Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapKapı

 

 & L o r e l e i

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lorelei Adorlee
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Lorelei Adorlee


Gerçek İsim : Kardelen.
Mesaj Sayısı : 271
Kayıt tarihi : 26/07/11
Yaş : 28

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
& L o r e l e i Left_bar_bleue100/100& L o r e l e i Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Griffin

& L o r e l e i Empty
MesajKonu: & L o r e l e i   & L o r e l e i Icon_minitimeSalı Tem. 26, 2011 1:56 am

not:


Tanrı, insan ve madde diye ayırım yapmak anlamsızdır. Evrensel cevher, saf bilinç olan ruhtur. Düşünce basamaklarını kat eden insan sonunda kendisine döner. Gerçek ruhun kendisi olduğunu keşfeder. Aslında insan tanrı; tanrı da insandır.

Gökyüzünü düşünün. Gerçekten var olmayan ama aynı şekilde var olan bir yeri hayal edin. Bulutların üzerinde ama onlarla hareket etmeyen ve tanrılara konukluk eden yer; işte tam da burasıdır. Ne varlığı inkâr edilebilir ne de yokluğu kanıtlanabilir... Hikâyemizde burada başlıyor. Bulutların üzerindeki devasa evin duvarları sarsılıyordu o sırada. İnsanlara göre kraliyet şatosuydu bir diğer adı. Bembeyaz olan bu şatonun etrafında uçuşan meleklerle daha ihtişamlı görünmesini sağlıyorlardı.

Şu an melekleri merak ettiğinizi biliyorum ama yakında öğreneceksiniz. Şimdilik hepsinin birbirine benzediğini bilmeniz yeterli olacaktır. Birden şatonun tüm ihtişamı gölgeleyen bir ses yayıldı etrafa. Melekler bulundukları yerde ters dönüp uzaklaşmaya başladıkların da kötü bir şeyler olacağını biliyorlardı sanki. Sözcükler sadece şatoyla sınırlı kalmayıp sanki tüm evrende yankılanıyordu.

Gökyüzünde yankılanan bu sözcükleri duyduğunda ise kaşlarını çattı genç tanrıça. Aslında genç sayıldığı söylenemezdi. Yüz yaşındaki tanrıları düşündüğünüzde iki yüz yaşındaki bir tanrıça yaşlı sayılırdı. Bulundukları yerde hiçbir şey yoktu; sadece beyaz bir sonsuzluk gibiydi. Konuşmaların bitişini belirten sert ifadeyle elini oturduğu tahta vurdu. Vurmasıyla üzerinde bulundukları bulutlardan bir hava akımı geçti. Siyah gözleri karanlık ve şikâyet dolu bir parıltıyla baktı.

"Sen neden bahsediyorsun?" Sesi öfke doluydu. Karşısındaki tanrı hiç istifini bozmadığı gibi rahat bir tavırla arkasına yaslandı. Yaslandığında saçı sırtını bir örtü gibi örtüyordu. Aynı şekilde sakalının da yere kadar uzandığını söyleyebilirdiniz. Bulutları kıskandıracak derecede bir beyazlığa sahiptiler. Etrafına öfke yayan tanrıçadan daha yaşlı olduğu belli oluyordu. Bedeni yetmiş yaşındaydı ki gerçek yaşını siz düşünün. İşte bu kişi hareketleriyle sizi ele geçirebilecek bir mükemmeliyete sahipti. Ancak ondan daha mükemmel bir şey vardı. O da sağ elinde tuttuğu değnekti. Üzerindeki kabartmalar, korkunç yılanlarla sarmalanmış gibi gösteriyordu değneği. Tam tepesinde mavi ve kırmızı renkleri arasında gidip gelen yuvarlak, cam bir küre vardı. Küreyi değnekten çıkan ince ve hoş kıvrımlar tutuyordu. Küreden yayılan gücü her varlık hissedebilirdi. Tahtında rahatça oturan tanrı, sonunda bir tepki vermişti. Sadece gözlerini kısarak konuşmaya başladı. Gösterdiği azıcık tepki bile içinden yükselen kötülük dolu iyiliği saklamaya yetmiyordu.

"Çok iyi anladın, Peodora. Ne demek istediğimi biliyorsun. Umarım buna karşı çıkmaya çalışmazsın. Çünkü o zaman neler olacağını ben bile söyleyemem." Sesindeki kudreti kuvvetlendiren değnekten yukarı doğru süzülen kırmızı kıvılcımlardı. Tüm bu göstergeleri birleştirdiğinizde varacağınız tek sonuç onun burayı yöneten tanrı olduğu olmalı ki çoğunuzun bunu doğru tahmin ettiğini biliyorum. Tekrar Peodora'ya dönelim. Tanrıça ne diyeceğini bilemez haldeydi. Gözünde korkudan başka bir sürü duygu vardı. Ama sadece korkuyu seçebiliyordunuz. Elleri titremeye başladığında, baş tanrı işaret parmağını sakın deneme dercesine salladı. Yüzüne yansıyan özgüven onu tepetaklak edebilirmiş gibi geliyordu. Ama benim bildiklerimi siz de bilseydiniz bunun imkânsız olduğunu anlardınız. Peodora neler olabileceğini veya bunun sonucunun ne olacağını düşünmeden hareket ediyordu.

"Buna boyun eğmeyeceğim, Zeus!" Bağırarak sağ elini Zeus'a doğru kaldırdı. Kaldırmasıyla birlikte avucundan mavimsi bir elektrik dalgası yükseldi. Zeus atak yapamadan güce teslim olduğunda bunun çok uzun sürmeyeceğini biliyordu. Birden yanlarında beliren melekler Peodora'yı şaşırtmışa benzemiyordu. Burada melekleri merak ettiğinizi düşünüyorum. Cinsiyetleri elbette vardı ve biri erkek, biri kızdı. Kanatları kadifemsi ve siyahtı. Evet, siyahtı. Bayan olanın kanatlarının hatları daha dolgun ve belirgindi. Sarı, dalgalı saçları neredeyse dizlerine kadar uzanıyordu. Üzerinde ise beyaz bir elbise vardı. Elbise de gene dizlerinin üstünde bitiyordu. Gözleri kahverengiydi ve uzun siyah kirpikleri, onları daha hoş gösteriyordu. Erkek olanın ise daha zayıf kanatları vardı. Saçları, gözleri gibi simsiyahtı ve kısaydı. Normal bir Amerikalının saçları gibi dağınıktı. Erkek meleğin üzerinde beyaz, pantolonumsu bir şey vardı sadece. Pantolonumsu diyorum çünkü orada olsaydınız. Onun ne olduğunu tam olarak seçemezdiniz; çünkü o kadar parlaktı ki gözlerinizi zor açık tutardınız. Evet, melekleri anlattığımıza göre olaylara dönelim.

Erkek melek kaslı vücuduyla Peodara'ya doğru ilerlediğinde Peodara, diğer eliyle ona saldırdı. Hala Zeus'un etkisi altında olduğu mavimsi güç yerine beyazdı bu. Farklı güç seviyelerinde değiştiğini tahmin ettiğinizi biliyorum ki Peodara meleği öldürmek istemediğinden daha az güç uyguluyordu. Ama pes edecek bir ruhu yoktu ve Zeus'a daha fazla kuvvet uygulamak için meleği feda etmeliydi. Elini çevirdiğinde meleğin kanatları mürekkebin suda dağılışı gibi beyaza dönüştü. Başı arkaya doğru gitti ve güçlü bir patlama sesiyle yarattığı parlaklık, normal bir insanı kör edecek güçteydi. Bulutlardan aşağıya düşmeye başladığında, bayan melek tüm gücüyle geri bir atak yaparak Peodora’nın sendelemesini sağladı. Gücünü uygularken saçları arkaya doğru uçuşuyordu. Zeus'un serbest kaldığını anladığında birden yok oldu.

İşte o sırada Zeus saldırıya hazırdı. Değneğini Peodora’ya doğru hırsla kaldırdı. Peodora’nın siyah uzun saçları geriye doğru gitti. Gözleri acıyla açıldı. Çığlıklar içinde bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Zeus’un duymaya bile tenezzül etmediği şeylerdi bunlar. Vücudu kasılmaya başlayan Peodara artık meleklerin kulaklarını kapatmak isteyeceği ve bulutların titremesine neden olan çığlıklar atıyordu. Ellerindeki damarlar belli oluyordu. Göz pınarlarından kan akmaya başlamıştı. Hiç kimsenin cesaret edemediği şeyi Zeus yapmıştı, bir tanrıçanın kanını akıtmıştı ki bunu yapabilmesi çok normaldi. O baş tanrıydı. Tanrıçanın kan kırmızısı dudakları pudra dökmüş gibi beyazladığında; siyah, vücudunu bir korse gibi sıkan, kolsuz ve epey uzun elbisesi parçalanmaya başlamıştı. Tam o sırada dikkatinizin Zeus'a çekildiğini hissediyordunuz. Bunun nedeniyse gözlerinden çıkan kırmızı kıvılcımlardı. Sesi karanlıkla sarmaş dolaş bir şekilde Peodora’nın acıdan kanayan kulaklarına ulaştı.

Peodora! Seni lanetliyorum. Artık sen düşmüş bir meleksin. Evet, doğru duydun! Artık tanrıçalığa dair hiçbir gücün yok. Yirmi yaş görünümlü bir melekten farkın yok. Ah, evet, var... Onun gibi bulutların üzerine çıkamayacaksın. Kanatların olmayacak. Sen artık bir hiçsin!” Sesiyle beraber Peodora’ya ulaşan karanlık onun daha çok çığlık atmasını sağlayacak güçteydiler. Hayır, karanlık onun güçlerini emiyordu. Orada olsaydınız Peodora’nın zaten genç olan fiziğinin daha çok gençleştiğine yemin edebilirdiniz. Bir anda sesler kesildi, duyabildiğiniz tek ses Zeus'un elinde tuttuğu değnekten çıkan elektrik benzeri seslerdi. Peodora bilinçsiz bir şekilde bulutlardan süzülürken onları izleyen Hippolyte gözyaşlarını tutamadı. Arkasından gelen kadın parlak kollarıyla onu sarmaladı. Sessizce ağlayan genç kızın kahverengi saçları Peodora’nın saçları gibi upuzundu. Gözlerindeki yaşlar parlıyordu ki bu bir tanrıça olduğunun göstergesi olabilirdi. Arkasından ona sarılan kadının ise sarı saçlarının uçları havada dans ediyordu sanki. Her hareketi ayrı bir akım oluşturuyordu. Zeus’un bile korkacağı bir bakış attı Zeus’un bulunduğu yere. Mavi gözleri öfkeyle parıldadı. Parlak tenli yüzündeki safir renkli dövmeler ilgiyi üzerine çekmeye yetiyordu. Mavi gözleri Peodora’nın bulutlardan düşüşünü sanki kayıt yapmış gibi sürekli gösteriyordu. Hippolyte’ın sesi buna son verdi.

Anne, ablama ne olacak? O bir tanrıçaydı. Çok güzel bir tanrıçaydı. Babamın bunu yapmaya hakkı var mı? Konuş, lütfen!” Evet, Hippolyte Peodora’nın kardeşiydi. Diğer kadın ise annesiydi. Konuşacak gücü kendinde bulamıyordu ki kızına olan bu şeyden sonra hangi anne konuşabilirdi? Zeus, Peodara'yı sürgüne yollamıştı çünkü giderek ondan daha güçlü olduğunu öğrenmeye başlamıştı. Annesi bunun farkındaydı. Ama Zeus’un bilmediği bir şey biliyordu. Kızını koruyacak biri vardı. İşte o kişi, Zeus’u yenebilecek güce de sahipti. O kişi, her akşam hevesle yanına gittiği karısıydı.

Peodora gözlerini açtığında göz pınarlarında birikmiş yaşlara engel olamamıştı. Ölmüş müydü? Hayır, ölseydi gideceği yer, babasının göndereceği yer cehennem olurdu. Burada ateş denen lanet olası güç yoktu. Sadece mavilik vardı. Mavilik… Şu an havada öylece duruyordu. Bir anda annesinin melodik sesi yankılandı kulaklarında.

Bir gün Zeus’u yeneceksin. Ama şimdi değil! Seni seviyorum, Peodora. Kanatlarını gizleme gücünü iyi kullanacağını biliyorum. Bulutlara geldiğinde Zeus’a yakalanmayacak kadar zeki olduğunu da biliyorum.” Ama Zeus denen lanet olası yaratık demişti ki… Ah, kimin umurunda! Annesini seviyordu. Eliyle kanatlarının ucuna dokundu, kadifemsi ve beyaz kanatları vardı. Yüzünde oluşan tebessüm her şeyin yoluna gireceğine dair haber veren bir işaret gibiydi; ancak gözyaşlarıyla oluşturduğu birleşim, zorluklarında beraberinde geleceğini söylüyordu. Hikâyenin kahramanı olmanın vakti gelmişti şimdi. Kanatlarıyla havada süzülürken aklında tek bir düşünce vardı.

Zeus, bir daha ki sefere acı çeken sen olacaksın!

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
George Crownie
Hogwarts Müdürü
Hogwarts Müdürü
George Crownie


Gerçek İsim : umut.
Mesaj Sayısı : 1989
Kayıt tarihi : 11/07/09
Yaş : 32
Lakap : geo.

Karakter Bilgileri
Rol Puanı:
& L o r e l e i Left_bar_bleue100/100& L o r e l e i Empty_bar_bleue  (100/100)
Patronus: Mantikor

& L o r e l e i Empty
MesajKonu: Geri: & L o r e l e i   & L o r e l e i Icon_minitimeSalı Tem. 26, 2011 2:58 am

Kurgunu sevdim. Gerçekten hoş bir anlatımın var. Akıcı ve güzel. Betimlemelerin de yerindeydi. Yani sıkılmadan okuduğum bir rol diyebilirim. Renklendirmeyi sevdim. Ek olarak paragraf düzenin iyiydi. İmla hatasına rastlamadım açıkçası.

Betimleme: 30 / 30
Paragraf Düzeni: 5 / 5
İmla Düzeni: 10 / 10
Anlatım: 40 / 40
Kurgu: 15 / 15

100, Tebrikler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://eskiao.roleplaylife.net
 
& L o r e l e i
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts :: Karakter ve RO Dünyası :: Oyun Vadisi :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: