Eléonora Jane Pércival
Gerçek İsim : Kardelen Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 04/07/10 Yaş : 29
| Konu: Eléonora Paz Ara. 05, 2010 3:21 am | |
| Ad - Soyad: Eléonora Jané PércivalKişisel Özellikleri: Yalancı kimi zaman küstah inatçıdır. Şımarıkta olabiliyor bazı zamanlarda. Genelde kendi grubunu oluşturur ve ona göre takılır. Bazen ayrımcılık yapar ama çok sık olmasada bundan suçluluk duyduğuda olur. Tipik değildir anormaldir. Delidir bazen çılgındır. Dikkat çekmeyi sevdiği gibi dikkatleri olumsuz şekilde üstüne almayı da bilir. Başarısız olursa delirir. Yenilgiyi kabul etmez ve kurallara uymaz. Hırçındır. Çıkarlarına göre hareket eder. Sürtük gibi davranmaktan çekinmez. Aslıjnda sürtük denilebilir onun için. İnsanlar onun herkesle yattığını sansa da o hala bir bakiredir. Ama bundan kimseye bahsetmez. Bakire olduğunu sadece kendisi ve en iyi arkadaşı bilir. İnsanların en kötü anılarını öğrendiğinde onları o anılarıyla tehdit edip istediğini yaptırır çoğu zaman. Bu anıları öğrenmek onun içni hiç de zor olmaz. Tam bir dedikodu canavarı denilebilir onun için. Erkekleri kızlardan daha iyi ikna etme yeteneği vardır. "Ağzında bakla ıslanmaz." sözü tam ona göredir. Başkalarını sinir etmek onun için sanki hayat felsefesidir. Buradanda anlaşılacağı üzere sinir bir kişiliktir. Fiziksel Özellikleri: Kahverengi tonlamada olan saçları açıktır çoğu zaman. Gözlerinin rengi mavimsi tonlardadır. Ama arkadaşları arasında değişken bir göz rengine sahip olduğu düşünülür. Çünkü çoğu zaman lens takar ve bu birçok değişik renkte lenslerden oluşur. Bir gün kırmızı bile takmıştı. Fazla uzun sayılmasa da mükemmel bir vücuda sahiptir. Aile Geçmişi: Babam bakanlıkta saygın bir büyücüydü bir zamanlar. Annemde aynı şekilde bir büyücüymüş. Birbirlerini seviyorlarmış söylediklerine göre. Evlendiklerinde mutluluklarına diyecek yokmuş. Ben dünyaya geldiğimde daha da bağlanmışlar birbirlerine. Tüm bu yalanlar niye söylenir ki? Ben daha beş yaşındaydım. Annemin odasından sesler duydum. Çığlıklara benziyordu. Anneme birşey oluyor korkusuyla odaya girdim. Annem bir adamla çırılçıplaktı. Babama söylersem ayrılmak zorunda kalacağımızı söyledi. O yüzden söylemedim.Hiç kimseye hemde hiç kimseye söylemedim. Ama o gene beni terketti. Gittikimseye söylememe rağmen... Annem gittikten sonra babama herşeyi anlattım.Sadece babama anlattım. Babam ağlayarak kucakladı beni. Annem belli ki kötü birşey yapmıştı. Ben beş yaşındayken yılbaşında kapı çalındı. Kapıyı açtığımda elinde bir hediye paketi ile annemi gördüm. Yanındaki bebek arabasında ise çok küçük iki bebek duruyordu. Hayata inat parlayan gözleri masumiyetlerini koruyorlardı. Babam arkamdan geldi. Elinde asası vardı. Babam beni içeri gönderdi. Dışarıdan bir çığlık duyduğumda kulaklarımı minik avuçlarımla kapattım. Gözlerimdeki yaşları tutamadım. Süzüldüler yumuşacık yanaklarımdan. Bir çığlık daha duyduktan sonra hızla babamın yanına gittim. Annem yerde acı çekiyordu. Ona üyü yapmış olmalıydı babam. Bebeklerden biri ağlıyordu. Diğeri ise ebedi suskunluğa bürünmüştü. Babam çoktan öldüren laneti yapmıştı. Babam sonunda pişmanlık dolu bir edayla büyüyü geri aldı. Annemin yanına koştum. "Kardeşine iyi bak. Adı..." Kardeşimin adını söyleyemeden sustu. Babam arkamdan hain büyüyü söylemişti. Gözleri açıktı. Ona o kadar çok vurdum ki uyansın