Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts |
|
| Kararsızlık Başa Bela. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Lynnette Heloise Sneaux Slytherin V. Sınıf
Gerçek İsim : Merve. Mesaj Sayısı : 137 Kayıt tarihi : 16/10/09 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (1/100) Patronus: Kedi
| Konu: Kararsızlık Başa Bela. Paz Eyl. 19, 2010 1:17 am | |
| RP'ye katılanlar; Lynnette Heloise Sneaux, Matt J. Howard Kurgu; Lynnette, aynı anda hem bir üvey kardeşi olduğunu, hem de üvey kardeşinin herkes sayılabilecek kadar çok kişiden değer verdiği ve bir o kadar da çok güvendiği dostu Matt'in olduğunu öğrenmiştir. Aynı zamanda Matt, Lynnett'i sevdiğini söyleyerek, Lynnette'in kafasını aşırı derecede karıştırmıştır. RP Saati; Öğlen sonu, saat 2 civarı.
Beynindeki ufak çaplı ateş kıvılcımları bütün bedenine yayılıyor, saatlerdir oturduğu halde gene de kendini yorgun hissediyordu. Üzerine 3 ya da 5 fil ağırlığına yakın ağırlık çökmüştü. Başında başlayan ağrı, gözlerine kadar inmişti. Çok kötüydü, anneannesi yanında yoktu, ya da arkadaşları. Ne yapacağını bilmiyordu. Yüzünü yıkayabilmek için yavaşça lavaboya doğru ilerlemeye çalıştı ama adımları o kadar ufaktı ki 1 metreyi bile geçememişti. Titreyen dizlerinin verdiği ürkütücü his onu koltuğa iyice gömmüş, yerinden kalkamayacağına kesinlik getirmişti.Kendini aşırı derecede savunmasız hissediyordu. Çocukluğunda yaşadığı anılar teker teker gözünün önüne geliyor, o an nasıl soğukkanlı davranabildiğini aklı almıyordu. Sanki birazdan kapı kırılacak ve içeriye siyahlarla kaplı, aynı zamanda siyah kukuletalı, canavardan farkı olmayan bir grup ölüm yiyen girecekmişcesine ürküyordu. Tüyleri ürperiyor, alnından soğuk terler akıyor ve her taraf tir tir titriyordu. Annesi ve babasının yaklaşık 10 yıl önceki çığlıkları kulağında yankılanıyor, beyninin bilinçaltındaki olayları tekrar yaşatmaya çalışmasına karşı koyamıyordu.
Anne ve baba şefkatinden mahrum kalan Lynnette, bugüne kadar ufak çaplı da olsa histeri nöbetlerine girmiş, yaşadığı bunalımlara kendini alıştırmıştı. Soğukkanlılığı üst seviyedeydi, evet. Ama yalnız başına kaldığı zamanlarda bütün serinkanlılığı eriyor, tükeniyordu. Geçenlerde yaşadığı şokun etkisindeydi hala. Soğukkanlılığı işe yaramadığı şokuna dair ufak tefek şeyler hatırlıyordu. Hatta sadece 2 şeyi hatırlıyordu; babasının gayri meşru oğlu yani üvey kardeşi olduğu ve o üvey kardeşinin en yakın arkadaşı olduğu aynı zamanda o arkadaşın Lynnette’i sevdiğini söylemesi. Bu 3 başlık yeterince başını ağrıtıyordu. Üvey kardeşinin nasıl olabileceğini aklı almıyordu. Babası ve annesinin biribirni sevmediğini tezini doğruluyordu. Seven biri nasıl olur da yapabilirdi bunu? Nasıl ihanet edebilirdi. Annesine dair en ufak bir anı olmaması gerçekti. Ama haksız yere ihanete uğrayan birine karşı hep daha esnek davranırdı Lynnette. Ön yargılı olmadan, masumca yaklaşırdı ona. Elinde değildi, yufka yürekliydi işte. Annesine karşı bir adım da olsa yakınlaştığını, kalbinde ufak da olsa ona yer açıldığı hissetti. Babasınaysa içinde nefret tabirine tamamiyle uyan bir duygu belirmeye başlamıştı. Hem zaten, ne farkedecekti ki? Her ikisi de çoktan bu dünyadan gitmişti. Daha 4 yaşında olan kızlarının gelecekte nasıl bir durumda olacağını umursamadan defolup gitmişlerdi işte. Babasıysa geride bir kardeş bırakmıştı. Hem de fazlasıyla değer verdiği, Nerissa’dan sonra herkesten daha çok sevdiği ve güvendiği Matt’ti o kardeş. Peki ya neden şimdiye kadar hiçbir şey söylememişti? Aralarındaki bağ nefrete mi dönüşmeliydi yoksa Matt’i dinleyip olup biten her şeyi bütün barizliğiyle mi öğrenmeliydi? En mantıklı davranışın Matt’i dinlemek olduğuna karar verdi ve telefonunu cebinden usulca çıkardı. Mesaj bölümüne geldi ve beynindeki kelimeleri elinden telefonuna akmasına izin verdi.“Matt, şu konu hakkında konuşmamız gerek. Üç Süpürge’ye gel.” Mazaret felan istemiyordu. Gelmesi gerekiyordu. Bu konu takıldığı sürtüklerden daha mühimdi.
Zorlana zorlana gittiği banyodaki lavabonun hemen üzerindeki aynanın karşısına geçti ve kendisine şöyle bir baktı. Ağlamaktan gözleri şişmişti. Suratının bütün meleksi masumluğu gitmiş yerine 100 tonluk tır geçmiş bir surat gelmişti. Bu suratından hiç hoşlanmamış ve hemen kendini bir duşa atmıştı. Duştan çıkması fazla uzun sürmediği gibi, omuzlarından biraz daha aşağıya hafif hafif dökülen ıslak saçlarını kurtuması da fazla zamanını almamıştı. Karamel kahvesi saçlarını salık bıraktıktan sonra üzerindeki bornozu üzerinden çıkardı ve banyoya attı. Alternatif seçenek olarak her zaman hazırda durabilmesi için hazırladığı v yakalı, uzun kollu ve yavruağzı t-shirtünü üzerine geçirdi. Dizinin birkaç santim üzerinde keten, fırfırlı eteğini giydi. Altına genellikle yürüyüş yaparken kullandığı beyaz converselerini giydi ve artık hazırdı. Makyaj yapmayı sevmiyordu. Zaten 14 yaşındaki bir cadının makyaj yapıp o güzel masum ve bir o kadar doğal suratını kirletmesine gerek yoktu. Çantasını aldı ve çıktı.
Üç Süpürge’nin verdiği huzuru hiçbir şeye değişemezdi. Burayı her yerden daha çok seviyordu. Özellikle arkadaşlarıyla burayı gelmenin zevkini ve eğlencesini anlatmaya hiçbir kelimenin gücü yetmezdi. Bilhassa şuan büyük bir olaya tanık olacakları bu dükkan fazlasıyla sessizdi. Sonbaharın hafif hafif estirdiği rüzgar dolayısıyla hiçbir cadı ya da büyücü bu güzelim yerde değildi. Şaşılacak şeydi. Etrafı izlemeyi bıraktı ve pencerenin karşısındaki boş masaya oturdu. Ellerini çenesine dayadı ve dışarıyı seyretmeye başladı.
En son Lynnette Heloise Sneaux tarafından Paz Eyl. 19, 2010 3:21 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Matt James Howard Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 108 Kayıt tarihi : 08/09/10
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (98/100) Patronus:
| Konu: Geri: Kararsızlık Başa Bela. Paz Eyl. 19, 2010 7:13 am | |
| Uyandığında sarhoş gibiydi. Sanki kafasının içinde trenler o berbat kornalarını çala çala, ilerlemesinin raylardan çıkardığı iğrenç sesle geçiyor, bebekler en tiz sesleriyle ciyak ciyak ağlıyorlardı. Kendini şöyle bir silkeledi fakat işe yaramadı. Eliyle sağ gözüne ovuşturup gerindi. En azından vücudu biraz rahatlamıştı. İlk silkelemenin verdiği başarısızlıktan dolayı olucak tekrar kendini silkeledi. Bu sefer ayılmış gibiydi. Hogwarts varmış. Sessizlik gibisi yok. diye geçirdi içinden fakat daha sonra bu esprinin Matt için bile fazla olacağı kafasına dank etmişti ki Sabah sabah böyle şeyler yapma bir daha sakın(!) yapma. diyerek içinden geçirmeye devam etti. Bugün pek bir iştahsızdı. Bu kadar iştahsız olabilmesi için iki sebep vardı; ya uyur gezer olmuştu. Gece uykusunda kalkıp patlayana kadar yemek yemişti. Ya da -ki büyük ihtimalle bundan kaynaklanıyor.- dün tüm gün boyunca yaşadıkları yetmezmiş gibi bir de Bunlar sana yetmez Matt. Neden gidipte Lynn'le konuşmuyorsun. Onu ne kadar sevdiğini ona söylemiyorsun. Ya da üvey kardeşin olduğun gerçeğini onun yüzüne vurmuyorsun. Tanrım bu iç ses bu aralar çok konuşuyordu ve gittikçe sıkıcı olmaya başladı. Daha şimdiden dünün ve bugünün muhakemesini yapmaktan çok vakit kaybetmişti. Bugün Hogwarts'ın başarılı sürtükleriyle toplantısı vardı. Aman onlar da kabak tadı vermeye başlamıştı. Hepsi birbirinin aynısıydı ayrıca bir numaraları, esprileri yoktu. Sıradan, bildiğimiz sürtüklerdi işte. Rahatlamak ve olayın verdiği hasarı bir nebze üzerinden atmak için duşa doğru yöneldi. Banyo savaş alanı gibiydi. Ne olmuştu bu evde anlam veremiyordu bir türlü. Yavaş yavaş paranoyak olmaya doğru ilerliyormuş havası vardı. Suyu açtıktan sonra derecesini ayarlamak için uğraşmadı. O kafayla suyu açtığı için bile şükrediyordu. Neyse ki su soğuktu. Sıcak olsaydı istemeyerekte olsa soğuğa ayarlamaya çalışacaktı. Saçlarının arasından su yavaşça akıp gidiyordu. Yere düşen her bir damla kulağınında yankılanıyordu adeta. Banyo yapmak bile bu kadar zor mu olmalıydı. Aslında zor değildi. Gündelik her zaman yaptığı şeyler Lynn olayı yüzünden devleşiyordu gözünde. Soğuk ona iyi gelse de sesler onu rahatsız ediyordu. Daha fazla dayanamayıp suyu kapattı ve kaygan zeminden dikkatlice yürüyerek dışarıya çıktı. Bunca aksiliğin üstüne bir de kayıp düşmesi tuz biber olurdu. Ayaklarını kurulamayı unuttuğu için dolabına kadar yerde ayak izlerini bırakmıştı. Başka bir odaya yerleşmesi gerekiyordu. Bütün Hogwarts bir araya gelse bu kadar pis ve rezalet bir ortam yaratamazdı. Dolabının kapağını açarken Lütfen gıcırdamasın! Lütfen gıcırdamasın! diye sayıklıyordu içinden. Neyse ki bu konuda şansı yaver gitmişti. Aslında sürtüklerle buluşacağı için hiç giyinmeden de gidebilirdi. Nasıl olsa toplantı için kıyafete gerek yoktu. Kıyafetler içinde fazla boğulmadan yan çizgili mavi-beyaz bir t-shirt alıp geçirdi üzerine. Altına da keten pantolonlarından birini giydi. Ayakkabı olarak Converse'i pek tercih etmiyordu rahat değillerdi. Her ne kadar üç kişiden beşinde Converse olsa da o hala Superstarlar'ından vazgeçemiyordu. Neredeyse tedavülden kaldıracaklardı ayakkabıyı ama rahat ediyordu. Önemli olanda buydu. Herşeyi tamamladıktan sonra kapıya doğru yöneldi ayakkabısını ayağına geçirdi. Evet rahatlıktan bahsettiği tamda buydu. Arkasında bıraktığı yere şöyle bir baktı ve kapıyı çarpıp havayla temas etmeyi başardı.
Hava pek esmiyordu nedense. Onca yaşadığı olumsuzluğa rağmen bardaktan boşanırcasına yağmur, ağaçları köklerinden sökermişcesine fırtına felan bekliyordu. Tahmin ettiği gibi olmamıştı. Şimdi gitmesi gereken yer belliydi. Kafasını dağıtmak belki de biraz neşelenmek için saygıdeğer(!) sürtükler birebir olmalıydı. Aklına daha iyi bir çözüm yolu gelmiyordu. Aslında çok ama çok daha iyi ve rahatlatıcı bir çözüm yolu vardı ama ulaşması çok zordu sanki o mutluluğa çok uzaktı. Yani evet, bir bakıma çok fazla uzaktaydı ama o mutluluğu ona tattırabilecek kişi, hayır o hiçte uzakta değildi. Bunca zaman yanındaydı, yakınındaydı. Onun en iyi arkadaşıydı. Hayır bu az kaldı. Dostuydu, kardeşiydi, kardeşinden öteydi ama bu hiç adil değildi. Bu kadar zor olmamalıydı. Belki de kendisi bu kadar zorlaştırıyordu olanları, bilmiyordu. Aklı çok karışıktı. İlk defa seviyordu hatta sevmiyordu. Resmen aşıktı ama daha sevmek nasıl birşey onu bile tam anlayamamışken daha ağır olan birşeyle karşı karşıyaydı, aşıktı. Bunları düşüne düşüne gözünde büyüdüğü yol bitmişti. Güya toplantının yapılacağı yere geldiğinde iki-üç tane sürtük vardı. Hiç yoktan idare eder. diye düşündü. Matt'in ortama gelmesiyle kadro tamamlanmıştı fakat Matt'in hiç bu tarz şeyleri yapası gelmiyordu. Kendini suçlu hissediyordu. Çünkü sevdiği kız her ne kadar onun olmasa da yine de sevgisine ihanet ediyor gibi hissediyordu kendisini. Aklı başka yerdeydi. Neler yapıyordu acaba, Matt'in onu düşündüğünün onda biri kadar o da Matt'i düşünüyor muydu? Belki şoktaydı sırf şokta olduğu ve olayın daha taze oluşundan dolayı atlatamadığı için düşünüyor olabilirdi. Matt'in hisleriyle değildi ama aynı şekilde hissetmesine de pek bir ihtimal vermiyordu Matt. Büyük ihtimalle Matt'e çok kızgındı. Belki de ondan nefret ediyordu. Bir daha hiç görüşemeyeceklerdi. Hemde bir ömür boyu. Lynn olmadan Matt'in ömrü ne kadar olurdu ki pek etkilemezdi her halde. Ömür boyundan kast en fazla bir-iki ay olabilirdi. Zihni bulanmıştı, çok fazla doluydu ve karışıktı. Ravenclaw için şuan seçmen şapkaya başvursaydı herhalde Hogwarts'tan yaka paça dışarı atılırdı. Hayal meyal cep telefonunun titrediğini hissetti. Sanki cebinden dışarı çıkmak için çaba sarfediyordu. Elini cebine atıp telefonunu çıkardığında ekranda -bir yeni ileti alındı.- yazıyordu. Herhangi bir ileti değildi bu. Lynn'den gelmişti ve aynen şöyle yazıyordu “Matt, şu konu hakkında konuşmamız gerek. Üç Süpürge’ye gel.” demek ki o da Matt'i düşünüyordu ama Matt'in tahmin ettiği gibi hala şoktaydı sadece ve aklında bir sürü soru işaretleri vardı. Onların cevabını istiyordu büyük ihtimalle. Mesajı okur okumaz etrafındaki kızlara hiçbirşey söylemeden koşar adımlarla dışarıya çıktı.
Matt'i muhtemelen kimse daha önce böyle görmemişti. Olabildiğince hızlı koşuyordu etrafındaki cisimleri silüet olarak görebiliyordu sadece. Üç süpürgeye yaklaştığında yavaşlamaya başladı. Nefes nefese kalmıştı. Havada oksijen adına bir şey bırakmıyordu. Ciğerlerini temiz havayla doldurup pisliklerden temizliyordu. Mekanın kapısına doğru yöneldiğinde içeride kimsenin olmadığını farketti sadece Lynn vardı. Onu görünce yine eli ayağı boşalmıştı. Hareket denen şeyden bir haberdi. Kapıya zoraki uzanıp itti ama çok güçsüz hissediyordu. Ağır adımlarla Lynn'e doğru yöneldiğinde Lynn'in gözlerine bakıyordu. Evet sadece gözlerine bakabiliyordu. Gözlerinin içine bakamıyordu. Lynn ağlamış olmalıydı. Bir insan ne kadar ağlarsa gözü bu kadar şişerdi ki? Hiç bir fikri yoktu ama onu ağlattığı, yıprattığı ve bu kadar üzdüğü için kendisinden iğreniyordu Matt. Güya neydi? Onu yıpratmamaya ve üzmemeye çalışıyordu. Evet cidden üzmüyordu hayatından çok mutlu gibi duruyordu Lynn. Kendi çıkarları uğruna Lynn'i bu kadar üzmüş olduğunu bilmek onu kahrediyordu. Daha fazla dayanamayıp Lynn'in yanına oturdu ve çekinerekte olsa sarılmış bulundu. "Kahretsin kendime çok kızıyorum. Benim kadar iğrenç bir insan yeryüzünde var olmuş mudur gerçekten bilmiyorum ama imkansız olduğu kesin. Yani sana bunca zaman söylemedim, söyleyemedim. Ne zaman söylemeye kalksam seninle göz göze gelince boğazım düğümleniyordu, söyleyemiyordum." hala farklı değildi. Hala Lynn'i görünce boğazı düğümleniyordu. Bunları söyleyebilmesi için kendisini zorlaması gerekiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra eklemeye devam ett. "Şuan da benden nefret ediyorsundur kim bilir belki de tiksiniyorsundur ama elimde değil Lynn gerçekten elimde değil. Ben hayatımda hiç sevmedim biliyor musun? Aşk desen ne olduğu hakkında fikrim yoktu. Ama seninle değişti herşey. Tüm tabularımı seninle yıktım ben Lynn. Evet üvey kardeşiz ve senin de üvey kardeşinin kim olduğunu bilmediğin zamanlara dayanan büyük bir öfken olabilir. Şuan da o öfkeni kusmanın zamanı Lynn eğer benden bu kadar nefret ediyorsan, iğreniyorsan bir daha yüzümü görmeyeceksin sana söz veriyorum." dedikten sonra gözünden dudaklarına doğru akan yaşı sildi ve "Çünkü.. Çünkü Lynn, seni sevmek için sana ihtiyacım yok."
| |
| | | Lynnette Heloise Sneaux Slytherin V. Sınıf
Gerçek İsim : Merve. Mesaj Sayısı : 137 Kayıt tarihi : 16/10/09 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (1/100) Patronus: Kedi
| Konu: Geri: Kararsızlık Başa Bela. Paz Eyl. 19, 2010 4:17 pm | |
| Pencere kenarının en çok bu avantajını seviyordu işte. Dışarıda kim, ne yapıyor, herkes ve her şey görünebiliyordu. Özelllikle de yağmur oturduğu yerden gayet muhteşem şekilde izleniyordu. İşte sırf bu yüzden, sırf yağmuru izleyebilmek için sonbahar aylarının çoğunu burada hatta bu masada geçiriyordu. Belki herkes ona takıntılı diyordu, ama o umursamıyordu. Sonuçta zevkler için de olsa takıntılı olmanın hiçbir kötülüğü yoktu. Şuan yağmur yağmasını o kadar çok istiyorduki, hiçbir zaman inanmadığı Tanrı’ya dua bile etmeyi düşündü.
