Sonsuzmuş gibi görünen o karanlık yine kuşatmıştı kasabayı. Evlerin ışıkları birer birer sönerken, sokak lambalarının aydınlattığı meydandan uzaktaki mezarlığın tek aydınlanma umudu sadece kapısına vuran bozuk lambaydı. Ormanın o kendine has, belirli bir düzenle yankılanan uğultusunu bastırmak istercesine havlayan Rufus, mezar taşlarının arasında koşuşturarak sahibine yol gösteriyordu. O da ihtiyar adam gibi her gece buraya gelmeye alışmıştı. İlerleyişleri mezarlığın sonundaki iki eski taşın önünde son buldu. Rufus'un hırıltılarına aldırmadan elindeki eski feneri Rose'un adının yazılı olduğu eski mezar taşının üzerine koydu. Ateşi titriyordu ve sadece çevredeki birkaç mezarı daha aydınlatabiliyordu. Rose McGregor yazısına dokunmaya çalışan ellerinin titreyişine bir kez daha engel olamıyordu. Richard kendini daha fazla sıkmadan birkaç damla gözyaşının yanaklarından süzülerek sakallarına karışmasına izin verdi. Kısa süren bu huzurlu anda gözleri kapalıydı ve Rose'un muhteşem güzelliği zihninde canlanıyordu. Kızıl saçları beline kadar uzanan, beyaz tenli kadın; ve Angela'nın gülüşü hâlen kulaklarında çınlıyordu. Gören herkesin aynı annesi dediği, hayatı yaşamaya değer kılan en değerli varlıkları; kızları... Bakışları Rose'un mezarının yanındaki daha küçük olan taşa kaydığında dizlerinin bağı çözüldü. Şimdi ihtiyarın çaresiz başı, yaşamını anlamlı kılan varlıkların bu dünyada bıraktıkları sembolik taşların arasındaydı. Evet semboliklerdi, çünkü katledildikten sonra yakılan iki bedenden geriye sadece bir harabe ve küller kalmıştı. Şu an içinde bulunduğu hâli anlıyormuş gibi sesler çıkaran Rufus, destek olmak ister gibi yanına sokuldu. Mezar taşlarından aldığı destekle doğrulan Richard'ın yüzüne bir tebessüm yerleşmişti. "Meleklerim! Tanrı sizinle olsun... Ve cennetinden ayırmasın." Tekrar diz çökerek hayatının bir parçası olan bu mezar taşlarına, 33 yıldır her ayrılışında yaptığı gibi birer öpücük kondurdu. Yıllardır ailesine olan hasretini böyle gidermeye çalışan bir ihtiyarın klasik sözleri, dudaklarının arasından fısıltı şeklinde dökülüverdi: "Huzur içinde uyuyun." Doğrulmaya çalışırken bir eliyle feneri kavramıştı. Son yıllarda körelen inancını ayakta tutan tek şey, sık sık tekrarlanan cenaze merasimleri ve merhumların ailelerine duyduğu üzüntüydü... Kulübeye giden en kısa yolu her zamanki gibi Rufus gösteriyordu. Birkaç metre ileride alışık olmadıkları bir şey gördüler. Eski bir mezarın başında duran genç adam silüeti ilk önce köpeğin dikkatini çekmişti. Birkaç defa uyarı niteliğinde havlayan Rufus, ihtiyar feneri ileri uzattığında sustu ve kesik kesik hırlamaya başladı. Cılız ışık genç bir adamın yüzünü aydınlatıyordu. Richard gözlerindeki hüznü ilk bakışta okuyabiliyordu. Gecenin bir vakti mezarlıkta, feneriyle çıkıp gelen gizemli adam yerine çok defa konmuştu. Fakat bu sefer öyle olmadı ve genç adam yüzüne, hüznünü saklamak isteyen bir sertlikle bakıyordu.
