Narcyz Czajkowski
Mesaj Sayısı : 1 Kayıt tarihi : 23/09/10
| Konu: Narcyz Perş. Eyl. 23, 2010 6:14 pm | |
| Narcyz CzajkowskiKorkutucu olarak adlandırılabilecek görüntüsünün ardında yatan oldukça iyi biri olsa da, fazlasıyla içe dönük olduğundan insanlar onu genellikle soğuk ve tehlikeli olarak adlandırırlar. Kendisine bir zararı dokunmayan herkese karşı az da olsun sevgi besler, fakat bunu göstermekte oldukça başarısızdır. Dış görünüşe kesinlikle aldırmaz, kendini geliştirebilmiş, hayata karşı güçlü durabilen herkese karşı büyük bir saygı besler, diğer insanlara duyduğu his acımayla harmanlanmış az dozda sevgiden ibarettir. En büyük zaafının sevgi olduğu rahatlıkla söylenebilir aslında. Bir muggle yetimhanesinde büyümüş ve daima gerek görünüşü, gerekse kişiliği yüzünden yaptıklarıyla tüm suçlamaları üzerine çekmiş, daima nefret edilmiştir. Herkese bir şans verilmesini istemesi de bundan ileri gelir. Geçirdiği berbat çocukluğun etkisiyle taşıdığı sert mizacı yüzünden insanların ondan çekindiğinin farkındadır. Yine de, mizacını değiştirmeye çalışmaz, bunu elindeki az sayıda savunma mekanizmasından biri olarak görür. Acı ve şiddetten tiksinir, bu hayvani dürtülerini kontrol altına alamayan homo-sapienslerden de. Tam bir insan sarrafıdır; birini sadece görmesi bile, onun hakkında pek çok bilgiye sahip olmasına yeter. Gerçek ailesini hiç tanımamış olduğundan, aile bağları hakkında pek bir bilgisi yoktur, eğer ki ailesiyle birlikte normal bir çocukluk geçirmiş olsaydı, ailesi büyük ihtimalle en zayıf noktası olurdu. Çocukluğu kitaplar arasında geçtiğinden, öğrenmeye olan reflekssel açlığını bastırmak için daima kitap okur. Kendini ruhsal gelişimine adamış, çocuk sayılabilecek yaşta majikal çalışmalara başlamıştır. İsteyen herkese bu yönde yardımcı olmaya hazırdır, yeter ki kendilerini geliştirmek istesinler. Çakraları açık her kimse gibi hayvanlarla oldukça iyi anlaşır. Aile geçmişi ve Fiziksel Özellikler henüz belirlenmemiştir.Yedi senedir, kendi hâlinde Hogwarts koridorlarını aşındıran kızıl Roman, alışılageldik davranışının aksine, dışarı çıkmaktansa pencerenin önünde oturmuş iri yağmur damlalarının isyankâr düşüşlerinin ardından gelen nihaî kayboluşlarını izlemekteydi. O denli uzun zamandır düşüyordu ki, en az masum damlalar kadar arzuluyordu toprakla buluşma anını. Güneşin okul arazisine, umudun düşüncelerine olduğu kadar uzakta bulunduğu bir kasım sabahı, tüm gece uyumamış ve aynı pozisyonda yağmurun hızlanıp yavaşlayan ritminde hayatını aramış büyücü yorgun hissetmiyordu. Nefret, sevgi, açlık, hüzün, sevinç, istenç ve benzeri herhangi bir şeyi duyumsamayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki… On saati aşkın süredir tüketmekte olduğu çaydan ötürü oluşan hafif mide bulantısı, karışık düşüncelerine eşlik eden ve hâlâ hayatta olduğunu fark ettiren tek etmendi. Bir de Ravenclaw’lu kız vardı tabii, derinlerde bir yerde hâlâ hisleri olabileceğini ona hatırlatan ve dudaklarının hoş bir tebessüme ev sahipliği yapmak adına kıvrılmasını sağlayan, lâkin onu kütüphanedeki ilk karşılaşmalarından sonra hiç görmemişti. Elbette, birkaç gündür kendini hapsettiği yatakhaneden çıkmadığı sürece görmesi pek de mümkün olmayacaktı. Aheste hareketlerle oturuyor olduğu yerden doğrulduğunda, bu ortamı terk etmenin ona iyi geleceğine kendini ikna edebilecek kimi bahaneleri art arda sıralıyordu.Hogwarts’ın ıssız, hava