Kaymak birası çoktan gelmişti. Şuan elleri o kadar güçsüz duruyorduki, bardağı eline alıp birasını içmeye korktu. Elleri hala titriyordu. Aslında titremesi gerekmiyordu, hatta şoka girmesinin bile lüzumu yoktu. Duygusallığını bastırıp, üvey kardeşinin olduğunu kabullenmeliydi. Halbuki muhakkak bir gün kabullenecekti zaten, ha bugün ha yarın ne farkederdi ki? Bırakıp giden babadan bir hatıra olarak düşünebilirdi, sonuçta anneannesi de annesinden bir hatıra sayılırdı. Hatırlarla geçirdiği ömrü oysa ne kadar da küçüktü. 14 yıllık ömründe yaşamadığı olay, aksiyon ya da felaket kalmamıştı işte. Üvey kardeşinin Matt olduğunu düşündükçe bu karmaşaya gülümsemeden edemiyordu. Hatta ufak da olsa kahkaha atmıştı ama farkında bile değildi. Garsonların itici bakışlarından rahatsız olmuş kafasını çevirmişti. Ama garsonların ne suçu vardı ki? Kendi kendine sessiz bir ortamda kim kahkaha atabilirdi? Kafayı sıyırmamış olanlardan bahsetmiyoruz tabii ki. Şuan Lynnette’in kafayı sıyırma evrelerine girdiği halinden az da olsa barizdi. Deliriyordu işte. 14-15 yaş ergen tiplerinin deyimiyle kafayı yiyordu. Başını çenesinden ellerine kaydırdı ve başını elleriyle çevreledi. Başının içinde filler tepeniyordu resmen. O derece ağrısı vardı ama geçirebilmek için aklına hiçbir çözüm gelmiyordu. Sanki beyni durmuştu, çalışmıyordu. Olayları anlamıyordu, çözüm yolları bulamıyordu. En önemlisi olayları farklı açılardan bakıp, pollyannalık yapamıyordu işte. Bedeni ikiye ayrılmıştı, Matt’ten nefret etmesi gerektiğine inanan tarafı ve Matt’e karşı daha iyimser hatta eskisinden daha yakın davranması gerektiğine inanan tarafı. Araları çok fazla yakındı, yani bugüne kadar hiçbir zaman nefret aşamasına gelmemişlerdi, hatta birbirlerine hiç soğumamış hep daha da yakınlaşmışlardı. Şimdiyse Matt, onu sevdiğini söylüyordu. İnanmalı mıydı? Hiçbir şeye güvenemediği ama çelişki yaratacak bir şekilde Matt’e güvendiği bir gerçekti ama Matt şimdiye kadar kimi sevmişti ki? Şöyle bir durum daha vardı, madem sevmiyordu neden söyleyecekti ki? Normal yaşamlarına devam eder giderlerdi. Mantığı ondan gittikçe uzaklaşıyor, duygusallığı ise zeytinyağı misali su üzerine çıkıyordu. Bir an Üç Süpürge’nin emektar kapısının gıcırdadığını duydu, içeriyeyse hafif bir esinti girdiğini hissetti. Kapıya doğru baktı ve Matt’i gördü. Kalbi hızlıca çarpmaya başlamıştı. Ama neden yerinden çıkacakmışcasına çarpıyordu, bilmiyordu. Ya da belki çocukluk dediği hatta bir zamanlar duygusal şeyler beslediği anlar aklına gelmiş, türlü türlü oyunlar oynayan beyni, o günlere dönebilmek için kalbini zorluyordu. Kalbinin verdiği hız sayesinde nefes alış verişleri hızlanmış, kalbe oksijen yetiştirebilmek için yarışa girmişlerdi. İşte o an aklına Nerissa gelmişti, bahçede Matt’e yukruk atan herkesten çok değer verdiği Nerissa. Koskoca dünyadaki en yakını. Hatta şuan Nerissa, Matt’i aşırı derecede bastırıyordu, daha ön plana geçiyordu. Nerissa'ya bunu nasıl yapabilecekti.
Matt yavaşça Lynnette’in yanına doğru gelmeye başladığında her zamanki Lynnette’e bürünmüş, az önceki kalp beyin savaşına son vermeyi başarmıştı. Tabiiki her zamanki gibi savaşı beyni yani mantığı kazanmıştı. Bunun aksi olamazdı, mantığı onun her şeyiydi. Matt’in yanına oturmasıyla sarılması bir oldu. Sarıldığı anda içini bir güven, rahatlık ve huzur kapladı. Aynı Matt’ti işte, hiçbir şey değişmemişti. "Kahretsin kendime çok kızıyorum. Benim kadar iğrenç bir insan yeryüzünde var olmuş mudur gerçekten bilmiyorum ama imkansız olduğu kesin. Yani sana bunca zaman söylemedim, söyleyemedim. Ne zaman söylemeye kalksam seninle göz göze gelince boğazım düğümleniyordu, söyleyemiyordum." Ona da hak vermek gerekiyordu aslında, suratına baktığında her şey anlaşılıyordu işte. Matt, o hiçbir kızı umursamayan Matt, Lynnette’in gözlerine bile bakamıyordu. Acizliğinden değildi, pişmanlığından bakamıyordu. Yada çekindiğinden, çekinme ihtimali çok düşüktü. Çünkü Matt, hiç kimseden utanmazdıki. Hiç kimseye önemsemezdi bile. Lynnette bunları her seferinde duyduğunda Matt’e karşı çelişki içerisinde yaklaşıyordu. Ya ben de umursamadıklarındaysam dediği o günlerin geride kaldığı günleri yaşıyordu işte. Beynindeki bütün saçma sapan düşünceleri geriye attı ve kelimeleri toparlamaya çalıştı. “Tamam, söyledin işte, sonuca bak. Ayrıca kendini bu kadar yıpratmana gerek yok.” her şeyi en küçük ayrıntısına kadar öğrenmek istiyordu. Bugüne kadar ayakta uyutulmasının sebebini de öğrenmeyi çok istiyordu ama şuan sırası değildi. Sonrasında her şeyi öğrenebilirdi. "Şuan da benden nefret ediyorsundur kim bilir belki de tiksiniyorsundur ama elimde değil Lynn gerçekten elimde değil. Ben hayatımda hiç sevmedim biliyor musun? Aşk desen ne olduğu hakkında fikrim yoktu. Ama seninle değişti her şey. Tüm tabularımı seninle yıktım ben Lynn. Evet üvey kardeşiz ve senin de üvey kardeşinin kim olduğunu bilmediğin zamanlara dayanan büyük bir öfken olabilir. Şun da o öfkeni kusmanın zamanı Lynn eğer benden bu kadar nefret ediyorsan, iğreniyorsan bir daha yüzümü görmeyeceksin sana söz veriyorum." Nasıl nefret edebilirdi ki ondan? Her ne kadar üvey kardeş saçmalığını yaşıyor bile olsalar ondan nefret edebilmesi mümkün değildiki. “Matt, senden nasıl nefret edebilirim? Bunu aklın alabiliyor mu? Üvey kardeş saçmalığına gelince, her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğreneceğim, hatta anneanneme bile soracağım ki, her şeyi bildiğine eminim. Ayrıca saçmalama, beni biliyorsun değil mi? Sinirlerimin boşalması gerektiği bir gerçek, ama seni suçlayamam.” Dedi hüzünle. Duygusallığı bu kez mantığı bastıramamıştı. Kalbiyle konuşuyordu, kalbinden ne geçiyorsa onları söylüyordu. "Çünkü.. Çünkü Lynn, seni sevmek için sana ihtiyacım yok." Gözleri yerinden fırlayacakmışcasına açıldı. Gerçekten seviyordu işte. Ama kendini askıya aldı ve “ Matt, ben senin her şeyini biliyorum. Yani demek istediğim, sürtüklerle ne zaman yatıp kalktığına kadar her şeyi biliyorum. Tabii hiç kimseyi sevemediğini de. “Boğulacağını hissetti ve alabildiğince nefes aldıktan sonra, “Matt, doğruyu söylemem gerek” dedi hafif utanarak ve devam etti. “Hani okula ilk başladığımız zamanlar varya, o zamanlar sana aşık olduğumu düşünüyordum. İşte aşktan nefret etmemin de sebebi bu ya zaten. Her neyse sonrasındaysa aşk, arkadaşlığa dönüşünce hiçbir aşkın sonsuz olduğuna inanmamaya başladım. Elimde değil yapamıyorum. Tek istediğim biraz güven.“ dedi ve kafasını cama yasladı. Eline aldığı kaymak birasından bir yudum aldı ve yerine bıraktı.
En son Lynnette Heloise Sneaux tarafından Ptsi Eyl. 20, 2010 1:10 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Matt James Howard Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 108 Kayıt tarihi : 08/09/10
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (98/100) Patronus:
| Konu: Geri: Kararsızlık Başa Bela. Ptsi Eyl. 20, 2010 1:02 am | |
| “Tamam, söyledin işte, sonuca bak. Ayrıcakendini bu kadar yıpratmana gerek yok.” Kendisini yıpratıyordu çünküLynn'in yapamadığı bir şeyi yapıyordu, seviyordu. Sevmek bu kadar mı zordu.Keşke biraz da Lynn çabalasaydı. En azından Matt bu kadarını hak ettiğini düşünüyordu. Aslında Lynn'i bu kadar sevdiğini bilmek içten içe onu ürkütüyorduama elinde değildi. “Matt, sendennasıl nefret edebilirim? Bunun aklın alabiliyor mu? Üvey kardeş saçmalığına gelince, her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğreneceğim hatta anneanneme bile soracağım ki her şeyi bildiğine eminim. Ayrıca saçmalama, beni biliyorsun değilmi? Sinirlerimin boşalması gerektiği bir gerçek, ama seni suçlayamam.” Aslında böyle bir cevap beklemiyordu Matt. Ondan nefret edecek ve bağırıp çağıracak bir kız hayal etmişti. Ah evet anneannesi, her şeyi biliyordu büyük ihtimalle buda Matt'e bir nebze de olsa yardımcı olurdu. Herşeyi kendisi açıklamak zorunda kalmazdı. Matt'i suçlayamazdı çünkü herkes sevebilirdi. Bahsi geçen kişi Matt'te olsa onunda bir kalbi vardı. Lynn'e kadar mantığı duygularının önüne geçmiş, onları örtbas etmişti ama bu sefer aynısını yapamıyordu. Yapabilmeyi çok isterdi. Lynn'le eski günlere dönmeyi tekrar güya(!) dost ve kardeş olmayı istiyordu. Ona aşık olduğunu bilmesi aralarında ilişkiyi yıpratabilirdi. Her ne kadar Matt bunun olmasına izin vermemeye çalışsa da bu olabilirdi. Matt'in son sözü üzerine “ Matt, ben senin herşeyini biliyorum. Yani demek istediğim, sürtüklerle ne zaman yatıp kalktığına kadar her şeyi biliyorum. Tabii hiç kimseyi sevemediğini de.“ alabildiğince nefes aldıktan sonra, “Matt,doğruyu söylemem gerek” dedive devam etti. “Hani okula ilk başladığımız zamanlarvarya, o zamanlar sana aşık olduğumu düşünüyordum. İşte aşktan nefret etmemin desebebi bu ya zaten. Her neyse sonrasındaysa aşk, arkadaşlığa dönüşünce hiçbiraşkın sonsuz olduğuna inanmamaya başladım. Elimde değil yapamıyorum. Tek istediğim biraz güven.“ dedi ve kafasını cama yasladı. Eline aldığı kaymak birasından bir yudum aldı ve yerine bıraktı. Matt bu itiraf sayesinde beyninden vurulmuşa dönmüştü. Ne diyeceğini bilemiyordu. Hayatımda senin kadar salak birini görmedim ben. Salaksın ya bildiğin salağın tekisin. Ravenclaw'a girmeyi bile haketmiyorsun. O an nasıl farkedemedin onu eğer farkına varabilseydin şimdi hayalindeki kızla dünyanın en büyük aşkını yaşıyor olabilirdin. diye içinden kendine kızıyordu. Lynn düşünceli bir surat ifadesiyle camdan dışarıya bakıyordu ve büyük olasılıkla cevap bekliyordu.
Matt bu işten sıkılmaya başlamıştı. Duygularının mantığının önüne geçmesine izin vermemeliydi hiç. Şimdi bunların cezasını en ağır şekilde ödüyordu. Konuşacaktı fakat dili damağı kurumuştu. Zaten Lynn'de içiyordu. Ona eşlik etmekten bir sakınca çıkmazdı. Kaymaklı birasını sipariş etti ve konuşmaya başladı. "Açıkçası benden nefret etmediğin için moralim biraz da olsa yerine geldi. Seninle çok fazla zaman geçirdik. Bir sürü şey paylaştık. Yeri geldi zorluklara göğüs gerdik." O sırada kaymaklı birası gelmişti. Teşekkür ettikten sonra devam etti. "En basitinden şu önümüzdeki savaşı düşün. Yine birlikte göğüs gereceğiz. Biliyorum hergün başka bir sürtükle beraber olan birine güvenilmez. Sende ufakken bana aşık olduğunu ve bu yüzden aşktan nefret ettiğini söyledin. Herhalde bu kötü alışkanlıklarımdan dolayı aşktan soğuttum seni çok özür dilerim." derin bir nefes aldı ve "Ama Lynn bunca zaman benim görünmeyen, içerdeki yüzümü sen daha iyi öğrendin. O yüzden bana güvenmek mi istiyorsun? Bana bir şans vermelisin." | |
| | | Lynnette Heloise Sneaux Slytherin V. Sınıf
Gerçek İsim : Merve. Mesaj Sayısı : 137 Kayıt tarihi : 16/10/09 Yaş : 28
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (1/100) Patronus: Kedi
| Konu: Geri: Kararsızlık Başa Bela. Cuma Ekim 01, 2010 11:18 pm | |
| Nefes alış verişleri gittikçe zorlaşıyor, her aldığı nefes bedenine yarardan çok zarar ediyordu. Göğüs kafesinin sol tarafına kadar inen tarifsiz acı ise eziyetine yaşadığının bin katı daha büyük eziyet katıyordu. Her saniye göğsüne binlerce ok yiyormuşcasına acıtan bu kahredici his günlerdir peşini bırakmıyordu. Her geçen dakika biraz daha kendinden oluyor, kendine olan güvenini gittikçe kaybetmeye başlıyordu. Matt’e odaklanan gözlerinden inebilmek için çırpınan göz yaşları Lynnette’in bastırmalarına karşı koyamıyordu. Gözlerini refleks olarak hafifçe yukarıya kaldırdı ve göz yaşlarına tamamiyle engel oluşturabilmek için kendi çapında bir şeyler yapmaya başladı. Kahverenginin en koyu tonu olan ve göz bebeklerinin bile farkedilmesi mümkün olmayan gözleriyle Matt’in gözlerine baktı. Neredeyse kendi gözleriyle tıpa tıp aynı olan gözlerinin derinliklerine kadar indiğinde, ayna misali kendi yansımasını gördü. Daha da dikkatli bakınca, içindeki karmaşanın suratındaki ifadeyle özdeşleşmiş olduğunu görür görmez bir kere daha çarpılmışa döndü. Kendini silkeledi ve benliğine dönebilmeyi arzuladığını anlatmak istercesine kendine çeki düzen verebilme amaçlı, çantasından çıkardığı kağıt mendille, gözlerinden her şeye rağmen akabilmeyi başaran göz yaşlarını sildi.
Gözleri hala Matt’in gözlerinin içindeydi. İlk tanıştıkları günde hissettiği her şey yarım yamalak da olsa hafızasında canlanabilmek için can atıyordu. Onu ilk gördüğü anda nasıl da heyecanlanıvermişti. Hogwarts’a başlamasının mutluluğu her yana saçılmış, Matt’te birleşmişti. Ufacık kalbinin haddinden daha fazla atmasının yanı sıra, yanaklarına hücum eden sıcacık kanı suratına farklı bir ahenk katmıştı. İlk zamanlarda olağan bir durummuş gibi yaşamasına rağmen gün geçtikçe ve birbirlerine daha da ısındıkça bütün hisler uçup gitmiş, yerine hiç bölünmeyecek bir dostluk gelmişti. En azından o öyle düşünüyordu. Her şeye rağmen hiçbir zaman ayrılamayacak iki dost olarak kalacaklardı. Gün geçtikçe içini kemiren bu his, ikiye bölünmeye başlamış ne yapacağını bilemez olmuştu. Yakınındayken ona en yakın arkadaş oluyor, uzaktayken ise en yakın arkadaşına platonik aptalın teki oluyordu. Plantonikliği gün geçtikçe kararmaya başlıyor, arkadaşlığının aydınlığının yanında siluetten farksız kalıyordu. Aynı zamanda aşk denilmese bile ona karşı beslediği her duygu onun yanında olabilme arzusuna daha da fazla istek katıyor hatta gün geliyor onsuz yapamıyordu. Ona aşık olduğunu hiçbir zaman kabul etmediği bir gerçek olduğu gibi, kendini aşkın var olmadığına güç bela da olsa ikna edebilmek için çok uğraşmıştı. Ve günler, aylar hatta aradan 1 ya da 2 sene geçtiğinde aşkın var olmadığını kendini o kadar inandırmıştı ki ne zaman birbirlerine tutkuyla ve bağlılıkla bakanları gördüğü zaman bu tür şeyler ona fazlasıyla yabancı gelmişti, hala da öyle geliyordu. Tabii ki ara sıra ufak çaplı da olsa ilişkileri olmuştu ama her iki tarafında birbirine bir şey hissetmediği ilişki ne kadar uzun sürebilirdi ki? Bir diğer en yakın arkadaşı Nerissa’nın Matt’le çıkmaya başlaması, kalbinde ufak bir sızıya neden olsa da her ikisi için de sevinmeyi ihmal etmemişti. Matt’in kız düşkünlüğü Nerissa’ya da oldukça acı vermişti tabii ki. Şimdi Lynnette’in anılarında yaşattığı o peri masalı, aşk denilemeyecek kadar masum hislerini gerçekleştirebilirdi. Nerissa’ya bunu yapabilir miydi? Lynnette böyle bir şeyi arkadaşına yapamazdı, yapabilmesi mümkün değildi. Nerissa’nın umurunda olsun ya da olmasın Lynnette bunu ona asla yapamazdı. Her şeye rağmen, her felaketi seri halde başına getimeyi ihmal etmeyen zaman gösterecekti bunu.
Beyninde canlandırdığı, dolaysıyla kendi çapında tekrardan yaşadığı anılarından kopmayı başarabilmesi zor da olsa anılarından sıyrılabilmişti. Saatlerdir çenesinin altında duran elini diğer kolunun üzerine koydu ve gerek gözleriyle gerek kulaklarıyla bütün duyusal uzuvlarını Matt’e odakladı. "Açıkçası benden nefret etmediğin için moralim biraz da olsa yerine geldi. Seninle çok fazla zaman geçirdik. Bir sürü şey paylaştık. Yeri geldi zorluklara göğüs gerdik” Dümdüz çizgi halindeki dudakları hala hareketsizce duruyor, Matt’in ağzından çıkan kelimeleri sabırla bekliyordu. "En basitinden şu önümüzdeki savaşı düşün. Yine birlikte göğüs gereceğiz. Biliyorum hergün başka bir sürtükle beraber olan birine güvenilmez. Sende ufakken bana aşık olduğunu ve bu yüzden aşktan nefret ettiğini söyledin. Herhalde bu kötü alışkanlıklarımdan dolayı aşktan soğuttum seni çok özür dilerim." Haklıydı, her türlü davranışı Lynnett’i fazlasıyla sarssa ve ona karşı olan güvenini yerle bir etmeye çabalasa bile ondan asla uzaklaşamıyordu. Yaz tatillerinde bile bir yolunu bulup yanına gittiği dostundan nasıl soğuyabilirdi ki? "Ama Lynn bunca zaman benim görünmeyen, içerdeki yüzümü sen daha iyi öğrendin. O yüzden bana güvenmek mi istiyorsun? Bana bir şans vermelisin." İkiye bölünen hisleri kendi içlerinde kavgaya tutuşmuşlardı. Bir yanı delirmişcesine o şansı verip, ilerde başına gelebilecekleri merakla beklemeyi arzuluyor, öteki yanıysa bir an önce burdan kalkıp bütün her şeyi unutup hayatına eskiden olduğu gibi üvey kardeşsiz devam etmeyi diliyordu. Mantık ve duygusallık karmaşasından daha da beterdi bu çelişki.
“Bir yanım şansı vermeyi istiyor, öteki yanımsa buradan bir an önce gitmeyi.” Diye fısıldadı, fısıldamasına rağmen Matt’in de onu duyabildiğine emindi. Çatallaşmaya başlayan sesi onu zorluyor, sadece fısıldamasına izin veriyordu. Yutkundu, alabildiğince nefes aldı ve fısıldamaya zorlayan sesini bastırarak normal bir sesle konuşmaya başladı. “Gerçekten ne yapabileceğimi bilmiyorum. Kendini benim yerime koymayı denesene. Hayatım karmaşadan ibaret.” Konuşmasına aralıksız devam etti. “Ay-ayrıca, diyelim ki şans verdim ne olacak? Denemek güzel olabilir belki evet, ama iki yakın arkadaşın hatta kardeş sayılabilecek kadar yakın, ki üvey de olsa kardeş olmamız bunu nasıl etkileyecek haberin var mı? Nereye kadar devam edecek? İnan, kafam çok fazla karışık.” Dedi ve düşüncelerine tekrar daldı. Matt’in yanındayken hissettiği huzuru hissettiği günlerin mutluluğun tadını tattıkça daha da bağlanmıştı ona. Aynı zamanda onun yanındayken duyduğu güven bambaşkaydı. Birden ağzı açıldı ve istemsizce “Lanet olsun! sanırım, hala sana karşı bir şeyler hissediyorum” diye fısıldadı. Matt’in duymaması için dua etmeye başladı. Kendini nasıl olmuştu da bu kadar çabuk salıvermişti? Bu kadar güçsüz olabildiğine inanamıyordu. | |
| | | | Kararsızlık Başa Bela. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|