın da içinde bulunduğu bu kampın düşüncesi bile çok eğlenceliydi. Ravenclaw binasından tanıdığı ve aralarında fazla bir münasebet olmadığı halde bu kıza karşı ayrı bir sempati duyuyordu. Herkese karşı takındığı o itici cadının ön yargıları ilk defa tuzla buz olmuştu. Hem de bir Ravenclaw’lıya karşı! Kendi binasında bile sürtük diye nitelendirilen Lynnette değişiyor muydu? Absürdlüğün doruğuna ulaşan bu çelişki kafaları fazlasıyla karıştırmaya yetiyordu. Ayağa kalktı ve sinsi bir tebessümle büyük annesinin omuzlarına yaslandı. “Büyük anne, sana bahsettiğim kamp olayını hatırlıyor musun?” sesindeki sıcakkanlılık Lynnette’i bile şaşırtmıştı. Büyük annesini bir nebze olsa bile sevmiyordu. Annesi ve babasıyla ilgili bütün sır perdelerini aydınlığa kavuşturacak olan kişi yıllardır suskunluğunu koruyordu. Lynnette’in aklından geçen tek bir şey vardı, mezun olduktan sonra öldürmekle tehdit ederek her şeyi öğrenecekti. Çocukça olan bu fikir yıllardır aklının bir köşesinde duruyor, cadının iliklerine kadar hırsla dolup taşmasına sebebiyet veriyordu. “Evet, tatlım hatırlıyorum. Odandaki çantaya saptanamaz genişletme büyüsü yaptım. İçinde gerekli olan her şeyi bulabilirsin.” Büyük annesinin sesiyle bütün dikkati dağılmıştı. Fazlasıyla yapmacık ve itici bulduğu bu ses ondan nefret etmesi için yeterliydi. “Teşekkürler” diyerek merdivenlere doğru koşarcasına ilerledi.
Çalışma masasının üzerindeki küçük çantayı eline aldı ve inceledi. Saptanamaz genişletme büyüsü hayranlık uyandırıcı ölçüde bir büyüydü. Özellikle bayanlar için kesinlikle gerekli bir şeydi bu. Üzerini değiştirmek üzere dolabının kapağını usulca açtı ve sarı bir bluz buldu ve bir çırpıda giyindi. Sarıyı seviyordu, açık renkler adeta vazgeçilmeziydi. Odanın parkelerine düşen güneş ışıklarına güvenerek çıkardığı, belinde başlayıp dizine kadar inen, beyaz ve fırfırlı eteğini de giydi. Saçları çoktan kurumuştu. Salık bırakmanın en güzel tercih olacağını düşündü ve saçlarının beline kadar inişini aynadaki yansımasından seyretti. Büyük annesi Lynnette’in dalgalı ve uzun çikolata kahvesi saçlarının annesinden geldiğini söylerdi hep. Oval yüzünü kaplayan saçları ona içinin tam tersine melek saflığı veriyordu. Gözlerindeki kötülüğün ışıltısı her ne kadar yüzünü de etkilemeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Aynadan bir türlü kendini çekip çıkaramıyordu. Kolundaki saate baktığında geç kalabileceğini anlayarak kapının arkasındaki önü açık beyaz babetleri giyindi. Çantasını aldı ve parçalanmış saati dağılmış halde bıraktı. Çatlak Kazan’a gelmesi fazla uzun sürmemişti. Yılların eskittiği kapının gıcırtısı dükkanda yankılandı. Müşterilerin alışkın olduğu bu ses kimsenin dikkatini çekmediği için Lynnette rahat bir nefes aldı ve kendileri için hazırlanmış olan masaya doğru ilerledi. Winona’nın yanındaki sandalyenin boş olduğunu görünce oraya oturmanın akıllıca bir fikir olduğunu düşünerek oturdu. Dudaklarından dökülen “Merhaba.” nın fazla samimi olmadığı barizdi. Nezaketen kullanması gerektiği bu selam şekli onun canını sıkıyordu. Selamlaşma fasıllarından pek haz etmiyordu. Lynnette’in bu tavırlarına alışkın olduklarından dolayı sorun da yaratmıyordu. Garsona bir kaymak birası ısmarladı ve çantasını masanın üzerine koydu. Sol elini çenesine dayadı ve etrafa yalancı gülücükler dağıtmaya başladı. Eğlence başlıyordu. | |
