Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapKapı

 

 Celestine Trussoni.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Celestine Trussoni
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Celestine Trussoni


Gerçek İsim : Ece.
Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 27/07/11
Lakap : Ciel. Celeste.

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Celestine Trussoni. Left_bar_bleue99/100Celestine Trussoni. Empty_bar_bleue  (99/100)
Patronus: Kutup Kurdu

Celestine Trussoni. Empty
MesajKonu: Celestine Trussoni.   Celestine Trussoni. Icon_minitimeÇarş. Tem. 27, 2011 3:29 am

Bedenini sokaklarda koşuşturan insanların arasına bıraktığında, gün içinde yaşadığı tüm sıkıntılarını unutuyordu. Lucian, sanki yaşamları pahasına koşuyormuş gibi panikle bir yerlere yetişmeye çalışan insanları ve bir de yaşamın güzelliğinin en minik şeylerde olduğunu anlamış olan, yolda yavaşça yürürken fazlasıyla huzurlu ve bugüne dek istedikleri her şeye sahip olabilmiş insanları yeşil bir banka oturmuş izlerken, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle üçüncü sigarasını yaktı. Bugün evine döndüğünde –aslında şöyle bir düşününce eve dönme fikri hiç de cazip gelmiyordu-, düzeltiyorum, bugün en lüks otellerden birinde gecesini geçirirken ne işini ne de eşini düşünecekti. Onun için evliliği -kâğıt üzerinde hala sürüyor olsa da, ki kısa süre içinde kağıt üzerinde bile bitecekti- bitmişti ve gün boyunca girdiği onca stresli toplantının yükünü bu düşünce sayesinde atıyordu omuzlarından. Bu geceden sonra evine istediği kadını atabilirdi, ona karışacak kimse olmayacaktı. Ve işkolik, sadık, saygıdeğer imajını da korumak zorunda değildi artık. Boşanmanın stresini bahane ederek kendini salabilirdi. Bu fikir fazlasıyla baştan çıkarıcıydı. Evet, bunu yapacaktı. Bir süre içecek, gezecek, sevişecek ve yine içecekti. Onun resmini çeken paparazzilerin atacağı başlıkları düşündü ve kıkırdamasına engel olamadı. Lucian gençliğindeki çapkın adam olacaktı yeniden. Hem de formundan tek bir gram bile kaybetmemiş olarak. Ve bu kez sırf bir kadını hamile bıraktı diye onunla evlenmeyecekti. Kürtaj boşuna mı vardı? Gülümsemesi genişledi ve sigarasını yere atıp ayağıyla ezdi. Tam karşısında duran Starbuck’s Coffee’ye girdi, bir americano aldı ve bankına geri döndü. Belki yeniden kitap okumaya başlayabilirdi. Çok uzun zamandır şömine karşısındaki deri koltuğuna oturup kaliteli bir kitap okuyamamıştı. Şirketin yeni ortakları, Avrupa’da bir başka şube… derken kendine zaman ayıramamıştı. Kahveden bir yudum aldı ve yüzünü ekşitti. Güzel değildi ve insanlar bunu bu kadar çok seviyordu ha? Saçmalık. Sadece herkesin içtiği bir yerden içmiş olmak için alınan kalitesiz bir kahve. Topluma onlardan biri olduğunu kanıtlama çabası. Kullanışsız ama yine de en çok tüketilen şeylerden. Spor arabalar gibi. Statü belirtisi olsa da kesinlikle kullanışsızlar. Yani kim sadece iki kişinin binebildiği bir arabayı gerçekten ister ki? Tamam, Lucian’da da bunlardan birkaç tane vardı. Ama dediği gibi, statü belirtmek için kullanılan bir mesaj.

Kahvesini eline alarak sokaklarda yürümeye karar verdi. Yüzünü buruşturdu ve boynunu sıkan kravatı çıkarıp ceket cebine sıkıştırdı. Gömleğinin düğmelerini açtı ve ayağa kalktı. Kendini severdi. Orta yaşlı olmasına rağmen hala kadınları baştan çıkarabilen fiziği ya da yakışıklı yüzünden dolay değil, çevresine yaydığı kendine güvenli, erkeksi ve duyarlı enerji için severdi kendisini. Bu da kadınların onu sevmesini sağlardı. Vücudunun çekici olması başta herkesin avantajı olurdu, ama karizmatik olmayan biri, kazandıklarını elinde tutamazdı.

Köşe başındaki eski görünen kitapçıya daldı. İçeri girdiğinde o kitapların yeni basılmış kokusunu içine çekti ve sakinleştiğini hissetti. Kitaplarla böyle bir ilişkisi vardı işte. Lucian’ı daha ilk koklamada sakinleştirebilirlerdi. Adam, ne arayacağını pek bilmiyordu. Dediği gibi, uzun zamandır uzaktı kitaplardan. Bir öneri almak için kasiyere yaklaşırken hızla önüne geçen bir kız gördü. Tanrım, fazla… minikti ve umursamaz? Başkalarının sırasını kapmayı umursamayan bir kızdı ve… güzeldi. Mavi gözleri, bembeyaz teni ve beyazımsı saçlarıyla bir periyi andırıyordu. Kızı, bedenini altında sıkışmış bir şekilde düşündü. Bu düşünceyi beyninden atmak için başını iki yana salladı. On sekizden büyük durmuyordu. Eğer bir çocuğum olsaydı bu kızla yaşıt olacaktı. Kızın çıplak bedenini hayal etmeyi kesmek için kızın konuşmasına odaklandı.
" Emile Zola'nın Meyhane'si var mı acaba? " Gözleri şokla açıldı. Lucian’ın en sevdiği kitaptı bu. Okumaya doyamadığı nadir eserlerden biri ve kütüphanesinde en fazla olan kitaptı da. Farklı dönemlerde ve farklı dillerde basılmış onlarca kopyasına sahipti. " 1974 basım olan. " Lucian gülümsedi. Kasiyerin cevabını dinlemeye tenezzül etmeden genç kızın omzuna dokundu hafifçe ve yüzünde minik bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

“ Size yardımcı olmayı isterim. Bende ne yazık ki 1974 basımı yok sanırım… ” Duraksadı ve kendini beğenmiş bir gülümsemeyle devam etti. “ Ancak ilk basımı var. 1877 tarihli. Yazarın kendi imzasıyla birlikte. ” Karşısında duran iki kadının şaşkınlıkla açılmış gözlerine zevkle baktı. Ailesinin çok uzun yıllardır kitap koleksiyonu yaptığını söylemeye gerek duymadı. “ Dedem ve Zola arkadaşlarmış. ” Sanki hiç önemli değilmiş gibi omuz silkti. Çünkü gerçekten ama gerçekten Lucian’ın pek de üzerinde durduğu bir ayrıntı değildi. “ Eğer okumak isterseniz size ödünç verebilirim. ”


Gözleri buluştuğunda, Lucian en meraklı bakışıyla izledi genç kızı. Yüzünün hatlarında bir şeyler vardı. Kıyıdan bakınca karşınızdaki ve çok uzaktaki ufku görürsünüz, karanın, sağlam toprağa basacağınız yerin oranın ilerisinde olduğunuzu bilirsiniz ama oraya nasıl, ne zaman ve ne sebeple varacağınıza asla emin olamadan yaşarsınız. İşte bu belirsizliği andıran bir şeyler gizliydi kızın yüz hatları ve özgürlük mavisi gözlerinde. Gözlerine baktığınızda ruhunun derinliklerine kadar görebiliyor ama gerçek 'o'nun nerede başlayıp bittiğini anlayamıyordunuz. Bu gizem Lucian gibi biri için fazlasıyla ilgi çekiciydi.

" Peki ne zaman alabilirim sizden? Kusura bakmayın, biraz pişkince oldu, fakat kendimi tutamadım. Senelerdir arıyorum. Ve ilk baskısını okuyabilmek, bu bambaşka bir şey."

Gülümsedi genç kız ve eliyle saçlarında gezindi. Heyecanlı olmalı diye düşündü Luc. Ne de olsa pek çok insan heyecanına yenik düştüğünde saçlarıyla uğraşırdı. Lucian bu hareketi değildi çenesini ovuşturmayı seçenlerdendi. Heyecanlanınca –ki bu çok nadirdi uzun bir süredir-, tereddüte düşünce, düşünürken her zaman çenesiyle uğraşırdı. Şimdi de elini istemsiz bir şekilde çenesine götürdü. Sebebini bilmiyordu. Yüzünde kendinden emin bir gülümseme oluştu.

“ Eğer isterseniz bugün ödünç verebilirim elbette. Kütüphanemin başköşesindedir. Evime kadar bana eşlik edersiniz, belki uzun süredir aradığınız başka kitapları da bulabilirsiniz diye umuyorum. ” Sağ kolunu genç kıza uzattı. Kız daveti hızla kabul etti ve sessizce mağazadan ayrıldılar. Kapıdan çıkar çıkmaz cebinden sigarasını yaktı ve kıza da isteyip istemediğini sordu. Bu sırada kıza adını sormamış olduğunu fark etti. “Ne kadar da kabayım! Ne isminizi sordum ne de kendiminkini söyledim.” Duraksadı, kızın sigarayı dudakları arasına sıkıştırdığını fark ettiğinde kıza onu öpebilecek kadar yaklaştı ve sigarasını yaktıktan sonra aralarında beş santim kalacak kadar geri çekildi. “ Lucian Langeais. ” diye mırıldandı ve kızın cevabını bekledi. “ Froydis.” dedi sadece. Luc gülümsemesi genişlemiş bir biçimde yürümeye devam etti. Bu kez kızın kolunda değildi. Yan yana neredeyse hiç konuşmadan yürüdüler. Güneş tam olarak batmıştı bu sırada.
Adam, evini gördüğünde hafifçe gülümsedi ve “ İşte geldik. ” diyerek daha hızlı adımlar atmaya başladı. Demir kapıdan hızla çıkan bir siluet gördüğündeyse yerinde kalakaldı ve siluetin kendisini fark etmemesi için Froydis’e döndü. “ Seni çok yürüttüğümün farkındayım. Beni affetmen için evime çıkmayı ve sana kaliteli bir kahve yapmayı teklif ediyorum. ” Bu sırada hıçkırarak ve birine söverek yanlarından geçip gitti siluet. Lucian derin bir nefes aldı, rahatlamıştı. Peki, ama Jasmine, o neden ağlayarak evden çıkıp gitmişti? Onun evde ne işi vardı ki? Ve sanki Lucian’a kırılmış gibiydi. Oh evet, boşanmak için açılan davanın kâğıtları eline ulaşmış olmalıydı. Ama on sekiz yıldır birlikte yaşadığı kadını tanıyordu. Boşanacakları için ağlayacak kadar zayıf biri olmamıştı hiç, ne zayıf olmuştu ne de bunu yapacak kadar çok sevmişti Lucian’ı. Ya da Luc öyle sanıyordu. Yanıldığını umdu. Jasmine onu hiç sevmemişti, açık açık aldatmıştı kocasını ve Lucian onu aldattığındaysa hiçbir şey söylememişti. Şimdi boşanıyorlardı ve buna mı ağlıyordu yani? Bu sırada Froydis’in olumlu cevap verdiğini duyunca evin demir kapısını itti, bekçiye selam verdi. Bekçi, sarışın kıza garip garip baktı ama Lucian bunu önemsemedi. Evin kilidine soktu anahtarı ve dışarı taşan kahve , kitap ve parfüm kokusunu içine çekti. Froydis’e içeri girmesini işaret etti ve kapıyı kapattı.


Froydis, Langeais’lerin uzun yıllardır pek fazla değişiklik yapmadıkları kalabalık odayı izlerken, Lucian kitabı almak için arka odaya doğru geçti. Çok zaman kaybetmeden de karton ciltli ve deri kaplı eski kitabı buldu. Kitabı tutuşu sanki her an paramparça olabilecek bir kadını kolları arasında tutarmış gibiydi. Dokunuşları fazla nazikti. Pek Lucian’ın tarzı değildi bu derece nazik dokunuşlar. O genel de daha… vahşi olurdu. Ama bu kitap, bu kitap fazlasıyla önemliydi adam için. Saçmaladığının farkındaydı. Bir kitabı kadını benzetmek kesinlikle saçmaydı ne de olsa. Ölümcül bir hataydı hatta daha da ileri giderseniz. Kitaplar sabitti, hiç değişmezdi ve onları her zaman ilk günkü gibi sevebilirdiniz. Ama kadınlar… Onlar değişirdi, gelişirdi, onları her zaman ilk günkü kadar sevebilmek hem riskli hem de zordu. Neredeyse mümkün değildi. Çünkü onları tanıdıkça, ya sevginiz azalırdı ya da çok nadiren çoğalırdı. Çoğunun dışları fazlasıyla güzelken içleri boştu, daha fazlasının dışı dikkat çekmezken içi tam aranan gibiydi ve çok zor bulunan bir kaçının da hem dışı hem içi sizi kendine bağlardı. Kitaplarla tek benzer yanları buydu kadınların. Kapaklarına aldanmamak gerekirdi ve onları gerçekten tanıyana dek, gerekenden fazla yaklaşmamak alınabilecek tek önlemdi.

Odaya geri döndüğünde tavandaki resimleri inceleyen genç kızı izlemeye başladı. Kapının eşiğine dayandı Lucian ve çıtını bile çıkarmadı. Ne kadar onun yalnızca sırtını görebiliyor olsa da kızın büyülendiğini tahmin ediyordu. Tavandaki resimler gerçekten insanüstü bir varlık tarafından yapılmışçasına etkileyiciydi ne de olsa. Çocukken, bu salonun ortasına yatar ve uyuyakalana dek bu resimleri incelerdi. Bu kadar mükemmel resimler çizebilmeyi umardı. Ama birçok isteği gibi bunu da gerçekleştirememişti. Çok genç yaşında, daha üniversiteye bile başlamamışken evlenmek zorunda bırakılmıştı, ardından üniversitenin ikinci yılında babası trajik bir biçimde ölmüştü – Lucian öldürüldüğüne inanmaktaydı -, ailenin tek varisi olan genç adam da şirketin tüm yükünü omuzlarında taşımaya başlamıştı. Tek bir gün şikâyet etmemişti yaşamından. Delilercesine çalışmıştı. Para kazanmak için değil, ailesini adını en saygı duyulan aileler arasında daha yükseklere taşımak için. Ve başarmıştı. Şimdi 33 yaşında, dünyanın en büyük şirketlerinden birinin sahibi ve en güçlü adamlarından biriydi. Ona ve ailesine duyulan saygı kat be kat artarken, Lucian belki mutlu olmalıydı. Ama yapamıyordu bunu. Tüm hayallerinden vazgeçmişti. Ressam olmaktan, âşık olmaktan ve… Son kaybettiği şeyi düşünmeyecekti.

Kız, şömineye yaklaştı ve bir süre izledi, Lucian bu sırada sessiz adımlarla kıza yaklaştı. Şöminenin hemen önünde duran deri koltuk dikkatini çekti bu sırada. Her zamanki yerinde değildi ve koltuğun yanında dünyanın en kaliteli kırmızı şaraplarından biri durmaktaydı. Şişenin ardından duran iki kristal bardaktan birinin dibinde azıcık şarap olduğunu gördü. Bu şişeyi açmadığına adı gibi emindi. Jasmine’le boşanacakları gün bu şişeyi içeceğine dair yemin etmişti kendine. Karısının evden çıkışı geldi aklına ve noktaları birleştirdi. Lucian’ın gelmesini bu koltukta şarap içerek beklemişti ve kocası gelmeyince evden çıkıp gitmişti. Kim bilir hangi sevgilisinin koynundaydı şimdi.

Kristal kadehleri kaldırdı ve birbirine değdirdi. Froydis’in şaşkınlıkla ona döndüğünde sırıttı ve kitabı uzattı. Bir yandan da şarabı göstermekteydi.
“ Ne zaman açtığımı anımsamadığım bir şarabım var, ve iki kadehim. Bu şaraba yazık olmasını pek istemem, o yüzden en kısa zamanda içeceğim. İçerken yalnız olmayı da pek istemiyorum… ” Gülümsemesi genişledi. Bu kızı daha yakından tanımayı kesinlikle istiyordu. “ Bu sebeple eğer bana eşlik edersen gerçekten mutlu olurum. ” Bu sırada şarabı kadehlere doldurmuş ve birini Froydis’e uzatmıştı bile.

Kızın sorusuyla birlikte aklından geçen tüm düşünceler aniden kesilmişti. " Sence, yaşamak için, ölmek mi gerekir? " Gözleri kızın üzerinde dolandı, bunu neden sorduğunu anlamak istiyordu. Ve cevap verebilmek de istiyordu, elbette. Düşüncelerini beyninde toparlamak için sustu. Şarabından büyük bir yudum aldı ilk olarak. Buruk tat ağzında kalırken, şaraptan gelen kokuları içine çekti.

Yaşamak ve ölmek? Kime göre yaşıyorduk ki biz? Yani, bunun ölüm olmadığını kim bilebilirdi ki? Kim bize her şeyin böyle olması gerektiğini söyleyebilirdi… Bazıları buna yaşam dendiğini ve toprağa karıştığımız olaya da ölüm dendiğini öne sürmüştü ve bizler, bunu tereddütsüz kabul etmiştik. Oysa… Konuyu saptırıyordu. Soruyu düşündü tekrar. Eğer bir gün bu dünyadan bedensel bir şekilde var olamayacağımızı bilirsek, bir bedene sahipken, onunla yapabileceğimiz her şeyi yapmak isterdik. Tüm bedensel zevkleri tatmak, her şeye sahip olmak… Bu şekilde cevap vermek istemedi. Ve bu yüzden, ne söyleyeceğini düşünmeden kıza yaklaştı, elini avucunun içine alırken konuştu. Ne dediğinin farkında olmadan konuştu.

“ Yaşamak. Neyi yaşamak? Gerçekten yaşadığını nereden bilebilirsin? Gerçek nedir? " Sağ elini kızın beline koydu, sol eliyle de kızın sağ elini sahiplenircesine tutup yavaşça kendisine çevirdi ve bedenlerini birbirine yapıştırdı. Adamın bedeninin her bir santimin kızla temas halindeydi ve kızın nefes alıp verirken inip kalkan göğüsleri Luc’a değdikçe, adamın gözleri parlıyordu. Kızın mavi gözleri ve Lucian’ın yeşil gözlerindeyken tek bir itiraz görmedi adam ve yüzünü kıza yaklaştırdı. Bu sırada hafif adımlarla dans ettirdi kızı. Aklında çalan tek bir şarkı vardı, kıza söylenebilecek tek bir şarkı vardı. Ve dans adımları, bu şarkının melodisine uygundu. Eli, kızın belinden kalçalarına indi varla yok arası dokunuşlarla, sonra sırtına çıktı ve orada bıraktı. Ona tam şu anda sahip olmak istiyordu. Kızı yere yatırmak ve sabah olana kadar ona tekrar tekrar sahip olmak. Yapabilirdi de bunu. Eskiden olsa yapardı da. Ama bu kıza değil. Froydis’e değil.

Genç kız da dansa katılmaya başladığında Lucian gülümsedi. " Şu an biz dans ediyoruz. Bir müzikle beraber. Ben müziğin olduğuna inanıyorum, onu duyumsuyorum. Eğer sen de inanıyorsan, duyumsuyorsan, bu müzik var demektir. Ama müziği duyuyor muyuz? " Bu sırada ani bir hareketle kızın kollarından çıktı ve arkasındaki deri koltuğa attı bedenini. Kız ayakta bir heykel gibi dururken Lucian ceketini çıkardı ve beyaz gömleğin kollarını dirseğine dek kıvırdı. Kız birkaç adım yaklaştı. Lucian yüzünde meleksi bir bakışla kıza gülümsedi tekrar. “ Buraya gel. “ diyerek kızı kollarından çekti hafifçe ve yanına oturttu. Uzun zamandır kendini bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu.

Konuşmak zorunda hissetmiyordu kendini. Uzun zamandır birinin yanında susabilmekten ve kendini düşüncelerine dalabilmekten mahrumdu. Oysa şimdi, yanında ayakkabılarının bağcıklarını çözmekle uğraşan kız, varlığıyla adamın içini huzur dolduruyordu. Gözlerini alevlere dikti. Kızılımsı sarı dillerin sedir ağacından odunun üzerindeki dansı o kadar karmaşıktı ki, insan gözüne kusursuz bir ahenk gibi geliyordu neredeyse. Şömineden yayılan sıcaklık ve hafif koku, bir de içmekte olduğu şarap başını döndürüyor, adamı rahatlatıyordu. Zihinsel bir rahatlamaydı bu. Sanki yaşamı boyunca mecburiyetten yaptığı tüm işleri bu alevlere atmış, onların yanmasını izliyordu. Kızın üzerine doğru eğildiğini gördü, elini uzattı ve oymalarla süslü tahta üzerinde alevlerin oyunuyla parıldayan şişeyi kavrayarak geri çekildi. Arkasında narin ve hızla kaybolan bir koku çizgisi bırakmıştı. Başka bir zaman olsa, onu bu denli etkileyen kokunun ne olduğunu çözmek için uğraşırdı. Yapmadı. Bu şekilde otururken kendini o kadar rahat hissediyordu ki, bozmak istemedi hiçbir şeyi. Froydis’in kendisini izlemekte olduğunu fark etmişti. Ona bakmıyordu ama kızın bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordu.

Kızın sağ elinin kendisine yaklaştığını gördüğünde yüzünü yavaşça ona çevirdi. Kızın başı deri koltuğa yaslıydı ve bedenleri birbirine oldukça yakındı. Hatta kızdan yayılan sıcaklığı hissedebileceği kadar yakındı. Kızın parmakları sanki dokununca parçalanacak bir şeymiş gibi dolandı adamın yüz hatlarında. Lucian varla yok arası dokunuşlar adamın yüzünde varla yok arası bir gülümseme olarak aldılar cevaplarını.

" Stabil duramayan bir insansın. Sen hangi gerçekliği yaşamak isterdin? "

“ Bu gerçeklik… Senin yanında olduğum gerçekliği yaşamak isterdim. Hatta bu anı sonsuza dek yaşamayı… Yalnızca bizim duyabildiğimiz bir şarkıda yorulmaksızın dans edebilmeyi, bu koltukta uyuyakalana dek konuşmayı, içmeyi ve belki sadece sessizce birbirimizi izleyebilmeyi… ” Ne zamandır düşünmeden konuşmak konusunda bu kadar rahattı? Hislerini bu kadar kolay açıklamak konusunda? Froydis’in etkisi diye düşündü, yeni tanıştığım birinin bu kadar etkileyebilmesi ise… Bunun bir anlamı olmalı. Ama yoktu. Nasıl bu kadar çabuk etkilendiğini açıklamanın bir yolu yoktu. Kızı kollarının arasına çekti ve sarışın başı göğsü ile çenesi arasına yerleştirdi. Kız, kollarını ürkekçe adamın beline sardı. Lucian kızın saçlarını öptü.

Sonrası çok hızlıydı. Gece ilerledikçe ve şarap şişeleri bittikçe, adam başka bir şişe getiriyordu. İçiyorlar, konuşuyorlar ve birbirlerini tanıyorlardı. Ama ne iş yaparsın, nerelisin gibi değil, birbirlerinin hayallerini, hayata bakış açılarını öğrenmek için çaba gösteriyordu. Bazen deli gibi gülüyor, bazen iki âşık gibi birbirlerini izliyorlardı. Geçen saatler ve içilen şarap etkisini iyiden iyiye gösterdiğinde birbirlerine sarılmış bir biçimde uyuyakaldılar. Lucian arada sırada, kızın yanında olduğundan emin olmak için uyandı ve kızın uyumasını izledi, saçlarını okşadı. Kendini dünyanın en mutlu ve istediği her şeye sahip adamı gibi hissediyordu. Bu kızı kaybetmenin kendisine ne kadar acı vereceğini biliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Valeria Nerissa Wesley
Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü
Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü
Valeria Nerissa Wesley


Gerçek İsim : Ebru.
Mesaj Sayısı : 1504
Kayıt tarihi : 13/09/09
Yaş : 30

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
Celestine Trussoni. Left_bar_bleue100/100Celestine Trussoni. Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Beyaz Leopar

Celestine Trussoni. Empty
MesajKonu: Geri: Celestine Trussoni.   Celestine Trussoni. Icon_minitimeÇarş. Tem. 27, 2011 5:07 am

Betimleme: 29 / 30
Paragraf Düzeni: 5 / 5
İmla Düzeni: 10 / 10
Anlatım: 40 / 40
Kurgu: 15 / 15

Puanınız; 99. Keyifli Roleplayler... ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Celestine Trussoni.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts :: Karakter ve RO Dünyası :: Oyun Vadisi :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: