Ad - Soyad: Jacqueline Jasmyne
Kişisel Özellikleri: Jacqueline, mantıklı biridir. Duygusal davranmayı sevmez ama konu en yakın arkadaşı, Kehanetler ve sevgilisiyse bütün mantığını geride bırakabilir. İnsanlara çabuk güvenmez. Çoğunlukla onları tersler hatta ama onu tanıyanlar onun gerçekten iyi biri olduğunu bilir. Kendini pek az insana açar, utangaç diyemeyiz ama. İnsanların ayrılmasından nefret eder. Safkanlığıyla övünen biri değildir. Hatta bazen bundan nefret eder. Çünkü ailesinin geri kalanı kana resmen takmış durumdadır. Onun muggle doğumlularla veya melezlerle iyi anlaşmasına hiçbir zaman anlam verememişlerdir. Üstüne üstlük babası onu aileden dışlamıştır ama annesi her zaman onun yanındadır. Tek çocuktur ama kesinlikle şımarık değildir. Fazlasıyla olgun biridir. Azimli ve çalışkandır aynı zamanda. Kütüphanelerde vakit geçirmeyi sever. Muggle kitaplarını okumak en büyük zevkidir. Sihir olmadan da yaşayabileceğine inanmaktadır. Derslerinde oldukça başarılıdır ve yapmaya cesaret edemediği sadece üç büyü vardır: Üç Affedilmez Lanet. Hortkuluklar her zaman ilgisini çekmiştir ama bir gün Hortkuluk yapmak istemiyor elbette. Sadece karışık büyüleri seviyor ve Hortkuluk'lar da onlardan biri. Ayrıca her zaman ve son nefesine dek aydınlık tarafta.
Fiziksel Özellikleri: Beline kadar uzanan sarı saçları ve kahverengi gözleriyle yeterince güzeldir. İdeal kilodadır, yaşıtlarından biraz daha uzundur ama daha büyük göstermez. Düzgün hatlara sahip bedeninden ve yüzüyle güzel bağlantı oluşturan burnu ve dudağından hoşnuttur. Dış görünüşe takmış biri olmasa da bakımına önem verir.
Aile Geçmişi: Fransız asıllı Jacqueline 23 Kasım 1994 yılında doğmuştur. Ailesi her zaman safkanlığa önem veren ve diğerlerini hiç sayan bir topluluk olmuştur. Jacqueline hiçbir zaman o ailede barınmak istemese de çaresizlikle boyun eğmek zorunda kalmıştır bu duruma. Ailenin en mantıklı bireyidir ve tek çocuktur ama asla ona şımarık diyemeyiz. Babası onu evlatlıktan reddetmemiş olsa da çok az dialoğa girer. Her zaman büyüyle içiçe yaşamıştır. Tüm ailesinin aksine kanının son damlasına kadar aydınlık tarafta.Ders bugün her zamankinden daha sıkıcı ve uzun geçmişti. Profesör Lewandrowska'nın söyledikleri anlamsız kelimeler topluluğuymuşçasına bir kulağımdan giriyor ama diğer kulağıma varmadan beynim onları yok ediyordu. Bütün düşüncelerim tek bir şeye odaklanmıştı. Buz mavisi gözlerim karşımdaki orta yaşlı cadıya bakıyor olsa da beynim sadece tehlikeli geziyi düşünüyordu. Bayan Lewandrowska'nın etkileyici gülümsemesi her zamanki gibi beni büyüleyemiyordu. Kara Göl'e nasıl gideceğimi, hangi saatlerde hangi yollarda insanlar olmadığını ve dahasını planlamıştım bütün hafta. Zaman yaklaştıkça tedirginlik ve korku bütün bedenimi kaplıyordu.
Birkaç dakika sonra düşüncelerimden biraz olsun ayrılabildiğimde Bayan Lewandrowska'nın bana doğru yürüdüğünü gördüm. Ela gözlerindeki hiç sönmeyen parıltı mutlu ediyordu insanı. Yanımda durduğunda bugün işlediği ama benim tek kelimesini dahi dinlemediğim konuyla ilgili bir soru soracağını sandım ama sadece,
''İyi misin?'' demişti. Yüzüm eminim sararmıştı. Yine de bu sözcüklerin ardından içimi rahatlama duygusu esir aldı ve başımı hafifçe salladım. Tatmin olmadığından emindim. Gözlerimin içine uzun uzun baktı. Sonra da yüzüne yapmacık bir gülümseme kondurup masasına doğru yürüdü, '
'Bugünkü dersimiz bu kadar. Büyülü günler.'' diyip bizi özgürlüğümüze kavuşturdu.
Bundan sonra üç saat boştum ve bu merakımı yenebilmem için yeterli bir zamandı. Ayrıca gözlemlerime bakarsak bundan sonraki üç buçuk saat boyunca Kara Göl'e giden yolda kimsenin bulunmayacağına neredeyse emindim. Arkadaşlarımın yanına gittiğimde Thomas,
''Neyin var senin abi?'' diye atıldı. Gergin olduğum belli oluyordu demek ki. İçimden,
''Rahatla.'' dedim. Onlara yapacağım şeyi anlatmaksa büsbütün aptallık olurdu. Bana hakaretler yağdırmalarının veya beni engellemeye çalışmalarının tedirginliğimi azaltacağını zannetmiyordum. Olabildiğince yüksek sesle, korkumu belli etmemeye çalışarak,
''Bir şeyim yok Tom. Her zamanki gibiyim.'' dedim. Rol yapma konusunda iyi olduğum söylenemese de bu sefer sesim içten çıkmıştı. Tom, çok uğraşmadı ve konuyu değiştirdi hemen. Bense onlara çalışmam gereken derslerim olduğunu söyleyip yanlarından ayrıldım.
Yatakhaneye gidip sandığımdan Büyülü Eşyalar Dükkanı'ndan aldığım, dayanıksız ama birkaç dakika için işimi görebilecek Görünmezlik Pelerini'ni alıp cübbemin iç cebine koydum. Tekrar koridorlara karıştım diğerleriyle birlikte. Bahçe kapısına gelmeden önce bir koridorun köşesinde hiç kimseye görünmeden Görünmezlik Pelerini'ni başıma attım. Yavaş ve dikkatli adımlarla dışarıya çıkarken hiç kimseye çarpmamaya çalışıyordum. İlk defa çevikliğim bir işe yarıyordu. Bu hoşuma gitmişti. Hiçbir tehlike geçirmeden Kara Göl'ün yüksek ağaçlarla donatılmış, yabani otlarla kaplı yoluna yaklaşırken Pelerin'i çıkardım ve katlayıp tekrar cübbemin içine yerleştirdim. Boyum kısa olduğundan görünme olasılığım çok azdı. Her ne kadar öyle olsa da tedbiri elden bırakmıyor, her bir dakikada çevremi dinliyordum. Kuş sesleri her adımımda biraz daha azalıyordu. Bir şekilde,
''Acaba gerçekten çok mu ürkütücü?'' diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Adımlarım yavaşlamış olsa da sonunda oraya ulaşacaktım. Bu yüzden korkmanın bir mantığı yoktu. Kendimi rahatlatmaya çalışarak yürümeye devam ediyordum.
İşte tam karşımdaydı şimdi. Bütün güzelliğiyle tam karşımdaydı Kara Göl. Hiç ismi gibi değildi aslında. Hiç biraz önce düşündüğüm gibi değildi. Özellikle de Güneş ışınlarının mükemmel ışık oyunlarıyla çok daha güzel gözüküyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar hayran kalmıştım bir yere, bir şeye. İçimdeki bir şeyler kıpırdanıyor gibiydi. Uzun zamandır ilk defa bedenimdeki kara düğümler çözülüyordu sanki. Mutluluk duygusu bir kez daha bedenimle buluşmuştu. Göle biraz daha yaklaşıp suyuyla oynamak istiyordum. Mutluluğu bir gün elime alacağımı nasıl bilebilirdim ki? Buraya gelmek hayatım boyunca yaptığım en güzel şey olacaktı eminim. Mutlulukla başlayan bir hikaye mutlulukla bitecekti. Buraya gelmiş olmam hayatımı etkileyecek gibi hissediyordum.
Göle yaklaşıp suya doğru baktığımda biraz önceki duygularım yüz seksen derece değişmişti sanki. İçimdeki açılmış düğümler tekrar bağlanmış, yüzümü korku dolu bir ifade kaplamıştı. Hemen arkamı döndüm ve bana alayla bakan, öldürme isteğiyle yanıp tutuşan iki çift kahverengi gözle karşılaştım. İkisi de iri cüsseliydi ve ürkütücüydüler. Keskin dişlerini açığa çıkarmıştı biri. Diğeriyse yumruğunu sıkmıştı. Korkuyla birkaç adım geriledim ve bir taşa takılıp tökezledim. Düşecekken karşımdaki iki pislikten birinin beni kollarımdan yakaladığını hissettim. Ne kadar dirensem boşmuş gibi geliyordu. Ona yaptığım hiçbir şey umrunda değildi. Mutluluktan eser kalmamıştı. Kara düğümler hiçbir zaman olmadığı gibi bağlanmışlardı. Gözlerimdeki parıltının sönükleştiğini hissedebiliyordum. Diğeri de bana doğru yaklaşırken yüzünde acımasız, vahşi bir gülümseme vardı. Çoğu dişi çürüktü ve bu daha kötü gözükmesini sağlıyordu. Tuttuğu ayaklarımla ona bir tekme savurmaya çalıştım ama o kadar güçlü kolları vardı ki ayaklarımı bir santimetre bile yerinden kıpırdatamamıştım. Çığlık atmayı düşünsem de hiç kimsenin beni duymayacağından emindim. Bu yüzden bunu yapmadım. İkisi beni sallamaya başlamıştı bile. Artık direnmeye lüzum yoktu. Bekleyecektim. Neyi mi?
Ölümü tabi ki. Beni hızla bıraktıklarında su damlalarının iki metre kadar sıçradığını tahmin ettim. Gözlerimi kapamadan önce son duyduğum şeyse ikisinin tok kahkahalarıydı. Bu bir işkence gibiydi aynı. Dayanılmaz bir işkence gibi.
***
Gözlerimi açtığımda dört bir yanım karanlıktı. Bu ölüm değildi. Bunu biliyordum. Ölmüş olsaydım acı biterdi, nefes alma ihtiyacım kalmazdı ve geçen sene büyük bir uğraşla araştırıp rapor halinde yazdığım suyun altındaki gece gibi karanlığa parlaklık veren canavar bana doğru geliyor olmazdı. O bana hızla yaklaşırken ciğerlerime hava dolduğunu hissediyordum. O sırada bir yosun tarafından bacağım ele geçirildi ve kurtulmanın olanaksız olduğunu anladım. Canavarın tek hamlesiyle gözlerim sonsuza dek kapanacaktı. Cesedim hiçbir zaman bulunamayacaktı belki. Neşeyle etrafta gezen Tom ve diğerlerini düşündüm. Onları özler miydim acaba? Eğer ölümün ötesinde bir yaşam varsa özlerdim sanırım. Tom'un güleç yüzünü hatırlamak biraz önceki kahkahalardan daha beterdi.
Ciğerlerimdeki hava şimdi boşalıyordu. Daha fazla dayanamazdım. Canavar nihayet bana yaklaşmıştı. Ağzını kocaman açmış beklerken ona doğru atıldığımı fark ettim. Vücudum artık böyle durmak istemiyordu. Kurtulamayacağını anlamıştı ve hemen ölmek istiyordu. Canavar ağzını kapattığında her şey sonlanmıştı. Acı denen şey yoktu, düşünmek imkansızdı. Ruhum, soğuk ve kaskatı bedenimden ayrılırken gözlerim son kez kapanmıştı ve bedenim suyun derinliklerine doğru yol alıyordu. Artık soğuk bedenimi etkilemiyor gibiydi. Ruhsuz bir bedendi çünkü o. Boş bir kutu gibiydi.