| | | Euterpe Châtillon Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 829 Kayıt tarihi : 25/07/11 Yaş : 30 Lakap : Princess of Slytherin.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (97/100) Patronus: Smilodon
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Paz Ağus. 07, 2011 1:54 am | |
|
Odama giren güneş ışınlarını yok saymak şuan istediğim tek şeydi. Yastığı başıma geçirdim ve sessizce uyumaya çalıştım. Ancak her şey buna engel gibiydi. Bedenimi saran ve ısıtan güneş ışınları, çalan kapı ve dışarıdan gelen o lanet gürültü… Üstüne üstlük görevli ben izin vermeden içeri girmişti. Yastığı başımdan çerken doğruldum ve gözlerimi kadına diktim. Bu ne saygısızlıktı böyle? Kim veriyordu ki efendisinin odasına izinsiz girmeyi? Melodik ses tonumu bozmadan konuşurken bir yandan da ayağa kalkıyordum. ‘‘Sana odama girme iznini kim verdi acaba?’’ Ona doğru ilerlerken elimde asamı sallıyordum. Kadın korkarak bana bakıyordu tam bir şey söyleyecekken elimi kaldırdım ve devam ettim. ‘‘Sakın, benimle konuşma bile… Bu saygısızlığına bedel ne yapsak acaba?’’ Durdum ve boş alan elim ile çenemi sıvazladım. Ne olabilirdi, ne olabilirdi? ‘‘Acaba böcek olmak ister misin?’’ Bir yandan da sinsice gülüyordum. Kadın korkarcasına geriliyordu. Kaçmaması gerekti. Bu onun için büyük bir hata olurdu. Hiç değilse ona acıyordum, kim bilir kara büyülerden birini yapsam ne olurdu? Tam bu sırada bir öksürük duyuldu. Sarı saçlı kadın bana bakıyordu ve gülümsüyordu. Teyzem… Yine olaya el koymuş, hizmetçinin icabına bakacağını söylemişti. Teyzem beni hep el üstünde tutardı. Sakladığımız sırlardan biri de buydu işte… Kendisi karanlık taraftaydı ve benim de onun gibi olmamı istiyordu. Üstelik Lord yeniden geldiğinde ona hizmet vermem Teyzem için büyük bir avantaj olacaktı. Ben ise sadece düşünüyordum. Neden ben? Bu konu için neden ben seçilmiştim ki? Kaderim de bu varsa neden hala öğrenciydim. Lord hakkında neden bilgi alamıyordum? Sıkıntı ile yatağa oturdum ve boş odaya baktım. Sağ koluma taktığım saate baktıktan sonra hazırlanmam gerektiğini fark ettim. Tatil beni bekliyordu.
Sıcak bir duş ardından ise güzel bir kahvaltı… Teyzemin beni beklemesi alışıldık bir şeydi. Bensiz kahvaltı etmez ve kahvesini içmezdi. Bazen onun benden yaşça büyük ikizim olduğunu düşünüyordum. Üzerime giydiklerimi bile hep o almıştı. Boşuna zevk sahibi değildim. Dar siyah bir pantolon ve üzerimde ise yılan yeşili bluz… Yılan yeşili üzerimden eksik olmazdı. Etrafımdakileri takmasan binamın arması ile bile dolaşabilirdim. Binamı hatırlayınca gülümsemem yüzüme yayılmıştı. Acaba bu küçük tatil eğlencesine kimler geliyordu? Beni zorlayan birkaç kişi dışında kimlerin geleceğini bilmiyordum. Ancak herkesin beni bildiğini biliyordum. Bir prensesin bu organizasyona katılması herkes için güzel bir olaydı. Şımarık mıydım? Hem de fazlasıyla… Gerçekleri söylemek zorunda olmak hoşuma gidiyordu. İlk defa gördüğüm yeşil renklerle süslenmiş porselen bardağımdan çay içerken teyzeme baktım. Sarı saçları