Sonechka Stepanov Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 4 Kayıt tarihi : 26/07/11
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus:
| Konu: melodie Salı Tem. 26, 2011 4:49 am | |
| Eğer bu doğruysa…Turnuvadan sağ çıkmış olmanın keyfini bastıran ve içini delen o iğrenç, sonu olmayan güvensizlik hissi, sanki içeriden biri kalbini acımasızca sıkıyormuş hissi veriyordu genç kıza. Uzun süre sonra tekrar, kendine olan güvenini yitirmişti, uzun süre sonra tekrar gözlerinin önüne düşen açık kestane rengi saçlarını elinin basit bir hareketiyle savurmuyordu. İçinde küllerinden doğan yeni Mel’in düştüğünü hissediyordu. Düşürüldüğünü. Eski hâli geliyordu gözlerinin önüne, sessiz, güvensiz ve yetersiz. Ailesinin ölmeden önceki hâliyle iç içe geçmiş, tek gayesi onları memnun etmek olan, içine tıkılıp kaldığı bu dünyada tek amacı başkalarını memnun etmek olan Melodie. Diğer bir yandan, yeni kişiliğinin de savaş verdiğinin, hemen pes etmeyeceğinin farkındaydı. İliklerinde, kızıl damalarında gürleyen kanda hissedebiliyordu bunu. Çünkü hâlâ, zorlu turnuvadan çıkmanın ve o soğuk, mavi rozeti ellerinde hissetmenin gururunu yaşıyordu. İşte bu gurur, yeni Mel’in hâlâ içinde mücadele ettiğinin göstergesiydi. Onu tırnaklarıyla, en yaralı hâlinde yaratmıştı, kendi kanından alıp ona katmıştı. O, kendisiydi. O yaşamdı. O, hâlâ yaşıyor olmasının sebebiydi. Yani o, her şeydi. Kendisi ile alâkalı olmadığını bilse de, içinde gürleyen o hissi bastıramıyordu. Crystal… Etrafta dolaşan fısıltılar gerçekler miydi? Yoksa hepsi, bir avuç kendini bilmez şapşalın, egolarını tatmin etmek amacıyla, heyecan getirmek uğruna söyledikleri basit birer yalandan mı ibaretti? Bilemezdi, bilemiyordu. En kötü yanı da buydu. Rowena’nın bilgeliğini son damlasına kadar bahşetmiş olan bu genç cadı, bu konuda tek bir kelime bile söyleyemiyordu. Öğrenmesi için O’na sorması gerektiğinin farkındaydı. Ama O’nun yüzünü ne görmek, ne de o ince sesini duymak istiyordu o an için. Tuvaletin dibine çökmüş bir şekilde, gözlerini kapatan kahkûllerini alnında hissediyor, kısık kısık nefes alıyordu. Boğazına takılan büyük yumru, gözlerine yerleşen gözyaşlarının orada olduklarının habercisiydi genç kıza. Asası sağ elindeydi, onunla hiçbir şeyi amaçlamıyordu. Sadece Karanlığın Melodisi’nin orada olduğunu bilmek, onun pürüzlü, yuvarlak yüzeyini hissetmek, rahatlatıcı bir güven veriyordu kıza. Bir yerlerde, açık kalan bir musluktan damlayan şapırtıların tatmin edici sesleri ulaşıyordu kulaklarına. Ne kadar süredir orada oturduğundan ise haberi yoktu, tek bildiği, omuzlarına çöken yükün, nereden geldiğiydi. Bu bataktan çıkması için birilerine ihtiyacı vardı belki de, çünkü öyle değilse, oradan kalkıp tekrar hiçbir şey olmamış gibi eski hâline dönecek gücü bulamıyordu kendinde. Kim yardım edebilirdi ki ona? Kendisine yuva olan, sığınağı, kudretli Hogwarts’ta, onu önemseyen kimler vardı? Ailesi zaten ölmüştü, yaptıkları en iyi şeyi bir kez daha yaparak onu yalnız bırakmışlardı. Ne nefret, ne de öfke, ne de acıma. Onlar için hiçbir şey hissedemiyordu. Sanki aklının aile için oluşturulmuş bölümünün sökülüp alınmış gibi bomboş olduğunu hissediyordu. Onları es geçti. Arkadaşları. Onun ailesi artık onlardı. Patience, Crystal… Her şeyde o geliyordu. Aile, arkadaş, ortak. Her şeyinden biraz kaybetmişti onunla birlikte. Listesine döndü tekrar. Hatırladığı her isimle birlikte, zihnine görüntüler geliyordu, en belirgin özellikleri, onlarla ilgili gördüğü görüşler. Aklı karışıyordu ama karışmasına izin verdi. En iyisi böyleydi, hissizlik o an için hissedebileceği tek şeydi. İstediği tek şeydi. Devam etti, aklına gelen diğer isim, bir süre düşünmesine neden oldu. Serpent. Ona bir aile veren aslında oydu, onu bir yere ait hissettiren, bir amaç uğruna savaştığını, güce olan tutkusunu fark ettiren oydu. Lideri izle. SFL için, daha önce Potter ve arkadaşları tarafından açığa çıkarılan Sırlar Odası’nda, gözünü bile kırpmadan Bozulmaz Yemin’i etmeden önce, rüyasına giren görüşte bu sesi duymamış mıydı bir kadının ağzından? Lideri izle. O da her zaman yaptığı gibi, artık bir parçası olan görüşlerine güvenmeyi seçmiş ve dediğini yapmıştı. O’nu izlemişti. Pişman mıydı? Kesinlikle hayır. Leo, hayatını feda edebileceği nadide kişilerdendi, evet. Saymaya devam etti. Fae, Reanna, Fia, Lomadri, Scott, Lysander, Luminary, Lydia, An, Syrinx ve Freja. Freja. Freja. Listedesin Freja. Bir yanda aklında parıldayan cümleler, temiz ve net düşünmesini zorlaştırır gibi, yoğunlaşamıyordu. Duyduğu bir şarkıdan falan mı geliyorlardı, yoksa bu da yol gösterici talimatlardan biri miydi? “Dont feel no pain, just smile back.” Hepsi ailesinden bildiği kişilerdi. Kötü zamanında, hepsi birden elini uzatmamış mıydı genç kıza? Hepsini aklına kazımamış mıydı? Asasını sıkmakta olan parmaklarının beyazlaştığının, ağrımaya başladığının farkında olmadan düşüncelerinin engin denizinde boğulmaya devam etti. “Curtains are close on me.” İzlemesi gereken tek bir gerçek vardı, zihnini yüreğini beynini dolduruyordu. Ve bu evrende, gerçekten de var olduğunu hissetmesini sağlayan, gözlerini açan kudretli acı duygusu, şimdi vücudunun her yerindeydi. “Cuz I ‘d rather feel pain than nothing at all…” Kendisine doğru dönen her kafayla, hazzın doruklarına çıkan kız, gücü elinde tuttuğunu hissetmişti son günlerde. İnsanları kontrol etmesinin, delice damarlarına dolan hakimiyetin, ellerinde oluşunun verdiği sonsuz haz… Onları tıpkı birer kukla gibi oynatmasının, her istediğinin aslında dudaklarından çıkacak tek bir kelimeye baktığının farkın varamamıştı belki de. Acemiydi, gücünü böylesine yoğun yaşadığı günlerde, tek hatası, acemiliği olmuştu. “I’ve been too long on my own.” İçinde kıpırdayan küçük şeyi hissettiğinde, gözlerini açtı aniden. Güçsüz müydü? Burada, temiz cübbesini kirletirken, ve küçük, köpekten korkarak annesinin yanına sığınan bir kız çocuğu gibi köşeye sinmişken, kesinlikle güçsüzdü. Onu ayağa kaldıran şey işte tam bu düşünceydi. Onu sindiremedi, kendisine yediremedi. İşte Melodie Riley buydu. Ani patlamalara denk gelen, hayatını, ölünme güvendiği görüşlerine adamış, garip Ravenclaw. Zeki. Ama çevik değil. Güldü. İki kere düşmüştü o lanet yeri tırmanabilmek için. Korkma düşüncesinden deli gibi korkan, güç fetişisti bir kız, ne de ironi ama…Ellerini ıslak mermere dayayıp kendisini aynanın karşısına diktiğinde, kafasını kaldırmadan ıslak lavaboya baktı. Aynaya bakmak için hazır olup olmadığını kontrol ediyordu kendince. Asası, hala elinde sıkıca kavranmış vaziyette, kirli elleriyle birlikte ıslanıyordu. Kahkülleri, ayna ile gözleri arasında yaşanabilecek her türlü bağı engelliyordu, onlara minnettardı. Aynaya dönmek için erkendi, bunu hissetmişti. Onun yerinde hemen önünde duran yansıtıcı yüzeye bakmadan, arkasını döndü ve geniş kızlar tuvaletinde gezdirdi gözlerini, aynalardan kaçınarak. Damlayan suların sesleri, sanki onu huzura boğuyormuş gibiydi. Bedenindeki bu taşkınlığın nereden geldiğini sordu kendisine. Belki de eski ve yeni Mel, ilk defa karşı karşıya gelmişlerdi, savaşıyorlardı. Ve bu da vücudunu zayıf düşürmüştü, ne aradığını bilmeden adımlarını direk buraya yönlendirmişti. Aklına o gülüş geldi. Parti fikrini Mel’e sunarken, gözlerinde parlayan parıltı. Kalbi hızlanmıştı, ama gözleri hala kupkuruydu. Ailesi öldükten sonra ağlama yeteneğini kaybettiğini düşünürdü hep. Ve şimdi ilk defa ağlamayı isteyerek sıcak gözyaşlarını gönüllü bir şekilde beklese de, yine inatla gelmiyorlardı, denemekten de vazgeçmişti zaten. “Güçsüz müsün Melodie Riley?” Kulaklarına dolduğunu sandığı ses, varla yok arası gibiydi. Ama Mel’e o kadar gerçekçi gelmişti ki, bir an için sesi Slytherin’in sesine benzetmekten kendini alıkoyamadı. Onu suçlayarak suçu kendi üzerinden başkasına mı yıkıyordu, yoksa gittiği yolda emin adımlarla ilerlemeli miydi? Gerçeği bilmeden bunu söyleyebilmesi mümkün değildi. Artık tırnaklarının avuç içlerini kanattığının farkındaydı, savaşın sonucu yavaş yavaş belli oluyordu. Birden başını bile döndürecek kadar hızla, kolunun birden havaya kalktığını hissetti. “Redocto!” Her yere aynı anda büyüleri gönderirken, patlayan çam ve aynalardan fırlayan parçalar için, bedenini korumaya gerek bile duymuyordu. “Reducto!” Sağa ve sola, bulabildiği her şeye hırçınca saldırırken, bunu yaptıranın kim olduğunu düşünmek için zamanı bile yoktu. Sadece vücuduna gönderilen emirlere uyuyordu. İçinde süren savaş, neredeyse sona gelmiş, kazananın ringden inme vakti yaklaşmıştı. “Bombarda!” Patlayan musluklardan akan sular, kızın saçlarını yanaklarına yapıştırmış bir şekilde ayaklarına kadar ulaşıyordu. Tuvaletin eski hâlinden eser yoktu şimdi. Ama hala çığlık çığlığa bağırmaya devam ediyordu. “Yuspar…SKLDJFKO” Artık durması gerektiğinin farkındaydı, ama emirleri verene sözünü geçiremedi. Onu yalnız bırakmasını istiyordu, yorulmuştu ve o an için tek yapmak istediği biraz uyumaktı. Kalan son gücüyle tekrar bağırmasına engel olamamıştı dudakları. “Yuspar JSDFKJS” Yorulmuş bir halde bedenini bıraktı ve kendisini yerde buldu. Onu ele geçiren hakimiyet, artık gitmiş, kontrolü ona bırakmıştı. Gözlerini kapatan ıslak saçları çekmek için kendinde güç bulamamıştı. Sadece birkaç dakika orada oturdu ve aklından bir sürü kişiyi aynı anda geçirdi. Sarı saçlar ve mavi gözler, düşlerinin önüne geldiğinde, küçücük, uzaktan bakınca belli olmayacak derecede hafif bir şekilde gülümsediğini hissetti. Jamie… Kendisine katıksız mutluluğu yaşatan nadir insanlardan sadece birisiydi Jamie. Derin bir nefes alarak hayalini içlere gömdü ve devam etti. Platin saçlarıyla, hakim görünen Leo, her zaman, karşılarındaki devasa yaratığın karşısında Mel’i koruyan ve hiçbir zaman soğukkanlılığını yitirmeyeni, alaycı Scott. Kestane rengi saçlarıyla, kendisini diğerlerinden daha iyi anlayan, aynı yeteneğin bahşedildiği Syrinx. Her zaman yanında olan Fae ve An. (Belki Melodie ile bağı yoktu ama, ona her zaman doğru yolu gösteren tek kişi, her zaman mantıklıyı bilen Vasya.) Tuvaletin darmadağın olmuş tabanına baktığında, küçücük bir utanma bile hissetmeden, ikinci kere ellerini soğuk mermere dayayarak ayağa kaldırdı bedenini. Artık dik durabiliyordu. Onu engelleyen hiçbir şeyin, ya da kontrolünü ele geçiren hiçbir canlının varlığını hissetmiyordu. Çünkü kontrol artık ondaydı. Bir daha asla elden bırakmamak üzere de onda kalacaktı. Kendi içinde savaşırken yarattığı döküntüye arkasını dönerek, sağlam kalan tek aynaya yaklaştı. Onu bilerek tutmuştu, dönüştüğü şeyi görecekti böylece. Aynaya bakarak bekledi ve bekledi. Gözlerinin önünde beliren uzun, sarıya çalan kestane rengi saçlar, biçimli dudaklar ve uzun kirpikler onundu. Bir veela güzelliğini andıran masmavi gözler, karşısındakinin ne düşündüğünü okurcasına bakarak maça önce başlamasına yarıyordu. Gücü damarlarında hissedebiliyordu artık. Varlığını, o yokken ne kadar susadığını, ona ne kadar ihtiyacı olduğunu, hepsini. Artık duyuları yavaş yavaş açılıyor, zihni keskinleşiyordu. Artık zihninin ona oynadığı oyundaki kartlar bile değişmişti. Ses, bozulmuştu. Artık net gelmiyordu, sorduğu soru farklıydı. “Güçlü müsün Melodie Riley?”
“Güçlüyüm.”
| |
|