Evan Bourne Müdür Yardımcısı | Tılsım Profesörü
Gerçek İsim : Ünal Mesaj Sayısı : 284 Kayıt tarihi : 06/12/09 Yaş : 31
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (94/100) Patronus: Kaplan
| Konu: Evan Bourne Ptsi Tem. 25, 2011 9:45 pm | |
| Gecenin ayazında,sırf bir ders için ayakta oluşu ve/veya buraya gelmesi, olasılıklarının dışındaydı. Ama bunu yapması gerekiyor, bir sorumluluğu olduğunu gayet iyi anlıyordu. Belirli bir alan içinde dönüp duruyor, kısa ve etkili bir zamanda hazırlıkların tamamlanması için çaba sarfediyordu. Az bir zaman kalmıştı ve hala burayla uğraşıyordu. Ne olurdu ki işlerini aksatmasa! Hiçsizliğin verdiği iç karartıcı etkinin, aldığı gece darbelerinin ve deneyiminden kazandığı yaraların sayesinde O, normal bir büyücünün üstündeydi her zaman. Ölümlerden dönmüş, hiçbir kimsenin gitmeye cesaret bile edemeyeceği yerlere gitmiş, kalmış ya da zulüm görmüştü. Amaçsızlığın ve karmaşanın getirdiği yoğun sıkıntı ve tempodan sıkılmışken, Hogwarts'ın en sevecen müdüresi olan Helga Hufflepuff tarafından buraya çağırılmak, onun için bir onur kaynağıydı. Ya da sadece, sıkıntılarını gizlemek için bir maskeydi belki de onuru. Amaçsız yaşamlarının arkasına sığındığı bu kısır döngü, hiçbir zaman tamamlanmayacak etnik bir yasa halini almışken, sığınmıştı yine bu tarihten de eski topraklara. Hogwarts, onun için iki şey ifade ediyordu. Biri çıkış kapısıydı, eski hayatının absürtlüğünden kurtulmak için. Biri de yeni şans kapısıydı, yeni hayatının temellerini atması için. Sıkıldığı bu hayattan çekip gitme düşüncesi, tüm aklına işlemişken gelmişti bu kaleye. İhtişamına kapılmamak mümkün değildi. Havası bile ayrı kokan bu ihtişamdan, bu şaşadan, bu gösterişten mutluydu bir bakıma. ' Evim ' diyebiliyordu buraya. Şimdi, kendi deneyimlerini ve sıkı dostluklarını, birkaç küçük dosta önermek, onun boynunun borcuydu belkide Tanrı'ya. Bir lütuf olarak bahşedilmişti ona bu kapasite. Bu şaşa da, kendisine ithaf edilen hayatın meyveleri olmalıydı. Üst düzey bir sınıfta hissediyordu kendini. Normal bir insanın ulaşamayacağı bir yerdeydi belki de. Belki de kendi kafatasının içindeki o pembemsi dostu, ona bunları hissettiriyor, göğsündeki nişan olan kalbi, bunu destekliyordu. Öyle ya da böyle, burası onun için harikanın da ötesindeydi.
Bildiği teknikleri, ormanın belirli bölgelerinde denerken, ağzına tutturduğu bir Bizans melodisi çınlıyordu kulaklarında. Roma'nın doğusunda kalan bu şaşa dolu şehir, insanları tümüyle etkilemişken, onun gibi bir Hıristiyan da bunları bekliyordu. Ne farkı vardı tüm o ' Sosyetik ' lerden? Onlar da kuldu, insandı, varlıktı. Tıpkı kendi gibi.Kendi düşüncelerinde boğulmuyorlar mıydı? Ya da sıkıntıdan kendini öldürmek istedikleri günler? Hiç mi kendinden geçip, umarsızca içtikleri olmuyordu? Pütursuz hayatları mı vardı ki böyle davranıyorlardı? Yoksa onlar, Tanrı'nın verdiği lütfu farketmedikleri için mi böyleydiler? Böyle delicesine ve umarsızca kendilerini sadece bu dünyaya adamışlardı. Belki de bu yüzdendi onların bu davranışları. Belki de... Kim bilebilir ki? Zaten onun da kendisinde gördüğü tek değişiklik, Roma burjuvaları gibi, kendi üstündekilerin köpeği olduğuydu. Onlar gibi her istediklerini yerine getiren bir yalakaydı sadece, değil mi? Hayatında istediği çoğu şey olmuyordu zaten. Hep istekleri red ediliyorken, nasıl mutlu olmasını bekliyorlardı? Tamam, gülüyor olabilirdi. Ama içini görebilen mi vardı ki? Etraftaki ağaçlar kadar hareketsiz değildi belki de, ama esen rüzgar olduğu da söylenemezdi. İtici bir hayatın başlangıcını yapıyordu çoğu kişiye göre. Onun gibi çılgın bir yaşam tarzını belirleyen, hele ki böyle bir yaşamda sağ kalmayı başarabilen bir kişi için Hogwarts, bir huzur evinden farksızdı. Nereden biliyorlardı onun yaşadığı acıyı? Ağladığı günler de olmuştu elbette. O da insandı, o da ağlardı. Şu hayatta kim ' Ben asla ağlamadım ' diyebilirdi ki? Ağlamak, gülmek gibi bir duyguydu. Tek farkı, gülmek iyi hissediyormuş hissi verirken ağlamak, gerçekten iyiliği temsil ediyordu. Kalplerinin içerisindeki bir parça sevgi kırıntısı olan insanlar gibi ağlamak, ona normal olduğunu hissettirmek ile kalmıyor, onun da acı çekebildiğini, onun da bir insan olduğunu ispatlıyordu. Daha o değil miydi iki yıl öncesine kadar paralı askerlik yapan? O değil miydi ki cesaret üstüne madalya bile kazanan. O değil miydi girdiği her savaştan zafer adı altında bir burukluk ile çıkan. Tamam hayatı şaşalıydı, ama buruktu işte. Atamıyordu bu içindeki hissi. Belki de gençliğin verdiği gücü unutmuştu ya da hatırlayamıyordu. Gençken yaptığı şeyleri yapamıyordu belki de. Onun da emekliye ayrılma zamanı gelmişti belki. Kim bilebilirdi ki? Kazandığı madalyalar, aldığı tebrik mektupları, devlet yemekleri, kral görüşmeleri derken yaşlanmıştı işte. Hayatı çoğu zaman iyi giderken, yine bir şey oluyordu. Tam işler rayında diyecekken hep bir engel konuluyordu önüne. Bir kişi de oluyordu bu, kendisi de. Günler günleri kovaladıkça, zaman hızla akıp, durmayacak şekilde ilerledikçe, belki de kendi ölümünü kendi hazırlıyordu umarsızca. İçindeki tek parça umut kaynağı, hatta kaynağı değil kırıntısı bile kalmamışken, kapıları teker teker açmak istiyordu, bir bir aşmak istiyordu o hain engelleri. İlerlemesi engelleniyordu hep. Sanki hayat, o başarılı olmasın diye zorlaştırıyordu kendini...
Etrafta dolaşan minik gece hayvanları, uluyan kurt seslerine karışırken, üstüne oturduğu kayanın eşiğine atladı. Düşünceleri ile boğuşmaktan sıkılıyordu her zaman. Eskileri düşünmek, ona yaptığı işleri ve başarısızlıklarını hatırlatırdı. Sık ağaçların, bembeyaz parlak ayın, cırcır böceklerinin senfoni orkestrası kurduğu bu Orman, onun yeni projesinin iç dekorasyonuydu. Bütün yaratık kabileleri ile görüştü, anlaştı. Saldırmayacaklardı kampa. Etrafa yaptığı tılsımlar sayesinde işini garantiye almak istiyordu. Burası büyük bir yerdi ve yaratıklar insafsızdı. Kana susamış bir vampiri, a-salak bir devi ya da et isteyen bir kurt adamı durdurmak, her şeyden daha zordu. Hele ki, iç karışıklıkların olduğu bu dönemde... Etraftaki çadırlar, solgun bir şekilde birer çalı süpürgesini hatırlatıyordu. Yorgunluktan solgun düşmüş yüzü, çıkık elmacık kemikleri ve kemikli elleriyle etrafta vızır vızır dolanıyorken, elinde asasıyla bir oyana bir buyana büyüler yolluyordu. Haritasını çıkardı ve bölgenin genişliğine göre ilerlemeye başladı. Öğrenciler ve yapılacak yarışmalara yeteri kadar yer olduğuna kanaat getirmişti. Artık aksilik istemiyordu hayatında. Yaptığı işten, bulunduğu yerden memnundu. Etrafta öten cırcır böcekleri, soğuğu aldırmayan genç adamı iyice rahatsız etmişti. Üstüne giydiği pardesünün düğmelerini sonuna kadar ilikledikten sonra, tekrar çadırlara döndü. Tek halletmesi gereken şeymiş gibi hep onların üstüne düşüyordu. Etrafın yol haritasını, izleme kulesini de etkinleştirdi. Her bölümün kendine özel bir yolu, düzgün şeritleri vardı. Böylece hiçbir öğrenci karışamayacak, hile olmayacaktı. Biraz daha içeri doğru ilerledi. Ancak, ilerlerken fark ettiği şey, tek sesin cırcır böcekleri ve ayak sesleri olmadığıydı. Bir nefes vardı hızlı soluyan. İzlendiği hissine kapıldı ve ürperdi. Asasına daha sıkı sarıldı ve biraz daha yavaş yürümeye başladı. Arkasındaki ayak seslerini dinleyip, ne kadar yakında olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Yavaşça ilerlerken birden arkasını döndüğünde, ince belli ve düzgün fizikli, saçları beline kadar inen, bu gece ayazında bile üstünde açık bir kıyafetle dolaşan biri vardı. Bir kadın vardı tam karşısında. Ama velakin, bu normal bir kadın ya da büyücü değildi. Bu saatte, bu Orman'da ve bu halde dolaşabilecek tek varlıktı bu; vampir. Soğuk havanın verdiği etki üşümesine yol açmıyor olacaktı ki böyle giyinmişti. Yoksa normal birinin böyle giyinmesi - hele ki böyle bir zaman ve havada - olasıla gelmiş değildi. Soğuk bir ses tonu ile - belki de sadece havanın soğukluğundandı -konuşmaya başladı genç adam;
-Sen kimsin ve burada ne işin var, vampir?
Kahkaha atan vampir, bir hayat kadını edası ile genç adamın üstüne yürüyordu. İşin ilginç tarafı ise, hiç korkmayan bir beden karşısında, üstelikte kendi sahasında duran bir adamın üstüne gelmesiydi. Ne olacaktı? Kavga mı edeceklerdi? Vampirin kazanma şansı bilinmeyen bir nedenden (!) ötürü kat kat fazlaydı. İster yaşam alanı olsun, ister ırkı olsun, isterse de vücut gücü olsun, kadın da olsa o bir vampirdi. En hızlı ve/veya güçlü canlılardandı. Yürürken, hafifçe dişlerini gösterip hırıldadı. Aç olduğu, daha ilk bakışta belli oluyordu. Dili ile dudaklarını yaladıktan sonra, daha da yakınlaşmaya başlayan kadın, sivri dişlerinin keskinliğini kanıtlamak istercesine elini dişlerine götürdü. Daha değdiği anda kan gelmeye başlamıştı ki bu karşısındaki adamı korkutmaya yetiyordu bile. Her ne kadar da bir büyücü olsa o da bir insandı. Bir insan, bir vampiri alt edebilir miydi? Asasına daha sıkı sarındı, Evan. İri cüssesi ile, üstüne yürüyen kadına doğru o da yürümeye başladı. Aralarında bir metre kadar bir mesafe bile yokken, bütün gecenin soğukluğunu unutmuş, etraftaki rüzgarın sesi bile kesilmişti. Tek duyduğu ses, karşısındaki bu güzel kadın -Vampir- ın nefesiydi. Hırlarcasına nefes alıyordu ama bu onu itici değil aksine, daha da hoş olmasını sağlıyordu. Tıslarcasına bir ses tonuyla konuştu kadın;
-Bana zırvalıklar yaratma öncelikle. Irkınızla konuştum tarzında bir muhabbetle başlamak senin açından iyi olmaz, insanoğlu. Her sepetten bir çürük elma çıkar. Anlaşman beni ilgilendirmiyor. Bu gece karnımı doyuracağım.
Dedi kadın. Sinir katsayısı yükseliyordu. Genç adam, yüzünde ki minicik bir gülümseme ile karşısında duran bu doğa üstü canlıya bakıyordu. Büyücülük, her ne kadar ona bahşedilmişse vampirlikte bu kadına inen bir lütufdu. Bu gördüğü ilk vampir değildi. Ama vampirler, efendilerine sadık kalmaz mıydı? Kadına bir adım daha yaklaştı. Artık nefesinin sıcaklığını, solgun yüzünde hissediyordu. İçinde, o güzel kadına dokunma isteği vardı. Umursamıyordu onun ne olduğunu. Böyle bir güzelliğe boş kalamıyordu artık. Soğuk havanın verdiği etki tamamen üstünden silinmişti. Hatta ateşlerde yanıyordu belki de. Terlediğini bile düşündü bir ara. Yüzüne gelen her sıcak nefeste kendi nefesi de hızlanıyordu. Vampir, sanki onu baştan çıkartmak istercesine hızlıca soluyordu. Her solunumda, kadının tatlı nefesini ve saçlarından dağılan nilüfer kokusunu çekiyordu ciğerlerine. Yüzündeki zalim bakış, bir an için silinmişti. Bütün bu duyguların etkisiyle hafif bir gülümseme almıştı suratını pütursuzca. Hayat denen bu kısır döngünün içinde, gördüğü en güzellerden biri vardı karşısında. Herkesi öyle kolay kolay beğenmezdi. Seçiciydi az biraz. Ama karşısındakinin bir vampir ve öğrencilerine saldırmak isteyen aç bir düşman olduğunu hatırlayınca, o eski soğuk geri döndü. Hislerine tekrar kavuştu sanki. O soğuk, artık vücudunu sarıyordu. Yüzündeki gülümseme silinmiş yerine, tiksinti dolu bir bakış gelmişti. İşaret parmağını kaldırıp kadının omzuna koydu ve yavaşça ittirdi. Dokunduğunda hisettiği o ipeksi ten, siyah saçlarındaki müthiş kokuyu tekrar almak istiyordu. O mutlu anlara tekrar dönmek isterdi ama yapamazdı. Öğrencilerini korumak zorundaydı. Soğuk ve sinirli bir ses tonuyla konuşmaya başladı;
-Senden korkmuyorum, yaratık. Asla da korkutamazsın beni. Eğer bugün, öğrencilerimden birinin bile zarar gördüğünü görürsem, duyarsam, seni bulurum. Bulduğumda bu kadar sakin olmam! Şimdi hemen burayı terket. Terket ki, daha fazla canını yakmayayım. Anlatabildim mi?
dedi. Asasını kadının göbeğine dayadı. Vampir, yüzündeki nahoş bir gülümsemeyle Evan'ın yüzüne baktı. Adımlarını geri çekti ve arkasını döndü. Giderken bıraktığı hoş kokusu, Evan'ı baştan çıkartmaya yetiyordu zaten. Giderken de müthiş bir kahkaha koyduktan sonra tiz bir sesle konuştu, kadın;
-Tekrar görüşeceğiz, insanoğlu. O zamana kadar, kendine iyi bak. Dikkat et, öğrencilerinin başı yanmasın sakın. Anlatabildim mi?
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Evan Bourne Ptsi Tem. 25, 2011 10:26 pm | |
| Anlatımını beğendim. Gerçekten güzel. Kurgu da hoş, fakat ayrıntılarda daha ilgi çekebilirdi. Paragraf düzeni konusunda; diyalogları ayırman aslında pek iyi olmamış. Ufak imla hatalarına rastladım. Fakat o kadar da büyük sayılmaz. Boşluk unutulmuş bazı noktalarda. Betimlemeler iyiydi. Ama mekan betimlemelerini zayıf buldum. Güzel bir roldü.
Betimleme: 28 / 30 Paragraf Düzeni: 2 / 5 İmla Düzeni: 10 / 10 Anlatım: 40 / 40 Kurgu: 14 / 15
94, Tebrikler. | |
|