Gece ilerledikçe soğuyan rüzgâr, gür sakallarının sıcak tuttuğu yüzünde bulduğu boşluklara var gücüyle sızıyordu. Buraya gelen ziyaretçilerden nazik bir tavır beklemiyordu, onun için gencin sert çıkışına aldırış etmedi. "İşine bak ihtiyar!" Sakalların arasından oldukça zor seçilen mimikleri genç büyücüyü yanıltabilirdi, fakat ıssız mezarlıkta yankılanan kalın sesinden yükselen kahkaha ona yanılmadığını göstermişti. Richard'ın yorgun gözleri genci seçemediği için feneri biraz daha yaklaştırdığında esmer büyücünün elindeki asayı da seçebilmişti. Ona karşı tek savunması kulübenin duvarına asılı olan çifte tüfeği iken ağzından çıkan kelimelere dikkat etmeliydi. "Benim işim bu evlat." Sanki nerede olduklarını göstermek niyetiyle etrafına bakındıktan sonra bekçilere has bir durum olarak görülen gece fenerini gözüne sokmak ister gibi salladı. Bununla beraber mezarlığı aydınlatan ışık da titremişti. Şimdi öncekinden daha anlamlı bakmaya başlayan genci inceliyordu. Odaklanmış olduğu mezar taşına ihtiyar da bakmaya başladı. Üzerindeki yazıları seçemiyordu. Genç büyücünün mezara, Richard'ın da ona bakarak geçirdiği dakikalar boyunca sessizliği sevmeyen Rufus'un havlamaları nemli taşların arasında yankılandı. Etrafta defalarca turladıktan sonra temkinli bir şekilde yabancıya yaklaşan köpek, çok geçmeden onu koklamaya başlamıştı. Kalın paltosunun ceplerini karıştıran bekçi, Rufus'un yeni icat ettiği tanışma merasimini izledi. Eline geçirdiği metal rengi adî tabakayı çıkartırken genç adamın kendisini izlediğinin farkında olmadan bir sigarayı dudağına kıstırmıştı. Göz göze geldiklerinde ona da bir tane uzattı. İkisi de konuşmayı sevmiyor gibiydi. Bu yüzden sadece sustular. Richard'ın sigarasını yakmak için bir de çakmağını araması gerekiyordu. Bunu fark eden büyücü seri ve pratik bir asa hamlesiyle dudaklarında duran tütünü ateşe verdi. Dibinde oturuyor olsa da, genç büyücünün uzun zamandır bakmakta olduğu mezar taşına bir kez olsun kafasını çevirip bakmamıştı. Bu kadar yakınken üzerindeki yazıları da görebilirdi, ama yapmadı. Başkalarının hayatlarına karışmak gibi bir huyu yoktur. Ciğerlerine dolan zehrin kana karıştığı o birkaç saniyelik zaman diliminin ardından diline hakim olamamıştı. "Yakının mı?" Ciğerlerine dolan duman tekrar atmosferle buluştuğunda eski yoğunluğunu kaybetmiş vaziyetteydi. Mavimsi bir griliği olan zehrini yitirmiş nikotin artıkları çevrelerinde süzülürken, üzerlerine yağmaya başlayan kar taneleriyle hiçbiri istifini bozmadı. İhtiyarın eski beresinin yanlarından sıyrılarak omuzlarına dökülen saçları ve kırarmış sakalının bir kısmı kısa sürede ince, beyaz bir tabakayla örtülmüştü. Askıda kalan sorusuna gelen cevap geç de olsa Richard'ın beklediği türden bir hüznü barındırıyordu. "Evet... Babam." O anda düşünceleri tekrar karısına ve çocuklarına kaydı. Her cenazede, her ölüm haberinde, her taziyede; hep aynı duyguları hissederdi. Babasının haç şeklindeki mezar taşını silmekle uğraşan çocuğu izliyordu şimdi. Parmaklarının arasında tüten sigaradan rahatsız olmuştu. Ona kendisi uzatmamış olsa "Elindekini söndür çabuk!" diyebilirdi. Fakat genç adamı daha yeni tanıyordu ve daha dikkatli bakınca yüzündeki kirli sakalların da farkına vardı. Yaşı o kadar da küçük sayılmazdı. Dudaklarının arasından yükselirken ağzının içine düşen bıyıklarının filtrelediği cilveli duman, ihtiyarın hüznünü de beraberinde götürüyordu. Ölü bedenlerden hayat bulan toprağa takıldı gözleri. Az önce incecik olan kar tabakası kısa sürede yükselmişti. Şimdi sadece izmaritten ibaret kalan sigarayı yere attığında, garip bir sönme sesi geldi. Oturduğu soğuk taştan kalkarak üzerine çullanan beyaz lekeleri silkeleyen Richard, sadık köpeğinin de hareketlenmesini sağladı. Genç adam bu hareketlenmeye bir anlam verememiş gibiydi. İhtiyar, kendini bu kederli ortamdan uzaklaştırmak istercesine fenerini de alarak mezardan birkaç adım uzaklaştı. Büyücünün bu durumu anlamamasını ümit ediyordu. Fenerini karanlıkta kalan yabancıyı aydınlatmak için bir kez daha uzattı. "Üşüyeceksin evlat... Kulübemde yanan bir şömine ve sıcak çorba bulabilirsin." Kalın sesinde anlam veremediği bir çekingenlik vardı. Bunun sebebi yıllardır bir misafiri olmaması ya da yalnızlığa alışmasıydı belki de.
Her zaman önden gitmesine alıştığı sadık dostu Rufus'un arkadan, yabancının etrafında koşuşturarak gelmesi ihtiyarın beklemediği bir durumdu. El feneriyle yolunu doğrultmaya çalıştığı zaman zarfında kulağı, arkasından işitilen ayak seslerine odaklanmıştı. Bir an duraksadı ve arkasındaki seslerin kesilişini işitti. "Richard diyebilirsin..." İlginç bir tanışma olmuştu doğrusu. Genç adamın ismini dahî bilmediği bir bekçinin kulübesine misafir olmak istemeyeceğini düşünen ihtiyar, garip bir tanışma diyaloğu yaratmıştı. Yürüyüşleri mezarların arasındaki küçük ağaçların sonundaki, en büyük olan ağacın önünde son buldu. Fenerin cılız ışığı vurmadan önce varlığı sezilemeyen kulübenin kapısı, Richard'dan önce köpeğin uyguladığı baskıyla ardına kadar açıldı. Yüzüne vuran sıcak havayı içine çeken ihtiyar, şöminenin üzerindeki tencereden yükselen kokuyu rahatlıkla seçebiliyordu. Feneri girişteki masanın üzerine bırakırken ağır adımlarla şömineye doğru ilerledi. Eline geçirdiği maşayla ateşi tekrar canlandırmaya çalışıyordu. Tek odalı kulübede duyulan çatırtıları kapanan kapının gıcırtısı takip etti. Meraklı gözlerle yeni tanıştığı ihtiyarın kulübesini inceleyen büyücünün şaşkınlığı yüzünden okunabilirdi. Eski bir yatak, bir masa ve kulübenin tek penceresinin karşısında duran koltukla mobilyadan tasarruf edilmiş bu odayı çağdışı bulmuş olmalıydı. Tabakasından bir sigara daha çıkaran Richard masanın üzerinde unutmuş olduğu çakmağıyla ateşlerken, genç adamı izliyordu. Maruz kaldığı ateş ile zamanla kararmış olan eski maşayı tekrar eline alan ihtiyar, közleri deşmeye devam etti. Yanmasın diye büyük bir özen gösterdiği sakallarını canlanan alevden uzak tutuyordu. Etrafa saçılan minik kırmızı parçacıklara aldırmadan, bıyıklarının altına saplanmış gibi duran sigaradan güçlü bir nefes daha aldı ve kısık gözlerle adamı süzmeye devam etti. Verdiği klasik misafir tepkisine bıyık altından gülmüştü. Richard'ın bu fazlasıyla sade, mugglevarî yaşantısı genç büyücüye nasıl güzel gelmişti ki? İhtiyar sorgulayan bakışlarını gencin üzerinden alarak tekrar közlere yöneldi. Aklının bir köşesinde, ne kadar inkâr etse de sürmekte olan sihir yaşantısına dair puslu anılar canlanmıştı. Sihir Bakanlığı, devam eden Hogwarts düzeni; şimdi hepsi ona ne kadar yabancıydı... "Burada sıkılmıyor musun? Ailen falan yok mu?" Yanına diz çöken, daha ismini bile bilmediği büyücünün sert bir tokat etkisi yaratan sorusuna tekrar canlanmış olan ateşi hiddetle deşerek bir anlamda karşılık vermiş oldu. Birkaç saniye sonra, verdiği tepkinin ahmak bir ihtiyara yakışacak cinsten olduğunu anlamıştı. Elindeki maşayla eski düzenini yitiren közleri düzeltmeye çalışıyordu. Bu manevrasıyla gücünü yitirmek yerine hiddetlenen alevleri kendi hâline bıraktı ve birkaç eklem sesiyle doğruldu. Dudaklarının arasındaki yarım kalmış sigarayı alevlerin içine atmıştı. Her zaman ateşe yakın olan koca yastığına kıvrılan köpeğin bitkin homurtuları eşliğinde şöminenin üzerindeki paçavralarla ellerini örten Richard, sıcak tencereyi alarak hızlıca masaya bıraktı. Bu hareketi esnasında çalkalanan yahni şans eseri dökülmemişti. "Buradayım, çünkü ailem de burada." Bu konu hakkında konuşmak istemiyordu. Düzensiz bir şekilde çakılmış rafların birinden aldığı tabakları masaya gelişigüzel koydu. Buharı tüten tencereye merakla bakan Jack, ihtiyarın aşçılığına güvenmese de gelen kokulara hayır diyememişti. Genç adama davetkâr bir bakış attıktan sonra tekrar raflara yönelen Richard, iki kaşık ve bir kepçeyi zor da olsa bulabildi. Hasarlı görünen sandalyelere kurulduklarında, Rufus da bitkinliğinden eser kalmamış bir şekilde havlayarak masanın etrafında dolanıyordu. Tabaklara dökülen sıcak yahniden özenle seçtiği birkaç parça eti Rufus'un tabağına attıktan sonra rahatça yiyebilecekleri sessiz bir ortam nihayet oluşmuştu. Masanın altında duran kasadan çıkardığı ekmeği ikiye bölerek büyücünün önüne bırakan ihtiyar, hâlâ davet eder gibi bakıyordu. Yahniden aldığı ilk kaşıktan sonra çekingenliğinin yerini, açlık alan genç adamın iştahı görülmeye değerdi. Uzunca bir süre odada kaşıkların bakır tabaklara çarpmasından çıkan metalik ses ve çiğneme seslerinden başka bir şey duyulmamıştı. Tabağındaki etleri çabucak bitiren Rufus devamını istermiş gibi tekrar döndüğünde, tencerede kalan birkaç parça eti de ona verdiler.
Her zaman kendine ve Rufus'a yetecek kadar yemek yapan Richard, beklenmeyen misafiri karşısında yetersiz kalan yahniyi daha çok ekmek yiyerek bastırdı. Şu anda kendisinin ya da Rufus'un doymuş olması değil, önceliği misafiriydi. Tencerenin dibindeki suyu misafirinin tabağına dökmeye çalışırken tekrar başlarına üşüşen Rufus huysuz havlayışıyla onu durdurmak ister gibiydi. İri cüssesine rağmen masaya çıkabileceğini bildiği köpeğine bu aksiyonu yaşatmamak adına tencereyi yere bıraktı. Hemen içine dalarak dibindeki suyu yalamaya başlayan köpeğin çıkardığı şapırtılar, kızmasına rağmen ihtiyarı güldürmüştü. Jack de ona eşlik eder gibi sırıtarak köpeğe bakıyordu. "Rufus, seni ihtiyar! İştahın yüzünden misafirimiz aç kaldı." Üzerindeki ince kar örtüsü eriyerek, geride zayıf bir ıslaklık bırakmıştı. Eski beresindeki neme aldırış etmeden çıkarıp yatağa fırlatan Richard'ın omuzlarına dökülen uzun saçları ortaya çıktı. Yaşına göre fazlasıyla siyah kalması bir yana, oldukça da gürdü. Önce saçlarından başlayarak sakallarına kadar sıvazladığı ellerinde beklediği kar ıslaklığı olmamıştı. Az önceki ateşle olan münasebeti esnasında kuruduklarını anladı. Yabancının hâlâ bir cevap beklediğini biliyordu ve bu yüzden masanın üzerindeki boş tabağa bakarak düşüncelere dalmış gibi yaptı. Kısa süre sonra bu başarısız oyunculuk, yerini gerçek düşüncelere ve anılara bırakmıştı. O anda Richard, bütün anılarını gömebilmek istedi. Rainpard Mezarlığı'nın diğer bütün sakinleri gibi. Yaşlanmış bir zihin yerine, bunamak yerine toprağın altında olmak...