Her gece aynı senaryoyu oynamaktan bıkmıştı. Halbuki ne yaparsa yapsın hüzün yorgunluğuyla sarsılmış ruhunu kabuslardan çekip çıkaramıyordu. Kabus göreceğim korkusuyla gözünü kırpmaya bile çekiniyor, uyumak istemiyordu. Her ne kadar elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış olsa bile, denediği hiçbir şey işe yaramıyordu. Kendinden geçiyor, dalıveriyordu uykuya ve her seferinde olduğu gibi ne olduğu kim olduğu belli olmayan bir el tarafından kabuslara doğru çekiliyordu.
Gözünü kapatır kapatmaz kendini sislerle bürünmüş bir bahçenin kapısının önünde bulmuştu. Kapının kolunu yavaşça çevirdiği andan itibaren içindeki huzursuzluk beş misline katlanmış, Veronica’yı baştan ayağa sarmıştı. Nefes alış verişleri zorlaşmış, aldığı her nefes göğüs kafesinde ufak ufak delikler açmasına sebep olmuştu. Ellerini göğsünün üstünde birleştirdiği anda kalbi daha hızlı atmaya başlamış, gözleri haddinden daha fazla açılmıştı. Ufak adımlarla yaprakların hışırtılarını umursamayarak, bahçenin ortasındaki bir zamanlar şaşaalı olduğu anlaşılan malikaneye doğru ilerledi. Malikanenin ahşaptan yapıldığı aşikardı, bütün oymaları eski güzelliğini yetirmiş, kasvetli bir görünüm almıştı. Her ne kadar geldiği yere doğru koşarak kaçmak istese de, ayakları onu sürükleyerek malikaneye doğru götürüyordu. Gözlerinden oluk oluk akan yaşları fark etmiyordu bile. Halbuki gözleri kıpkırmızıydı. Üstelik gözyaşlarının tuzuyla yıkanmış yanaklarından dudaklarına doğru akan tadın bile farkında değildi.
Kafasını yavaşça öne eğdi ve gördüğü manzara karşısında aklını oynatacak seviyeye geldi. Ayaklarının her tarafı kesilmiş, kana bulanmıştı ve ateş gibi yanıyordu. Yaprakların üzerinde yürüdüğünden gayet emindi ama bir yaprağın da böyle bir hasar bırakabileceğini aklının ucundan bile geçiremezdi. Bütün bunlara rağmen harap olmuş ayakları hala yürüyebilmek için inat ediyor ve her adımında daha fazla acı vererek yürümeye devam ediyordu. Malikanenin kapısına doğru ilerledi ve kapının kolunu çevirdiği sırada ellerinin kapının koluna yapıştığını fark etti. Kapıyı tekmeliyor ve elini kurtarabilmek için kendini hırpalıyordu. Korku filmi çeviriyormuş hissine kapılıyordu ve bir nebze de olsa korkusundan sıyrılmak istiyordu. Daha sonra bir anda kapı kendiliğinden açılmasıyla beraber bütün korkularının yerini heyecan almıştı. Veronica’nın kapıya yapışan eli kendi kendiliğinden kurtulmasıyla rahat bir nefes aldı ve bir an önce kapıdan uzaklaştı.
Büyük salona doğru ilerlerken Veronica’nın bütün hücreleri korku rüzgarıyla esmişti. Tüyleri ürpererek karşısındaki aynadaki kızının kanlı siluetini görür görmez çığlıkla doldurdu malikâneyi. İstemsizce attığı çığlığı susturabilme isteğiyle her iki eliyle ağzını kapattı. Korkunun ecele faydası olmayacağının farkındaydı ve ona göre hareket etmesi gerekiyordu. Korkusunun üzerine gitmeliydi. Kudretinin farkındalığıyla silueti gördüğü merdivene doğru koştu. Pervasızca merdivenlerden aşağıya indi ve aşağıdaki tabloyu gördüğü an gözlerini kapattı. Stephan’ın, sevdiği adamın cesedini ipe asılı bir şekilde görmek kadını içten içe parçalamıştı. Hafifçe gözlerini açtı ve bir anda canlanan beden karşısında kaskatı kesiliverdi. 20 yıldan fazla bir zaman geçirdiği sevgilisi ona doğru yürüyordu. Hem de salonu maziden fırlamışçasına parıldayan gözlerinin sıcaklığıyla doldurarak yürüyordu. Kadını tanıdık bir rahatlık ve bir huzur çepeçevre sarmıştı. Bütün bedeni karşısındaki adamın sarhoşluğuyla sarsılmış ve kendine gelmişti.
Gözyaşlarının tuzlarıyla karışmış dudaklarını aralayarak konuşmaya başladı. “Merhaba benliğim.” Stephan tam konuşmaya başlayacaktı ki Veronica elleriyle susmasını işaret etti. “Sus… Lütfen. Konuşma sırası bende. Ki buna hesap sorma sırası da dahil. “ Stephan’a doğru yürümeye başladı. “Hesap sormaktan kastımın ne olduğunu bildiğine eminim. Kızıma aşık olduğunu bildiğim halde bihabermişim gibi davranmandan bahsediyorum. “ Dudaklarında o günlerde yaşadığı acı ve kırılmışlıkların barizliğiyle bir gülümseme belirdi. Gözlerinde kızımın aşkı alev alev parıldıyorken, neden beni sevdiği söylemeye devam ettin?! Benden ve kızımdan ne istedin ?! Neden ona dostu gibi yaklaşıp ondan medet umdun?! Kızın yaşındaki bir bayana aşık olmak… Hele ki söz konusu olan Marylinne’ken! Kızımken… Bir zamanlar deli gibi aşık olduğun kadının kızından bahsediyorum!” Aldığı her oksijen göğsünde geri dönülemeyen izler bırakıyordu sanki. Buna rağmen nefes alış verişleri olabildiğince hızlandı. “Bu senin elinde değildi, peki. Hem, zaten sen öldün. Bunları konuşmanın bir manası olamaz. Sadece, ister dur ister duyma; senden nefret ediyorum. ” İçindeki öfkeyi kusmuştu. Ama bitmek bilmeyen nefreti onun hırsına yenik düşmesini sağlayabilirdi. Aşkı nefretle bütünleşmiş ve intikam şehvetiyle dolup taşmıştı. İntikam almak istese bile, nasıl olabilirdi ki bu?
Kulakları tırmalayan, acıyla bilenmiş keskin bir çığlıkla açtı gözlerini. Yatakta oturur biçimini aldı ve ellerinin başında bileştirdi. Gözlerinin önünde adamın bakışları vardı. Yatağının başındaki su bardağını bir çırpıda aldı ve içindeki suyu kana kana içti. Yatak örtüsünü sülük yapışmışçasına üzerinden fırlattı, yataktan kalktı ve kendini en yakınındaki koltuğa attı. Başının üzerindeki saate kaydı gözleri usulca. Saati gördüğü anda ne kadar da az uyuduğunun fark etti ve uyuması gerektiğini anladı. Halbuki uyuyamazdı, o kabusları tekrar göreceğini bildiği halde kendini tehlikeye atamazdı. Böylesinin daha iyi olacağını düşündü ve pencereye doğru ilerledi. Perdeyi olabildiğince çekti ve gözleri güneşi aramaya koyuldu. Halbuki güneş yoktu, gökyüzünün kapkara bulutlarla kaplı olması iç burkucuydu. Yağmur yağmak üzereydi. Gökyüzü, Veronica’nın kabuslarındaki kasvetle birebir uyum içindeydi. Sevdiği adamın koyu kahve gözleri, gözlerinin önünden gitmiyor, sesi hala kulaklarında çınlıyordu. Dokunuşlarını hissediyor, teni ürperiyordu. Onca yıl geçirmelerine rağmen bir türlü tamamıyla kavuşamayan iki aşığın hazin sonu içler acısıydı. Adam, Stephan, intihara kurban gitmiş; kadın ise sevgilisinin ölümüyle harap olmuştu. Adamın intihar sebebiyse kafaları karıştırıyor, her şeyi büsbütün mahvediyordu. Kim sevdiği adamın, kızına aşık olmasını isterdi ki? Üzerine üstünlük sevdiği adam aşkı uğruna intihar etmişti. Veronica, Stephan’ın yenilmez kudretine aşık olmuştu ama Stephan kendi hayatına en kolay yöntemle son vermişti. Bu Veronica’yı daha da yaralıyor, kadının bütün ruh halini mahvediyordu. Stephan’ın hem Veronica’ya, hem de Veronica’nın kızı Violet’a aşık olduğu gerçeği ise kadını bitiriyordu. Stephan’ın hayatına son vermesinin nedeni buydu, her ikisine de aşık olmasıydı. Aşkı uğruna kurban etmişti kendini.