diye ama uyanmadı. O küçük bebek benim kardeşimdi. Onu korumaya yemin ettim o an. Babam tam o bebeği de öldürecekti ki önüne atladım. Şimdiye kadar geçmemişti. O gece benim en kötü gecem olmuştu. Babamı azkaban'a götürürken onu son kez öptüm.Beni ve Kardeşimi ise teyzemin yanına vermişlerdi. Teyzemi hiç sevmezdim. Kardeşimi para karşılığı bir aileye vermeye kalkışdılar. Kardeşimden ayrılmayacağımı anladıklarında tam bir gün olmuştu. Tam bir gün beni ondan ayırmak için uğraştılar ama ayrılmadım. Yemin etmiştim. O gece ne olduğunu bilmiyorum. Kardeşim sabah yanımda yoktu. Her yer benim gazabıma uğramıştı. Her yeri dağıtmıştım. O geceden sonra Teyzem benimle konuşmadı. Bende onunla konuşmadım. Hogwarts'a başladığımda bana iğrenen bakışlarla bakıyorlardı. Yiğenim eniştem ve teyzem... Onlar dünyanın en iğrenç mugglelarıydı. Yiğenim ise muggle bir büyücüydü. Onu o kadar çok seviyorlardı ki bazen onu kıskanmıyor değilim. Ama o iğrenç mugglelara bi gün öldüren laneti yapacağım. Ve yok olacaklar.RP Örneği:
“Ruhunu bulup eski hayatına dönmen gerek! Bu beden sana ait değil.” Hatırladığım tek şey buydu. Dünden bugüne sanki hayatımda hiçbir şey değişmemişti. Aslında değişen tek şey zaman ve mekân denilebilirdi. Gözlerim karanlığın içinde parlayan cisme takıldığında ayağa kalktım. Karanlıkta adımlarımı kontrollü atmam gerektiğini hissediyordum. “Burası ne kadar karanlık böyle?” Sesimin bana geri dönmesiyle yerimde kalakaldım. Ben bir odada olmalıydım. Yani bir balinanın midesinde olamayacağıma göre… Ya da cidden beni yemiş miydi balinanın teki? Yok, artık Mindy! Daha neler? Derin bir nefes alıp verdim. Nefesimin sesini net duyabiliyordum. Sol ayağımı atmadan önce sağ ayağımla önümü kontrol ediyordum. En sonunda parlak şeye yaklaştığımda sarışın bir kızın bana yaklaşmakta olduğunu gördüm. Yoksa o da benim gibi bu lanet olası yere mi hapsolmuştu? İyice yaklaştığımda o da yaklaştı şimdi yüzünü daha iyi görebiliyordum. Gözlerinin rengine hayran kalmıştım ki gözlerimdeki süzme ifadesinin onda da olduğunu gördüm. Bu gayet normaldi değil mi? Sonuçta beni ilk defa görüyordu. Bir adım daha yaklaştım. İçimdeki korku perdesi aralanmaya başlamıştı. Bu perdenin aralanması hiç ama hiç hoşuma gitmiyordu. İçimde ona değmek istediğime dair bir dürtü oluştu. Engel olamadığım bir dürtü... Sağ elimi ona doğru uzattım. O da aynı anda uzattı sol elini bana. Parmaklarımız birbirine değdiğinde geriçektim. Cidden ne kadar aptal olduğumu vurgulamama gerek yok, sanırım? Bu bir aynaydı. Tanrım! Aynanın karşısındaki bensem peki o kimdi? Aynanın içinde falan mıydı? Bu sefer iki elimi de ona uzattım. Neden bilmiyorum. Ellerimi aynanın üstünde gezdirdim. Onunda benimle aynı anda hareket ettiğini söylememe gerek yok sanırım. “Ne olurdu biraz ışık olsaydı?” Bir anda bir mum ışığının alevi kadar bir aydınlık geldi odaya. Ne olduğunu anlamasam da seçilmiş falan olduğumu düşündüm. Keşke başka bir şey isteseymişim diye içimden geçirmedi değilim. Hafif bir sesle “Yani biraz fazla olsun. En azından etrafımı görecek kadar.” Bunu dememle birlikte o da bir anda aydınlandı. Tanrının sevdiği kuluydum. Yüzümdeki tebessüm ne kadar aptalca olsada bunu sevmiştim. Işığın gelmesiyle aynanın hatlarını daha net görebiliyordum.Siyah bir çerçevesi vardı ve bulunduğum odanın yarısı kadardı. Çerçevesi annemin dantellerine benziyordu.
