Ay kanlı suya bulanmış bu gece, iki sivri ucundan biri beni gösteriyor diğeri göğü. Böyle bir manzaraya ağıt yakmam gerek. Sessiz bir odada tüy kalemi mürekkebe ürkekçe daldırıp daldırıp bir kağıda isimlerini yazmam ve kül olurken ateşi dinlemem gerek. Dinlemem ve duymam gerek. Sahi benle konuşan bir o var ne de olsa.
Kargaşada fellik fellik aradığım küçük yüzü bulamazsam başımı koyduğum yastık derin soğuk sulara gömülecek.
Bir Balchoth’un atı gelmiş tüm yolla beraber bakırcının düğümünün kapağı
ile kazanını pislemiş; olağan, bana ne. Bu seferlik atın suyuna yeterince sarısabır otu ekleyip fitili ben yaktıysam da ne fark eder! Böylece kimse katili bulamayacak, lakin işim neden hiçbir zaman dosdoğru gitmezdi ki!
Onu derhal bulmalıydım!
Bir Araba sürücüsü’nün gırtlağını yırtarak dilendirdiği küfürlere doğru çarpılarak koştum. Yerde yatıyordu. Doğu göllerinden önce davranıp yanına yetiştim veledin. Bir göz gezdirdim de bir sığır kadar sağlıklıydı. Kolundan hoyratça çekeleyip onu kalabalığı yararak ilerledim.
“Kendini bu kadar harcama benim için.”
Duvarın dibine onu fırlattığımda çıplak yaralı bacaklarını karnına çekip yumuldu. O kapkara böcek gözlerini kocaman açıp ağlanmaya başladı ardından.
“Olmaz, olmaz böyle Efendi Calvex!”
Tahammül edemiyordum. Şimdiye kadar ondan kurtulmam gerekiyordu.
“Kes sesini Valon.”
Ona yaklaşıp bacaklarına baktım. Bu Rhun’lu oğlan kusur kapatmaya çalışır gibi bacaklarını kollarıyla örtüyordu. Omzuma çapraz asılı çantamdan fül derisi minik çıkını çıkartım. İçindeki falanmış otları avucuma döktüm. Ne olur ne olmaz diye her zamanki gibi yine kokladım. Paranoyamın içine tükürüp onu sıyrıklarına zorla sürdüm. Sabah olunca bana biraz daha hayran olup iyicene çığırından çıkacaktı.
Pazarın iki sokak ötesinden ilerlerken köleciğim, burnunu çekerek önümden yürüyordu, o kapkara iri gözleri öyle parlıyordu ki tıraş olmak için ayna veyahut su
birikintisi bulamadığımda ona onu azat ettiğimi söylesem yeterdi. Duraklayınca sırtından itekledim. Bana engel oldu. Kuzey yönüne doğru bakıyordu, bu solumuza denk geliyordu, 'biz' yabanellerin yolcusuyduk.
“Orada.”
Baktığı yere döndüm.
Bir düzine kadar esmer kadının ardında kalan ikinci sıradaki soluk benizli kadını seçmek için dikkatle bakmak gerekiyordu. Böyle zamanlarda iyi göremediğimden şikayetçi olurdum ve elflerin gözlerini oyasım gelirdi. Valon’un beni uyarmasından birkaç saniye sonra fark edebildiğim kadını gerçekten de gidip kolaçan etmeliydim.
“Eğer oysa, seni azat edeceğim!” dedim gülerek. Valon, çıplak ayağı ile efendisine merhametli bir tekme attı. Oğlancığın saçlarını karıştırarak sevdim ve gözlerimle
kulaklarım tetikte, siyah pelerinimin eteklerini dalgalandırarak keyifli bir halde üç haftamı harcadığım köle pazarı meydanına bu kez yerinde bir umutla yürümeye başladım. Az arkamda kuyruğum…
Tüccarın iri göbeği yasta idi. Zira, böyle soğuk aylarda maceracı, cebi dolu, batılı
gezginler seyrekleşiyordu. Tüccarın duygusal çöküntülerine tuz biber olmaya niyetli, dikkat çekmeksizin bir kese altına köle kadın almaya çalışan güruhun arasına karıştım. Şimdi o malum yaratığa daha yakından bakabilecektim.