Aegnor hiçbir şeye benzemeyen ve saçtığı kötü enerjiden kıvranabileceği bir canavardan kaçıyor, bir şekilde yardım gelmesini istese de cevap gelmiyordu. Önüne gelen çalılıkları ittirirken kolunda açılan çiziklere aldırmadan olabildiğince hızlı koşuyor arada arkasına bakarak canavarı yokluyordu. Canavar koştukça daha da
güçlenip hızlanıyordu adeta. Aniden alabildiğine düz olan bir ovaya çıkmıştı olgun elf. Çaresiz biçimde koşmayı denedi ancak bir faydasının olmadığını anladığında birden durup başını eğdi. Canavarın yeri sarsacak kadar ağır ve büyük adımlarını hissediyordu. Koşmak istiyordu ama bir yanı da orda durup kadere boyun eğmesini istiyordu. Aegnor ikisine de baş kaldırıp arkasını döndü ve canavarı cesaretle kucaklarcasına açtı kolunu. Gözlerini kapatıp canavarın ne yapacağını bekledi ancak bir sessizlik gecenin ve yemyeşil ovanın içinde süzülüyordu. Gözlerini açtığında karşısında ışık süzmesi içersinde duran kadını güçlükle gördü. Kadın yaklaştıkça elf gözlerini kısma ihtiyacı duyuyordu. Gözleri alıştıktan sonra zorla kestirdiği yüzünü anımsadığında içinde beyaz ve soğuk bir his yayıldı her bir hücresine. Duyduğu hissin kalbinde ansızın oluşan acıyla harmanlaması titremesine neden olmuştu elfin. Ölen sevgilisi idi karşısında duran ışık kümesi. Aegnor aşkının tenini hissetme arzusuyla elini ona doğru uzattı ancak ulaşamadan aniden kaybolması elfin içine büyük bir yumruk yerleştirmişti.
***************
Kan ter içindeydi Aegnor. Gördüğü rüyanın etkisini atamamıştı hala üstünden. Tavana bakarken gözünün önünde canlanıyor ve meraklanmaktan kendini alamıyordu. Duygularının yüzüne yansımasından hoşlanmasa da bu sefer gizleyememişti yüreğindeki hasret ve burukluğu. Her seferinde unuttuğu sandığı sevgilisinin hatırına gelmesi rahatsız ediyordu artık. Ne yapacağını kesin bir ses tonuyla kendi kendine söyleme gereği duydu. “Geceden yardım istemekten başka çarem yok.” Yatağından çıktığında baldırında ince ama keskin bir sızı hissetti. Rüyasında boğuşurken bacağına da küçük bir çizik atmış olacaktı. Rüyanın etkisinden sıyrılmak için duşa girdi bir işe yaramayacağını bilmesine rağmen.
Çıktığında üstün körü kurulanıp özensizce giydiği kıyafetleriyle aniden dışarı atmıştı kendini. Kesin bir şekilde toprağı ezercesine attığı adımlardan pişman olmamak için
içinden sürekli ”Bunu yapmam gerek!” fermanını tekrarlayıp duruyordu. Tuhaf bir enerji akımının olduğu noktayı keşfettiğinde diz çöküp başını aya doğru kaldırdı. Gözyaşı içinde “ Senden yardım istiyorum ve buna çok ihtiyacım var. Tek isteğim hayatımı adadığım ancak beni yarı yolda bırakmak zorunda kalan sevgilimi unutturman. Acı dolu olacak ama başka çarem yok. Sana borçlanacağım ve kısa zamanda karşılığını alacağından şüphen olmasın. Lütfen.” Dedi ancak dilinden bu kadar fazla kelimenin dökülmesine şaşırmıştı. Boynunu eğip minnet duyduğu ayın cevap vermesini bekliyordu merakla. Çaresizliğe düştüğü sırada içinde oluşan güç ve sıcaklık bir yaşama sebebinin kalmayacağının habercisiydi. Huzur veren sıcaklık birden beynine hücum etmiş hafif acı duymasına neden olmuştu. Sıcaklık arttıkça acı iki katına çıkıyor ayın altında kıvranmasına neden oluyordu. Ağzından özgürce uçup giden haykırışlar geceyle buluştuğunda ayın gücü daha da artıyordu sanki. Hafif kapanan gözlerinin altında görebildiği tek şey önünde duran küçük bir papatyaydı.
Soğuktan kıvrılmış, hafif titremeye başlamış Aegnor güçlükle kaldırdı göz kapaklarını. Gördüğü tek şey ormanın içine doğru süzülen ayın ışıkları ve karanlığın bu ışıklardan kaçışıydı. İki zıt şeyler birbirini bu kadar tamamlayabilirdi. Işık ve karanlık.. Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde küçük bir papatya vardı elfe dönük. Bakıp hafif gülümsedi, ormanda olduğunu sonradan kestirebildi. Aniden kalkmaya çalıştı ama gücü olmadığı için başaramadı. Buraya nasıl geldiğini ve nerede olduğunu düşünmeye çalıştı ancak her yerine hücum eden sızılar düşüncenin aniden uçup gitmesine neden oluyordu. Bir kaç dakika orada yatıp kendine geldikten sonra ağır ağır kalktı elf. Ellerini başına koyup düşünmeye başladı buraya nasıl geldiğini. Yataktan kalkmış, duşunu almış, giyinmiş.. Burada karanlık bir şey giriyordu devreye, devamı yoktu. Geçmişi de içine alan bir boşluk vardı. Düşündükçe sinirlenmeye başlayan olgun elf yarıda kesmeye karar verdi. Gücünü tekrar toplamak için ormanda gezintiye çıkan elf gelen su seslerinden şelaleye yaklaştığını anlamıştı. Ancak tuhaf bir enerji hissetti ansızın. İçinde kelebekler uçuracak lakin bir o kadar da bıçak yarası açacak kadar değişken bir enerji. Orada kim veya ne varsa Aegnor’u şaşkınlığa uğratmıştı. Şelaleye doğru yaklaşan elf enerjiyi daha da çok hissediyor, algıladığı enerji tarif edilemez duygular hissetmesine neden oluyordu. Beyaz ve akıl almaz vücudundaki bütün sinirleri şelaleye bırakmak istiyordu ancak hissettiği duygunun büyüsüne kapılmıştı adeta. Karanlıkta ayakta duran bir bayan vardı. Gözlerini kısarak görüşünü daha da netleştirdi ve gördüğü güzellik ve zarafet karşısında nefesi kesilmişti elfin. Zarif yüz hatlarının şahidi olan dalgalı saçları geceye doğru serbest bırakılmıştı. Gözünün önüne düşen bir tutam saçı gözlerinin görünmesini engelliyordu lakin gözleri ne renk olursa olsun böyle güzeller güzeli bir bayana yakışacağından gayet emindi. Üzerine tam oturan kırmızı, yer yer ise siyah desenlerin bulunduğu boydan elbisesi geceye uyum sağlıyordu adeta. Gerdanında takılı olan ve bir güneş gibi parlayan kolyesi ise bağrının açıklığını kapatıp sadelikten ödün vermiyordu. Bu büyülü güzellik karşısında eriyen Aegnor güzel elfe dalmış gözlerinden akan gözyaşlarını atlamıştı. Yüzünden akan yaşları gördüğünde içinde garip ve ipeksi bir burukluk olmuş yanına gidip teselli etmek istemişti. Ürkek adımlarla şelaleye doğru yaklaşan güzel elf kollarını iki yana açmıştı ve durmaya niyeti yokmuş gibi gözüküyordu. Aniden hızlanıp koşmaya başlayan elf belli ki kendini atacaktı. Aegnor gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Aklı başına geldiğinde güzel elfe koşarak belinden kavramış ve geriye doğru çekmişti. İkiside yere yığıldığında güzel elf gözlerini başaramama duygusuyla açmak istemiyordu sanki. İçindeki pişmanlığın verdiği burukluk yüzüne yansıyor gibiydi. Hafifçe açılan göz kapakları ardındaki hiçbir şeye değişmeyeceği okyanus içinde boğulmuştu bir an. Hafif nefesi kesilen Aegnor, bu mavi gözlerin içinde saklı olan yorgunluğu ve endişeyi sezmişti. Kızın doğrulmak istemesiyle okyanus gözlerinde daldığı hayal aleminden sıyrılarak belinden tutup yardım etmeye çalışmıştı ki genç elfin kalp atışlarının sesi geceye karışarak kuş olup uçuyordu adeta. “Teşek… Teşekkür ederim.” Güzel elfin boğazından aniden çıkan kelimeler Aegnor’un da kalp atışını hızlandırmış, bir kez daha nefsinin kesilmesine neden olmuştu. Böyle bir sesin verdiği rahatlık ve güven duygusu arkasına sığınmak istiyordu çocuk gibi. İpeksi ancak keskin ses tonun arasında sıkışıp kalmış olan nefret ve bir o kadar da sevgi oradan kurtarılmayı bekliyor gibiydi. Böyle güzel yüzlü, böyle narin sese sahip olan bir kadının ölümü kucaklamayı arzulaması nedendir acaba? Bu düşünceleri bir kenara bırakıp matarasını çıkardıktan sonra kadının içmesine yardımcı oluyordu. Olgun elf duyguların arasında unutulan teşekküre cevap olarak yine susmayı yeğlemiş, hafifçe başını eğmişti. “Neden yaptınız bunu? Önemsiz, sefil bir ruhun yaşamaya hakkı yokken, cehennem ateşinde kavrulup her defasında acı çekmek layığıyken yaşam lütfetmek neden?” bu sözler karşısında eline tutuşturulan matarayı bile unutmuş, ne cevap vereceğini değerlendirmeye başlamıştı. Ne diyeceğini tam kestiremese de duyduğu hisleri açıklayacağı gayet netti. “ Böyle güzel bir bayana asla sefil bir ruh baş edilmez. Hele ki söz edilen kişi sizin gibi alımlı ve zeki bir kişiyse sözü dahi edilmemelidir. Sizi kurtardım çünkü sizde kendimi gördüm, hayattan duyduğunuz pişmanlık ve yorgunluk.” Konuşmasına ara verip güzel elfe elini uzatmıştı. Narin ellerini avuçlarının içinde hissettikten sonra basit bir hamleyle ayağa kaldırmıştı. Ormanın içinde ayın tenine değdiğinde gücüne güç katıldığını hisseden elf bu zevkten kendini mahrum etmiş, yanında duran güzel bayanla ilgilenmek istemişti. “ Ormanda gezerken akıl almaz bir his beni buraya çekti ve sizinle karşılaştım. Güzelliğiniz karşısında büyülendiğim sırada şelaleyi kucaklamak istemeniz beni şaşkınlığa uğrattı ve buna izin veremezdim, hele ki asırlardır hissedemediğim bu paha biçilemez duyguyu yıllar sonra bulmuşken.” Dediklerinin etkisini tam kavrayamasa da güzel elfin yüzünde oluşan ifade sözlerinin ciddiyetini ortaya seriyordu. Bu güzelliği binlerce yıl izlese asla bıkmazdı. Hala hissettiği enerji güzel elfin gözlerine baktıkça daha da artıyordu. Bu düşüncelerin ardından uzun ancak rahatlatıcı sessizliği bozan yine Aegnor olmuştu: “Yanında duran güzel bayanın büyüsüne bürünmüş olan elfi bağışlayarak adınızı lütfetmenizi arzuluyorum Lady’im” Lady demişti ona çünkü güzel elf istese ona hayatını dahi bağışlayabilirdi ki bunu şuan her şeyden çok istiyordu. Olgun elf meraklı gözlerle incelerken bayanı, sorduğu sualin cevabını dört gözle bekliyordu adeta, yüz yıllarca bekleyebileceğini bildiği halde.
Kadına baktığı her saniyede kalbinin çarpıntısı akıl almaz hadde ulaşıyor, ara sıra görüntü bulanıklaşıyordu. Böyle bir güzellik karşısında bayılmamak için kendini zor tutuyordu Aegnor. İsmini öğrenmek için çırpınsa da bu anın bitmesini asla istemiyordu. Güzel elfin büyüleyici, kadifemsi sesini duymaktı tek arzusu. Küçük bir kelime dahi duysa içi rahatlayacak, derin bir nefes alacaktı. Beklentisi esnasında küçük hayallere dalan Aegnor, gördükleri karşısında istemsizce hafif gülmüştü ancak bu gülümseme sevgi değil acı doluydu. Annesi ve babasının onu hiçbir zaman sevmemesi ve birçok yerde ten renginden dolayı dışlanmış olmasıydı her şeyin nedeni. Doğduğunda bile tuhaf karşılanmış, itilip kakılmıştı adeta. Her elf böyle olacak diye bir kaide yoktu fakat Aegnor’un ailesi böyleydi işte. Herkesin korkak ve nefret dolu bakışlarının altında kalmıştı her zaman. Ailesinin utanç dolu bakışları ve girdiği her ortamda kötümser bakışlara maruz kalması tamamen hayattan soğutmuştu olgun elfi. İlk kumral tenli elf olduğunu bilse de bunun bir ceza değil, bir lütuf olduğuna inanırdı Aegnor. Çoğu kişi onu davranışlarının yanında fiziksel görünüşünden dolayı da sevmezdi. Lakin bunların tersine ona bahşedilen büyüleyici yüz, bazı kişileri etkisi altında bıraksa da geriye kalan inanç kölelerinde nefret daha ağır basıyordu. Tek istediği şey ona gönülden değer veren ve ömrü boyunca onun yanında olacak biriydi. Belki de bu arzusuna ulaşmasına ramak kalmıştı. Düşüncesi bile olgun elfin nefesini kesmişti. Güzel elf de Aegnor’u alçalta da bilirdi ancak buna ihtimal bile vermek istemiyordu, çünkü elfin gözlerinde küçücük bile kötümserlik görmemişti. Gördüğü şey pişmanlık ve yorgunluktu. Yorgunluk… Aegnor için en yakın kelimeydi. Yaklaşık bin yıldır hayatın yakışıklı elfe verdiği ve asla üstünden atamadığı etkiydi yorgunluk. Ancak şu bin yıldır öğrendiklerinin biri de tam tersine yorgunluğa meydan okumak içindi: Hayatın seni yorduğu kadar, sen de pozitif ol. Bu kurala uymasaydı şimdiye güzel elfin yaptığı gibi kendini şelalenin ölümcül kollarına bırakmıştı. Büyüleyici elfi de bu yüzden kurtarmıştı işte, kendine dahi söyleyemediği neden buydu. Tabii bu güzelliğin telef olmasına göz yumamamasının yanında. “Sözleriniz yeni tanıştığınız biri için oldukça cüretkar. Lakin bu cümleler beni tasvir etmiyor. Aksine biraz daha alçaltıyor sadece. Bu kadar güzel sözleri işitecek kadar harika değil ruhum. Günahlarım taşıyamayacağım kadar birikti omuzlarımda.” Duyduğu sesle nefesi kesilen olgun elf, dediklerini bu güzel sesin etkisinden tam kavrayamasa da güzel elfe bakmış, tekrar derin bir nefes almıştı. Cüretkarlığını her ne kadar babasından alsa da asla şükretmezdi buna, ki babası da duysa inkar edip bir kez daha aşağılardı lanetli(!) oğlunu. Güzel elfin kendini bu kadar hor görmesi oldukça şaşırtmıştı Aegnor’u. Ayrıca ruhunun büyüleyiciliğini ve bedenine etki eden güzelliği henüz kavrayamamış olacaktı ki böyle bir cümleyi söyleme cesaretini bulmuştu. Neyin bu denli zarar verdiğini, ne yaşayıp da günahlarının omzuna ağır gelecek kadar fazla olduğunu merak etse de bu duygularını kendine saklamış, yeri ve zamanı olmadığı kanısına varmıştı. “Merak edilecek bir sıfatım yok aslında. Sözlerinize yakışacak bir cismimde. Var olmak istemezken doğa kucağını açtı, yaşama sevincimin olduğunu düşünürken ölmek için can atıyormuşum meğer.” Hafifçe kafasını eğdikten sonra sözlerine devam eden etkileyici elfi hayran dolu bakışlarla süzmeye devam ediyordu. Böyle göz kamaştırıcı birinin kendini mütevazı görmesi için fazlaydı bu kelimeler. Bu düpedüz kendini küçümsemek ve kendinden nefret etmekti. Aegnor her ne kadar güzel elfi tanımasa da kendini bu kadar fazla soyutladığı için yetecek dozda kızmıştı. Bunu belli etmeyi istemediği için gözlerini kapattıktan sonra sessizliğini koruyarak büyüleyici elfin kadifemsi sesinin bıraktığı duygunun hissettirdiklerine bıraktı kendini."Beni önemseyip kurtardığınız için teşekkür ederim. Fakat siz de beni tanıdıkça göreceksiniz günahlarla örtülmüş yüzümü. Bu arada adım Órelindë. Sıfatım, ismime layık olamadı asla. Her neyse yeterince benden bahsettik. Tanrı gibi ben de tesadüflere inanmam. Ve karşılaşmamızın şanstan ibaret olmadığı bariz. Adınızı bana lütfeder misiniz?” Aldığı teşekkür karşısında mahcup olan Aegnor, hafif bir kafa sallamayla vermişti yanıtını. Ne yapmıştı bu kadın da bu hale düşmüştü? Delirme haddine gelecek kadar düşünmüştü bunu olgun elf. Artık dayanamıyordu, sorma kararına vardı ancak şuan isminin ahengine ve büyüsüne kaptırmıştı kendini. Órelindë… Bu ismi duyduğunda hayranlığı ikiye katlanmış, hayat boyunca ilk defa bir ismin bir ruha, bir güzelliğe bu kadar uyumlu olduğunu birbirini bu kadar iyi tamamladığını görüyordu. Her ne kadar kendine yakıştıramasa da güzelliğini belgelemişti adeta. Tesadüf olmadığına kendi de inanıyordu Aegnor, bu ciddi anlamda rastlantıdan da öteydi. Bu kadar kısa sürede kaderi olarak benimsemek istiyordu Órelinde’yi. Böyle birini asla kaybetmek istemiyordu, kendini benimseyebilecek birini bulmuşken. Bu uzun konuşma sürecinde içinde biriktirdiği merak dolu düşünceleri nazikçe dillerinden dudaklarına değdirip gecenin dansına katılıyordu. “Asıl ben size teşekkür ederim, adınızı lütfettiğiniz için. Ayrıca büyük haksızlık ediyorsunuz kendinize Órelindë, adınızla güzelliğiniz birbirini tamamlayarak etkisi altına aldı beni lakin kendinizi bu kadar fazla aşağılamanız beni çok şaşırttı bir o kadar da merak içinde bıraktı. Neden bu kadar hor görüp, yorgunluğunuzu günahlarınıza bağlıyorsunuz? Ne yaptınız da bu kadar pişmansınız yaşmaktan? Neden bu kadar soyutluyorsunuz kendinizi hayattan?”son cümlelerinde gittikçe sesini arttıran olgun elf, ağzını aniden kapatıp utandığını belli etmemek için gözlerini kapatarak geceye bıraktı tekrardan kendini. Ancak içinde kopan fırtınalar ayın verdiği güçten daha baskın çıkıyordu. Bir şey aydan aldığı bütün gücü harcıyordu tamamıyla. Bu duyguyu bir türlü kavrayamıyordu lakin Órelindë’ye her baktığında fırtına daha fazla coşuyor, nefes alamaz hale geliyordu olgun elf. Her ne kadar canını acıtsa da güzel elfe bakmaktan kendini alamıyor, bu acıya katlanmayı yeğliyordu. Geceyi de tamamen unutup Órelindë’ye hayran dolu bakışlarla odaklanan Aegnor, büyüleyici elfin gözlerine kenetlendiğinde artık bütün dünya durmuştu onun için. Beyninin içinde yankılanan sesten duyduğu tek şey Órelindë oldu…