Aynanın biraz bulanık olduğunu fark ettiğimde aynadakinin şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Bir anda daha da bulanıklaştı. Gözlerimde bir bozukluk mu var diye birkaç kez gözlerimi ovuşturdum. Hayır, bir yanlışlık yoktu. Yani aynada bir bit yeniği vardı. Bir kadının ışıltılı yüzünü görünce istendışı olarak ellerim yüzüme gitti. En azından kırışmamıştım. Kadın gerçeğin de ötesindeydi. Biraz alnında kırışıklıklar olsa da muhteşem bir güzellik karşımda duruyordu. Sarı saçlarında tek bir beyaz tel bile yoktu. Tabi benim gördüğüm kadarıyla. Başında araba kazasında annem ve babam gibi ölen küçük kardeşime aldığım taca benzeyen bir şey vardı. Dikkatlice bakında üstünde pırlantadan Elizabeth yazıyormuş gibi geldi. Çok değişik bir taçtı. Kadınınışıltısı, tacın ışıltısı yanında hiçbir şeydi. Kolyesi ise her şeyi gölgede bırakacak güçteydi. Birbirine geçmiş iki yuvarlak vardı kolyesinde. Pırlantadan yapılmıştı onlarda. Tanrım, bu kadın cidden zengin! Birden kadın daha da büyümeye başladı. Tabi bu otuz yaşındayken kırk yaşında oldu gibi bir şey değildi. Daha da yaklaşmış gibiydi sanki. Aynadan bir ayak uzanınca beynimin kontrolünden çıktı bedenim. Yavaşça tüymeliydim sanırım. Arkaya doğru yavaş yavaş gitmeye başladım.Fakat kadın aynadan tamamen çıktığında adımlarım bir anda hızlandı. Nefesim cızırtılı bir hal almıştı ve hızlanmıştı. Kalbimin sesini duyduğuma yemin edebilirdim. Kadın bana doğru gelmeye başladığında arkamı dönüp koşma isteğiyle doldum ama bir türlü arkama dönemedim. Sanki o kadın beni kontrol ediyordu. Arkaya dönememekle kalmadı. Ona doğru gitmeye de başladım. İyice yanına geldiğimde korkum had safhaya ulaşmıştı. Gözlerim korkuyla açılmıştı. Kadın saçlarımı okşadı. “Elizabeth…” Sesi o kadar büyüleyiciydi ki etkisi altına giremeyecek erkek yoktu. Bu sesi daha önce duyduğuma emindim. “Ruhunun sesini dinle!” İşte! Hatırladığım ses ona aitti. Ruhumun mu? O bana bir şey söylemiyordu ki? Ayaklarımdan başlayan titreme ellerime ulaşmıştı. “Sen kimsin? Ne istiyorsun? Ben neredeyim? Neden farklı bir bedendeyim?” Sesim o kadar hafif ve titrekti ki sözlerimin başında anlamak imkânsızdı sanki. Ama sonuna doğru sesim yükselmeye ve titrekliği kalkmaya başladı. Çok soru sormuştum ama hepsinin cevabını bilmek istiyordum, hepsinin… Kadın gülümsedi. Gülümsemesi o kadar müthiş bir ışık saçıyordu ki etrafa; içimdeki güzelliklerin bir fişek patlatmış gibi sıçramasına engel olamadım. “Ah tatlı meleğim… Sen daha çok küçüktün. Karanlık seni öldürmek istiyordu. Seni kâinattaki en güvenli yere, dünyaya, göndermek zorunda kaldık. İki dünyalı seni buldular. O kadar tatlıydın ki seni kendi çocukları gibi sevdiler. Kendi ırklarından olmadığını bilseler de aynı şeyi yaparlardı. Şimdi ise Karanlık senin yerini öğrenmişdi. Ruhunu başka bedene alarak seni koruduk. Ama eski hayatına dönmen için bedenini bulman gerek! Bu arada da bedeninde olduğun kişi gibi yaşaman gerekecek.” Ah tabi canım! Ben Britney Spears. Ne dediğini sanıyordu bu kadın? Onun uzaylı olduğuna inanmamı mı? Daha da ilginci benimde uzaylı olduğumu savunuyordu. “Ne?” Dudaklarımdan sadece bu iki harf dökülebildi. O anda bazı anılar canlandı gözlerimde sanki farklı bir yerdeydim.Şuradaki eski ben değil mi? Sarah, en yakın arkadaşım… Onunla gülüşerek gidiyoruz. Bir anda etrafımızı sisler sarıyor. “Neler oluyor, Mindy? Bu da neyin nesi?” Sarah endişeli bir ses eşliğinde bana bakıyor. O sırada birden yere düşüyorum. Görüntüler bulanıklaştı ve bir anda yok oldu. Karşımda tekrar kadın belirdi. Gülümsemesi o kadar gerçekti ki uzaylı olduğuma inanmaya başladığımı söyleyebilirim. Kadın gözlerimin içine baktı. Sanki ruhuma akıyordu. Bende ise aptal bir bakış vardı. “Seni buraya getirdik. Çünkü oradan uzaklaşman gerekiyordu. Şimdi ise Mira’nın yeni okulundaki ilk gününe gideceksin.” Yeni okul? Mira? Hey, neler oluyor? Cidden Mira denen şu kızın bedeninde miyim? Kadın anlamamış bakışlarıma aldırmadan gülümsüyor. Tek kelime etmiyordu. Yüzüme doğru eğildi. “Bol şans, meleğim. Annene ne zaman ihtiyacın olursa yanında olacak!” Alnımı öptü.
Bir şeyler oldu ama bir anda bir okulun bahçesinde, bir ağacın dibindeydim. Karşımda sürtük olduğu her halinden anlaşılan bir kız yakışıklı bir oğlanı çemberine düşürmeye çalışıyordu. Oğlanın pek oralı olmadığı belliydi. Tabi, elini sallasa ellisi hesabıydı onun ki. Kız beni fark ettiğinde yerin dibine girmek istedim. Anne, neden buraya gönderdin ki? Anne mi dedim ben? Annem olması mümkün olmayan yaratığa anne mi dedim? Neyse, bu hoşuma gitti. Hem ne gibi bir zarar gelebilirdi ki? Şimdi odaklanmam gereken bir sorun vardı. Okulun sicilli sürtüğünün diline düşmeyi kim ister? Oradan topuklamaktaydım ki kızın ince tiz sesi durdurdu beni. “Dur bakalım! Sen bugün okula yeni gelecek olan Mira Marshall denen kız mısın, yoksa!” Elini beline koymuştu. Kalçası çıkmıştı. Masmavi gözleri güzelliğini göstersede onun sürtük damgasıydı sanki. Sarı saçları hafif esen rüzgârda dalgalanıyordu.Beyaz yüzü sürtüklük radyasyonu yayıyordu. Giydiği eteğin boyu, beni bin parçaya böldüklerinde elde edilen boyuttun daha kısaydı. Biraz abarttığımın farkındayım. Ama ancak böyle ifade edebilirim. Kalçasını yanındaki oğlana sulanmak için yaptığına emin olduğum bir şekilde çıkarmıştı. Oğlan ise kızın her hareketinde bir adım daha geriye gidiyordu. “Şey… Ben Min- yani Mira’yım. Yani evet ben yeni gelenim. Özür dilerim tanık oldum. Neyse şey… Ben gideyim, en iyisi!” O kadar aptaldım ki iki lafı bir araya getirememiştim. Az kalsın Mindy diyeceğimi de unutmamak gerek! Oğlanda oluşan gülümsemenin sahibi olduğumu bilmek bile içimde huzur dalgasının oluşmasına yetmişti. Geriye doğru adımımı atmak hiç içimden gelmese de adımımı attım. Kızın sesi kulak tırmalayıcıydı. “Bekle! Gel buraya!” Senden emir mi alacağım ben? Sürtüğün tekisin, önemsiz bi rvarlıksın sen! Bunları içimden söyleyip kızı sövsem de ilerlememe engel olamamıştım. Oğlanın yüzündeki gülümsemenin kaybolması kötülüğün habercisiydi sanki. Kızın yanına geldiğimde ince parmaklarıyla çenemi tuttu ve sıktı.Dudaklarım ördek dudakları gibi çıkmıştı. Kulağıma yaklaşarak iğrenç sesini daha da etkili yapmaya çalıştı ama bunun pek etkili olduğu söylenemez. “Burada gördüğünü ‘Eric, Sherry’i reddetti.’ Şeklinde anlatırsan kafanı bir yılan misali ezerim. Şimdi git buradan!” Çenemi öyle bir itti ki çenem çıktı sandım. Bunun intikamı kötü olacak pislik, bunun altında kalmam! Gitmek yerine kıza yaklaştım. Bana yaptığı aynı hareketi yaparak “Parfümün iğrenç kokuyor, sicilli sürtük!” dedim ve onun ittiğinden daha kuvvetli bir şekilde ittim. Yere düştü. Eric’e ‘Nedentutmadın?’ bakışı attı. Arkamı döndüm ve yüzümde oluşan tebessümle beraber okula yöneldim. Oğlanın yani Eric’in arkamdan bağırmasıyla ağacın dibindeki çantayı fark ettim. Arkamı döndüğümde Eric’in bana doğru geldiğini gördüm.Kalbim fırlayacaktı yerinden. Kanın yanaklarıma hücum etmesi yükselen ısımla birlikte utangaç bir hava oluşturuyordu yüzümde. “Merhaba ben Eric, Mira. Hoş geldin okulumuza.” Yüzündeki gülümseme beni eritmeye yetiyordu. “Sanırım Los Angelas’dan geldin değil mi?” Bilmiyorum ki? Nereden geldiğimi bilmiyordum ne diyecektim şimdi? “Evet.” Şimdilik en doğru cevap buydu. “Ee New York’u sevdin mi?” Aslında ben zaten burada yaşıyordum demek istedim bir an. Mindy yani eski bedenimdeyken burada yaşıyordum. Ama bu iyi bir fikir değildi. Sonuçta bedenimi bulmamıştım daha. Hala Mira’nın bedenindeydim. “Evet. Çok güzel.” Çantamı ağacın dibinden alarak bir süre yavaş adımlarla yürüdük yan yana. Çantamı o taşımak istemişti. Bir anda durdu ve bana döndü. Otomatik olarak bende durup ona döndüm. İşte o zaman gözlerinin denizinde boğulduğumu hissettim. Nefesim kesilmişti. Yoksa cidden boğulmuştum da hayaller mi görüyordum? Elimle farkettirmeden koluma bir cimcik attım. Hayır, bu gerçekti. “Sen hiç merak etmiyor musun, beni… Imm veya hani başka bir şeyi…” Burada onu merak edip etmediğimi soruyor, araya başka şeyleri de karıştırıyordu. Bu hoşuma gitmedi değil. Benden hoşlanmış olabileceğinin bir işareti olabilir miydi bu? Bilemiyorum. Cevap vermem gerektiğini anladım. “Şey… Hangi ders?” Bunu sormak aptalcaydı.Soru mu kalmadı Mira? Cevabı beklerken ki bu sadece bir iki saniyeydi. Elimi cebime attım. Bir kâğıt bulduğuma hiç şaşırmayacağım kadar şaşırdım. Kâğıdı açıp baktım. Bu ders programıydı. Eric “Biyoloji güzel kız.” Dediğinde kâğıda bakan gözlerim aniden Eric’e çevrildi. Güzel kız demişti bana. Tanrım! Aklıma sahip çık! “Benim de biyoloji.” Eric’in gülümsemesi benim gülümsememe yol açmıştı.