Yaşının kırk beşi geçmiş olmasının verdiği hüzün, kızını kıskanmasıyla harmanlanıyor kadını harap ediyordu. Halbuki kızı canından bir parçaydı, ama kıskanmamak içten değildi. Her ne kadar tam aksini denese de, bütün çabaları beyhudeleşiyor, gençliğini gördüğü kızını kıskanmaya devam ediyordu. Aynı güzellik, aynı hırs ve aynı tutkuyla karışan gençliğinin en tatlı yıllarını yaşayan kızını kıskanma sebebiyetiyse akıllara sığmıyordu. Doğru olmayan bir ilişkinin gittikçe eskiyerek farklı bir hal alması sonuncunda, adamın, bir zamanlar aşık olduğu kadının kızına da aşık olması beklenecek bir şey değildi. Beklenecek bir şey olmamasıyla beraber, akıl sır erdirilmiyordu. Kadın dolaylı yoldan da olsa ihanete uğramıştı, gençliğini kocasına değil de başka bir heba etmesinin yanı sıra; aşık olduğu adamın kızına aşık olması, kadını yakmış küle döndürmüştü. Muzdaripliğini ima etmekle kalmamış, elinden geldiğince belli etmeye çalışmıştı. Tabii ki bu yöntemler de işe yaramamış, kadının durumunu büsbütün karmaşık bir olay haline getirmişti. Stephan, her ne kadar inkar etse de, gerek bakışları olsun, gerek hal ve tavırları olsun gayet belli ediyordu genç kıza aşık olduğunu. Kadın kıskançlıktan kendini yiyip bitirmiş, intiharı bile düşünmeye başlamıştı. Halbuki Stephan daha önce davranmış ve üç kuruşluk ömrünü bir anda satıvermişti. Bir ip yetiyordu koskoca insan hayatına son vermeye. Veronica, Stephan’ın evinde daha fazla duramayacağını anlamış olsa bile, evden dışarı çıkmamaya inat ediyordu. Sevgilisinin yaşadığı, yaşlandığı yuvanın kokusunu içine çekerken, mazinin kokusunu da içine çekiyordu. Gülüşmeleri ve konuşarak anlaşmaktan ziyade daha çok bakışarak anlaştıkları anları anımsadıkça kalbine keskin kılıçlar saplanıyor ve kanatıyordu. Aşktan daha öte bir şeydi yaşadıkları. Bağlılıktı, bağlılıktan da öteydi. Ne yaparlarsa yapsınlar vazgeçemiyorlardı birbirlerinden. Halbuki nerden bilebilirlerdi eninin uzunluğu bir parmak ucunu geçemeyecek büyüklükteki ipin iki hayatı birden bitireceğini?
Ruhundaki acı dolu serzenişlerin bin bir türlü entrikalarıyla sızım sızım sızlıyordu içi. Gözünden yanağına doğru dökülen her bir gözyaşının bıraktığı izleri seyrediyor, gülüyordu aynadaki ağlamaktan gözleri şişen kadına. Kıpkırmızı ve bir o kadar da itici gözlerine baktıkça eski sıfatıyla nitelendirilmiş sevgilisini anımsıyor, hıçkırıklara boğuluyordu. Hem gülüp, hem de ağlamak diye ağızlarda dolaşan eyleme bire bir uyuyordu Veronica’nın yaptıkları. Sevdiği adamın acısıyla sarsılan, zayıf bir kadından ne beklenebilirdi ki? İntihara teşebbüs etmemesi bile bir mucizeydi. Aklından geçirmiş olması ayrı bir muamma yaratmasıyla beraber, kadının zayıflığının başka bir göstergesi oluyor ve bütün olayı sarpa sarıyordu. Dışarıdan gayet aklı başında görünmesi, şu anki durumunu ve acıdan ibaret mazisini velhasıl hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Lakayt pozlara bürünmesinin gerektiğini bildiği halde, sadece acısının zevkiyle kendini tatmin etme çabalarına girişmişti. Mazoşist bir insan hal takınmış, bütün adetlerini değiştirmiş; aksi biri olup çıkmıştı. Sevdiği adamının ölümünün acısıyla kavrulan birçok insanın yaşadığı şeylerden daha farklı şeyleri yaşadığı söylenemezdi. Aksine, tamamıyla aynı şeyleri yaşıyor, dozu yükseltilmiş depresyonlara giriyordu. Olmayacağını bildiği halde, keşkelerle geçiriyordu günlerini. Yarısı pişmanlıklarla dolu hayatına göz attıkça, kafasında oluşan siluetleri savurmaya çalışıyor, sadece acısını yaşamak istiyordu. Kendini aşka adamış bir kadının başına gelebilecek türdendi bunlar ve tabii zayıf ve güçsüz bir kadının başına gelebilecek en kötü şey. Sürekli aynı senaryoyu yaşamıyor olsa bile, acısından çekip çıkaramıyordu kendini. Yaslanacak bir omuz dahi bulamıyor olması da cabasıydı. Halbuki yalnız başına hayata tutunmaya çalışan sevinç dolu bir kadının bu durumlara düşmesi olanaksız bir şey gibi görünse de bulamıyordu işte. Hayatını şerit gibi gözünün önünden geçirdiği zamanlarda, bütün o siluetler kadının içini beş misli daha fazla kanatıyordu.