her zaman ki gibi düzdü. Gözleri ise dırdırcı dergisinin üzerinde geziyordu. Çikolata kahvesi gözleri her zaman ki gibi ışıl ışıldı. Kim olduğunu bilmesem fazla masum biri olarak tanımlayabilirdim onu. Ancak teyzem bir ölüm yiyenden bile tehlikeliydi. Masum olduğu için her istediğini elde ediyordu ya, kimse onun gibi birine kıyamıyordu. Sağ elimi yumruk yaparak dudaklarıma götürdüm ve hafifçesine öksürerek gözlerinin bana dönmesini sağladım. Melodik sesim her zaman ki gibiydi, hizmetçilerin bile sesimi duyunca bayılacağını hissediyordum. ‘‘Teyzeciğim, izninle bugün arkadaşlarımla küçük bir tatile çıkacağız.’’ Teyzem sağ kaşını hafifçe kaldırdı ve dırdırcıyı masanın üzerine bıraktı. Ben söylemesem bile o bilirdi, o her şeyden haberdar olurdu. Saklamak benim için hata olurdu ancak ne olacağını ikimizde biliyorduk. Yavaşça kafasını salladı ve göz kırptıktan sonra konuştu. ‘‘Elbette, istediğin yaramazlığı yapabilirsin küçük cadı.’’ Bu onayı olduktan sonra sinsice gülümsedim ve hızla masadan kalktım. Yanağına minik bir öpücük kondururken hizmetçilere çantamı indirmeleri gerektiğini söyledim. Eğlence başlıyordu.
Çatlak kazana geldiğimde etrafa baktım. Burayı genelde severdim. Çok fazla insan olmasına rağmen rahatlatıcı bir his uyandırıyordu. Belli ki yine sonradan gelenlerdendim. Her zaman böyle değil miydi zaten? Bir prenses gibi sonradan gelir ve herkesin bana ‘assolist’ demesinden sevinç duyardım. Masada oturan yüzleri görünce gerçekten de birkaç cadılık yapabileceğime kanaat getirmiştim. Hızlı ve çevik adımlarla masaya ilerlerken melodik sesimin çınlamasına izin verdim. ‘‘Vay vay… Herkeste buradaymış. Prensese bir hoş geldin yok mu?’’ Sandalyeyi oturmak için çekerken Lorelei ile gözgöze gelmiştim. Sinsice ona gülerken oturdum ve tekrar konuşmaya başladım. ‘‘Tanrım! Bu kadar mıyız yani? Her neyse, umarım eğlenceli geçer.’’ Sıkıntı ile ellerime baktım ve eğlence için assolist olmamayı diledim.
| |
| | | Aaron C. Bishop Slytherin V. Sınıf
Gerçek İsim : HuB#3 Mesaj Sayısı : 52 Kayıt tarihi : 20/08/10 Yaş : 32
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Anka Kuşu
| Konu: Geri: Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. Paz Ağus. 07, 2011 4:29 pm | |
| “Aaron. Kalk tatlım, geç kalacaksın yoksa.” Bu sesi tanıyordu genç adam. Annesinin ona sesleniş tarzıydı. Gözlerini yavaşça aralarken, yeni günün ışıkları vuruyordu yüzüne. Ve genç adam istemsizce de olsa uyanıyordu yeni güne. Esneyerek başlayan bu sabahın devamını hiç de merak etmiyordu açıkçası. Yatağından kalkıp doğrulurken, tek düşündüğü o muhteşem kahvaltıydı. Annesi hazırlamış olmalıydı şu ana dek. Günün en sevdiği zamanıydı. Kahvaltı. Tüm günün enerjisini bir öğünde toplamak ona gerçekten iyi geliyordu. Diğer öğünleri yemese bile, kendini zinde hissediyordu her daim. Doğrulduğu yataktan kalktığında kollarını havaya kaldırarak esniyordu genç adam. Ve bu hareketini bitirdiğinde arkasına dönüp baktı. Dağınık bir yatak vardı arkasında. Sanki gece yatakla sevişmişti. Bu şekilde bırakmaması gerektiğini bildiğinden eğilip yerden çarşafları aldı. Ve katlayarak yerleştirdi. Yatağını toplar toplamaz arkasını dönüp odanın dışına doğru yürüdü. Hole geldiğinde sağ tarafa doğru yürüyerek, lavabonun yolunu tuttu. Lavaboya yaklaştığında, musluğu açıp iki avucunu birleştirdi. Ve avuçlarına dolan suyu sert bir şekilde yüzüne serpti. Sabahın mahmurluğunu atmıştı üzerinden sonunda genç adam. Ve yüzünü kurularken, yapacağı kahvaltının hayalini kuruyordu. Arkasını dönüp yeniden hole geçtiğinde merdivenlere doğru yürümeyi sürdürdü. Evleri iki katlıydı. Ve bu merdivenler ona çocukken tam bir eğlence mekânı olmuşlardı. Üzerlerinden kaydığı günleri hatırlamıştı o anda. Çocukken buralardan kaydığındaki bağrışmaları kulaklarında çınladı o anda. Gülümseyerek çocukluğunun geçtiği bu evin merdivenlerinden aşağıya, salona indi. Sol tarafa doğru dönerek mutfağa doğru ilerlemişti. Güneş ışığının pencerelerden girmesiyle, aydınlık bir ortam olmuştu mutfak o anda. İçeriye adım atar atmaz, kahvaltı masasını görünce sevince boğulmuştu. Hemen gidip sandalyeye oturdu ve annesi çayını koyarken, eşsiz kahvaltısını yapmaya başladı. Kahvaltısını bitirir bitirmez, masadan kalkarak mutfaktan dışarıya attı kendini. Sırt çantasını hazırlamalıydı. Ve bunu nerede yapacağını biliyordu tabi ki. Babasının çalışma odasında bu konuyu halledebilirdi. Merdivenleri kullanması gerekiyordu yeniden. Merdivenlere doğru ilerlerken sırt çantasına koyacaklarını aklından geçirdi. Ve yavaşça merdivenlerden çıktıktan sonra karşısına çıkan ilk odaya daldı. Babasının çalışma odası oldukça düzenliydi. Fakat Aaron’ı ilgilendiren bu düzen değil, karşısında duran barın içerisindeki viskiler ve vodkalardı. Bara doğru yaklaşıp elini kapağına uzattı altındaki dolabın. Kapak açılır açılmaz, şişeler kendilerini göstermişlerdi. Aaron işine yarayacak birkaç şişeyi alarak ayağa kalktı. Ve kapağı kapadıktan sonra kapıya doğru yürümeye başladı. Bu tatil gerçekten eğlenceli olacağa benziyordu. Genç adam kapıdan çıkar çıkmaz, sağa doğru yürüyerek odasına ulaşmıştı. Kapıdan içeri girdiğinde, yakınındaki bir masaya elindekileri bırakır bırakmaz, dolabına doğru ilerledi. Ve kapağını açarak içerisinden sırt çantasını çıkardı. Bu sırt çantasını seviyordu. Şu sihirli malzeme dükkânından almışlardı. Ve içerisine her şeyi koyabiliyordu, sınırsızca. Çantasını yatağının üzerine bırakıp, masaya yöneldi. Bıraktığı şişeleri eline alarak yatağa doğru ilerledi. Yatağa ulaştığında elindeki şişeleri çantanın içerisine düzgün bir şekilde yerleştirdikten sonra yeniden arkasını dönerek dolabına doğru ilerledi. Kıyafet çıkarma vakti gelmişti. Spor yapabilmesi için birkaç eşofman, iki tane şort ve bulabildiğince tişört alıp, aşağıdaki raftan ise kotlarını alıp yatağa geri döndü. Elindeki katlı giysileri çantaya yerleştirdikten sonra yanına okuyabileceği birkaç kitap ve muggleların komik bulduğu şaka aletlerinden birkaçını da alıp çantaya doğru fırlattı. Geniş çanta hepsini içerisinde barındırırken, dışarıdan içerisinde hiçbir şey yokmuş gibi görünüyordu. Çantasını hazırlaması kısa sürmüştü genç adamın. Günlerdir bu konuyu aklında tekrar etmesi yardımcı olmuş olmalıydı ona. Geriye kalan tek bir şey vardı. Evdekiler ile vedalaşmak. Babası ile gece vedalaşmıştı. Çünkü babası seherbazdı. Ve günün her saati çalışmak zorunda kalabiliyordu. Gece yine