Beraber yürüyorduk ki bir anda gözlerimi açtım. Mantıksızdı bu. Ben yürüyor olmalıydım. Bu rüya olamaz! Olmamalı! Ağlamak üzereydim ki büyüleyici ve tanıdık gelen bir kadın sesi beni çağırdı. “Mira uyan artık. Bak Eric geldi!” Tamam, rüya değildi. Hayata devam ediyorum. Neydi peki? Of… Şuan bunları düşünme Mira yoksa Mindy mi demeliyim. Yataktan kalktım. Aynaya baktım. Hala Mira’nın bedenindeydim. Gözlerim, dudaklarım,saçlarım, tenim… Her şey mükemmeldi. Bana yabancı gelen odaya göz gezdirdim. Her şey pembe tonlarında denilebilirdi. Bir tek masanın üstündeki dizüstü bilgisayar siyah renkliydi. Yatağın örtüsü bile pembeydi. Köşesinde ise kalplar vardı. Dolabım boydan boya aynayla kaplı ve sürgülüydü. Hayatım boyunca bu dolaplardan almak istemişimdir. Dolabımı açtım. İçi kıyafetle tıka basa doluydu. Gözüme ilk çarpan pembe -Tahmin edersiniz ki bunların çoğu pembeydi.- bir badi oldu. Bu straptez bir badiydi. Havaya kaldırdım. Sağ alt köşesinde Eric & Mira yazıyordu. Bunu giymelisin diyordu içimdeki ses. Ruhumun sesini dinledim. Tıpkı rüya mı değil mi belli olmayan anımda annemin dediği gibi… Siyah mini kot bir etekle dizlerime kadar derisiyah bir çizme giydim. Aynada kendime son kez baktım. Başparmağımı aynadaki yansımama süpersin anlamında kaldırdım. Göz kırparak odadan çıktım.Merdivenlerden inerken bana yabancı gelen bu evdeki mükemmel kokuyu içime çekiyordum. Bu omlet kokusuydu. Aşağıya indiğimde Eric’in gülümsemesi beni etkisi altına aldı. Yanıma geldi. Dudakları dudaklarıma değdiğinde cidden eriyip buharlaşmaktan korktum. Lütfen hepsi bir rüya olmasın, Lütfen! Eric gözlerime baktı. “Bebeğim,gözlerinde beni ilk gördüğündeki şaşkınlık var. O gün ki gibi kızarıyorsun. Ve kırmızı sana çok yakışıyor. Tıpkı pembe ve diğer tüm renkler gibi.” Gülümsememe engel olamadım. Annemin –Yani rüyamın veya gerçeğin başındaki tanrıça benzeri şu varlık- yanımıza gelmesiyle gözlerim ona çevrildi. Tacı takılı değildi ama kolyesi yerinde duruyordu. Üzerinde mutfak önlüğüyle çok şeker olmuştu. “Şu Sherry ile seni yakaladığı gün müydü, ilk gün dediğin?” dedi. Eric anneme bakarak “Maalesef,evet!” dedi ve bana baktı. Gülümsemem yüzündeki endişenin –ya da endişe benzeri bir şey- silinmesini sağladı. Annemin bu sorusu rüyada olmadığımın bir kanıtıydı. Ben bunları yaşamıştım. Ama buraya ne zaman veya nasıl ulaştığım hakkında bir fikrim yoktu. Ama ne olursa olsun istediğim buydu.Biliyorum! Hayatıma Mira olarak devam etmenin keyfini yaşamak istiyordum.Yaşayacaktım da… Mindy'i bulmak umrumda değildi. Eric ve Annem olduğu sürece benim bundan keyif alamama gibi bir şansım yoktu. | |
|