sebebiyle ziyadesiyle soğuk koridorlarında yankılanan umarsız ayak seslerinin eşliğinde, ders programının gerektirdiği üzere ikinci kat merdivenlerine yönelirken, tek arzusu az önce oturuyor olduğu yere geri dönebilmek ya da Lynnette ile bir kere daha karşılaşabilmekti. Her ikisinin de olasılıklarının fazlasıyla düşük olduğu hesaba katıldığında, karanlık bir kaosun hüküm sürdüğü ruh hâline iyi gelebilecek ufak da olsa bir avuntu bulunmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyordu. Alışıktı buna. Yüzüne yerleşiveren buruk bir gülümseme ile, aşikâr olduğuna inandığı Büyüsel Saldırı ve Savunma dersliğine adımını attığında, havadan, hatta kendinden bile çok daha kasvetli görünen sınıfla karşılaştığından ötürü duraksadı. Sanki yüksek pencerelerinin bile aydınlatmayı sağlayamadığı loş sınıf, havanın iç daraltıcılığından nasibini almayacakmış gibi, tahta kepenkler cılız günışığını yasaklarmışçasına kapatılmıştı. Hâlâ sorar bakışlarla sınıfı süzerken, boş bulduğu sıralardan birine yerleştikten sonra aklına, tesadüfen eline geçen Gelecek Postası’nda okuduğu haber geldi. Bu sene, dersi Bay Slytherin’in veriyor oluşu tamamen aklından çıkmıştı oysa, boğuk kasvetiyle öğrencileri kucaklayan ve her an kendini daha ‘ait’ hissettiği sınıfa girmeden önce. Daha önceki senelerde İksir almadığından ötürü ilk kez dersine giriyor olduğu ve en az Salazar Slytherin kadar güçlü olarak nitelendirilen Sephius Ian Slytherin’den, mezun olmadan ders alabilme şansını yakaladığı için bir nevi şanslı hissediyordu kendini. Sınıfta bulunan diğer herkes gibi, sessizliğinin karanlık sularına gömülerek profesörün sınıfa gelişini beklemeye koyuldu. Güçlü, kemikli parmaklarının arasında nazikçe tutuyor olduğu kalemi, masasının üzerine alelade bıraktığı parşömenlerden birinin üzerinde gezdirerek rastgele şekiller ve kelimelerle beziyordu onu. Bekleyiş anlarında tercih ettiği bu yöntem kesinlikle ona nihayetinde bir kazanım sağlamadığından ziyadesiyle gayesiz olarak adlandırılmasında bir sakınca yoktu. Öyle ki, profesör kapıdan ansızın girdiğinde tüy kalem masadaki yerini alacak ve yorgun parşömen parmakları arasında buruşturularak, ebedî sonuyla buluşacağı ders bitimini sırasının herhangi bir köşesinde beklemeye terk edilecek, sonrasında ise, küçük bir fısıltının ardından, kızıl saçlının Orchidée Noire’sından fırlayan birkaç demet kıvılcımın dokusuyla buluşmasıyla tarihe gömülerek diğerlerinin külleri ile buluşacağı deri kaba bırakılacaktı. Geçmişinin izini taşımakta olan düşüncelerin adeta ‘günah çıkarması’ olarak algılanabilecek bu kâğıt parçalarını yakmasına karşın hâlâ saklıyor olması dışarıdan bakıldığında bir çeşit obsesyon olarak algılanabilirdi şüphesiz, lâkin bu Roman’lara ait, sağ kalmayı başaran birkaç düzine gölgeler kitabından birinde okuduğu eski bir Çingene büyüsü idi. Her ne kadar bu gerçek olmayabilirse de varoluşunun kan ve acıyla harmanlanmış manzarasını çizen hayatının yansımalarını yaktığını hissetmek ve onları ebedî nihayeti fısıldayan ölü yapraklarla bezeli bir kutunun içine terk etmek bile psikolojik olarak rahatlatıcıydı. Öyle ki, her küçük yakma ritüeli, sonrasında zihnini kuşunki kadar berrak ve az sonra aslında sahip olmadığı kanatlarla uçup gidiverecekmiş gibi hissetmesine neden oluyordu.Sınıfın koyu bir sessizliğe gömüldüğünü fark ettiğinde parşömen kâğıdını kronolojik monotonluğunun yazgısına terk ederek, gerçekten dersinde bulunmayı heyecanla beklediği Profesör Slytherin’in söylediklerini dinlemek üzere toparlandı. Profesörün bir Slytherin’le kolayca bağdaştırılabilecek asaletine eşlik eden sert çehresi ve otoriter ses tonundaki ürkünçlük pek az süre sonunda gözlerindeki arzunun belirgin bir hoşnutsuzluk ifadesiyle gölgelenmesine sebebiyet vermişti. Sınıf üzerinde kurduğu korkuya dayalı otoriteden zevk aldığını duyumsadığı her an hoşnutsuzluğu artarken, onun gibi yüce bir büyücünün niçin bu denli basit ve tecrübesizlere yaraşır âcizane bir yol izlediğini anlamakta güçlük çekiyordu. Sınıfta oturmakta olan her yaştan, her binadan öğrencinin ona duyduğu saygının oldukça derin olduğunun farkında ve bu davranışının ise sağduyu sahibi herhangi bir cadı ya da büyücüde ters tepki yaratacağını biliyor olması gerekiyordu oysa. Nedeni aramak için sorduğu her sorunun manasızca cevaplarla geri dönmesi, bu şartlar altında tek bir mantıklı açıklama ile örtüşüyordu ki, Profesör, bu sağduyu sahibi kesimi kale almamaktaydı. Tatmin edici olmaktan uzak açıklamanın gerçekle olan yakınlığı her an biraz daha fazla canını sıkıyor olduğu düşünüldüğünde, uzun zamandır ilk kez zevkle katılacağı bir ders olma sıfatını hak edeceğini düşündüğü Büyüsel Saldırı ve Savunma’da dâhi zevk alamamasına neden olmuştu. Durağan geçen birkaç dakikanın ardından, profesörün derste işleyecekleri büyüyü tanıtması şevkinin iyiden iyiye kaçmasına neden olmuştu. Niçin bir insan, karşısındakinin hür iradesini kendi zihninin zincirlerine vurmak istesin ki? Ne tür bir hırs insanın gözünü bu denli kör edebilir? Bu ve benzeri soru işaretleri zihnini ele geçirirken, yedi sene sonunda ilk kez bir derste adının geçmesiyle iyiden iyiye şaşkına dönmüştü. Büyünün üzerinde denenmesini kesinlikle istememesine karşın, son senesinde herhangi bir sorunla boğuşmak istemediğinden kısa bir duraklamanın ardından Profesör’ün söylediğine itaat etti. Belirli bir vatana, belirli bir dine, belirli bir ahlak anlayışına bağlı kalmamak adına, her ırk gibi bir vatana sahip olmaktansa dünyanın dört bir yanındaki halkların arasında yaşamayı tercih edecek kadar özgür bir ırka ait Akem, iradesinin bir üçüncü şahsın elinde olması yerine ölmeyi tercih ederdi şüphesiz. Hâlâ neden seçilenin kendisi olduğu sorusu zihninde dolanmaktaydı ki, aynı otoriter sesten pek de tatmin edici olmayan bir açıklama kulağına çalındı. Suratı ne kadar ifadesizse, içinde kopan fırtınaların o denli büyük olmasına karşın, tek bir kelime söyleyememesi yüzünden Gryffindor cesaretinin birazına dâhi sahip olmadığına lanetler okumakla yetindi. Kısa bir bilgilendirmenin hemen ardından asasını çeken Slytherin, ona gerekli kelimeyi bahşetmekte gecikmemişti. O büyüye karşı koymak değil, elinde olsa onu tamamıyla yok etmek istiyordu oysa. Kafası karışıyor, onlarca düşüncenin içerisinden kendininkileri ayırabilmek için fazlasıyla çaba sarf ediyordu. Bildiği tek şey ise buna daha fazla dayanamayacağından ibaretti. Ona asırlar gibi geliyor da olsa yalnızca iki saniye sonunda zihni tamamen kapanmıştı. Düşüncelerini ve hislerini dışarıya tamamen izole duruma getiren lanetin etkisinin geçmeye başlamasıyla, hissettiği ilk şey kaslarındaki ağrı olmuştu. Tam olarak ne olduğuna dair bir merak içinde uyanırken, Profesör adeta zihnefendar edasıyla, onu nasıl ‘küçük duruma düşürdüğünü’, belirli belirsiz bir zevkle anlatmaya başlamıştı bile. Adamın ağzından çıkan her kelimede sinir katsayısı yükseliyor olmasına karşın sükûnetini muhafaza etmekte oldukça başarılı, ifadesiz bir yüz ifadesiyle kuracağı cümlelerin bitişini bekledi. “Kahkaha, Bay Slytherin, ruhundaki ışığı en soğuk zindanlarda terk etmiş olanlar için dâhi güçlü bir uyarıcıdır. Bu şerefe nail olmama yardımcı olduğunuz için müteşekkirim.” Soğukkanlı, hatta fazlasıyla ruhsuz bir tonda söylediği cümlelerin herhangi biri tarafından duyulup duyulmadığını bilmemesine karşın, biraz olsun rahatlamış hissederek eşinin karşısına geçti. Profesör’ün saçma davranışının altında yatan nedeni sorgulayan, büyüden ardından yorgun ve yıpranmış zihni tek bir cevapta karar kılabilmişti; Hufflepuff’lı oluşu… Buraya geldiğinde binalar arasındaki çekişme ve anlaşmazlıklar hakkında bir şeyler duymuş olmasına karşın bunların hurafe olduğuna inanmıştı oysa. Hatta bir zamanlar Slytherin’li bir kız arkadaşı olduğu düşünüldüğünde, aksine inanması saçmalık olurdu. Aklına doluveren anıları bir kenara bırakarak, karşısındaki Slytherin öğrencisine baktı. Kendisiyle bir kez Avlu’da karşılaştığını hayal meyal hatırlıyor gibiydi. Bina sorumlularının sorumsuzca davranışı yüzünden ona kin güttüğünü sanmaması için sıcak olduğuna inandığı hafif bir tebessüm oturttu dudaklarına. Karşısında duran kadına güven verebilmek adına fısıldadı; “Korkma, hiçbir şey olmayacak.” Yapmayı kesinlikle istemediği bir büyüyü yapmada ne denli başarılı olabilirdi ki? İsteksizce fısıldadı; “Imperio” Yine de, eğer başarabilecekse kadının tek bir cümle söylemesini sağlardı; ‘Prohasar man opre pirend, sa muro djiben semas opre chengende’
Tahmin ettiği gibi, Eileen’e hiçbir şey olmamış olmasına karşın, yeniden düşüncelerinin birinin hâkimiyetine girdiğine dair o iğrenç hissi bedeninde ikinci kez duyumsamıştı. Kasları bir başkasının himayesinde girerken, tüm algılarını adeta dış dünyadan soyutlayan sis perdesinin bir kere daha zihnini ele geçirmesine ramak kalmıştı. Bir insanı hür iradesinden mahkûm bırakma cesaretini gösterebilecek kadar küstah kaç kişi vardı, kaç kişi bu laneti uygulamaktan zevk alırdı ki? Başarılı olmayı zaten istememişti ve Profesör Slytherin’inkinden sonra fazlasıyla cılız hissettiği lanetin onda birini bile karşısındaki cadının hissetmesini sağladığını bilse kendini asla affetmezdi. Kafasında beliriveren soru işaretleri sinirlerinin iyiden iyiye bozulmasına sebebiyet vermişse de, bakışlarını üzerine çevirmiş Slytherin’li kadına başarabildiği en belirgin şekilde gülümsedi. Dördüncü sınıftan beri, gözleri her buluştuğunda, ki bu pek sık yaşanan anlardan biri değildi, kendisine bir şey söyleyecekmiş hissine kapıldığı Garcia, her zamanki gibi başını çevirdiğinde suratındaki yorgun gülümseme biraz daha belirginleşmişti. Birden, nedense ki daha önce aklının ucuna bile gelmemiş bir şeyin ayrıtına vardı. Hecate, elbette bir Hufflepuff’lı olduğu için Akem’den kaçabilirdi, ancak aynı yatakhanede kaldığı birinden kaçma gibi bir ihtimali olduğunu kesinlikle düşünmüyordu. Toparlanıp, onu yakalayabilmek umuduyla hızla dersliği terk etmiş olmasına karşın, kadın çoktan gözden kaybolmuştu. | |
|
Valeria Nerissa Wesley Sihirli Yaratıkların Bakımı Profesörü
Gerçek İsim : Ebru. Mesaj Sayısı : 1504 Kayıt tarihi : 13/09/09 Yaş : 30
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Beyaz Leopar
| Konu: Geri: Narcyz Cuma Eyl. 24, 2010 4:29 pm | |
| | |
|