bir baskın olmuş olmalıydı ki, apar topar çağırmışlardı. Annesi ile vedalaşmamıştı. Fakat genç bayan her şeyi duygusala bağlıyordu. Onunla vedalaşmak zor oluyordu. Okula ilk gidişinde hüngür hüngür ağlamıştı. Ve gözyaşlarının biriktiği çukurda kaplumbağalar yüzmeye başlamıştı. Bu durumun üstesinden geleceğine inanıyordu annesinin. Çantasının fermuarını kapatıp dolabına geri döndü. Ve oradan üzerine mor bir tişört ve altına da açık renkli bir kot çıkararak giydi. Şimdi hazırdı vedalaşmak için. Çantasını omzuna takıp, odadan ayrılmıştı. Holde yürürken adımları garip geliyordu ona. Ne zaman evden bir santim bile uzaklaşsa bu hisse kapılıyordu. Belki de yetiştirilme tarzından olsa gerek, hiçbir zaman mutlu bir şekilde çıkamıyordu evden. Yavaşça merdivenlerden indikten sonra sola doğru döndü. Ayakları gitmek istemese de, gönlü gitmeye razı ediyordu onları. Ve mutfağa girdiğinde annesi onu bekliyordu zaten. Sarılarak vedalaştılar. Ve ilk defa annesi onu anlayışla karşılamıştı. Sonuçta tatile gittiğini anlamıştı nihayet. Sanki evden ayrılırcasına markete giderken bile duygusallaşıyordu kadın. Bir nebze olsun değiştiğini görmek mutlu etmişti Aaron’ı. Yapabileceklerini düşünerek evden çıkarken geriye dönüp arkasındaki bayana tek bir söz söyledi ve onun gönlünü yeniden aldı. “Seni seviyorum.” Çatlak Kazan yolunun yarısını bitirmişti genç adam düşünceleriyle. Aklı yine Crystal’de idi. En son ölüm yiyenle yaptığı düellodan beri konuşmamışlardı. Ve bu konuda gerçekten üzgün hissediyordu Aaron kendisini. Daha geçen hafta burada onun peşinde koşturuyordu. Aynı yolda, aynı caddelerde… Fakat bu sefer takip değildi amacı. Arkadaşlar ile buluşarak tatile gitmekti. Pek çoğunu arkadaş olarak görmese de, birkaç kız tavlarım amacı ile gidiyordu Aaron tatile. Hem de o düellodan sonra biraz kafa dinlemeye ihtiyacı vardı genç adamın. Çatlak Kazan’a gelmişti sonunda. Az ilerdeydi mekân. Önceki gelişinde buralarda koşturuyordu genç adam Crystal’in peşinde. Ve içeride Crystal’i aradığında gördüklerini hatırladı. Garip bir gündü. Ve sonra Crystal mekândan çıkarak Diagon Yolu’na geçmişti. Anılarını bir kenara bırakıp günümüze dönmeyi düşünüyordu genç Aaron. Ve bunu başarmıştı da. Yavaşça ilerleyerek mekânın kapısını araladı. Ve içeriye adımını atarken kendinden emin olarak ilerliyordu. İçeride ne olduğunu bilmiyordu. Fakat yine de kendinden emindi cesaretiyle. Etrafına bakındı. Tanıdık kimse görememişti henüz. Birilerini görmek amacı ile bara yaklaştı. Ve kaymak birası isteyerek bara sırtını dayadı ve çevreyi gözlemledi. Az ileride birkaç kişi görmüştü. Evet, bunlar onlardı kesinlikle. Hell, Lorelei ve diğerleri. Koluna değen soğuk kaymak birasını eline alarak parasını barın üzerine bıraktı. Ve ardından diğerlerinin yanına doğru ilerledi. Barmen arkasından bakarken buz gibi kaymak birasından bir yudum alarak masaya geldiğinde, yavaşça geçip yanlarına oturdu. “Beni beklemeden gitmiyordunuz herhalde?” dedi gülümseyerek. Tüm gözler ona çevrildiğinde kaymak birasından bir yudum alarak gelenleri süzdü. Fena değildi. Fakat daha iyi olabilirdi.
| |
| | | | Tatil Kurgusu || Kamp Yolculuğu. | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|