Ad - Soyad:
Andrew Osnard
Kişisel Özellikleri:
Aç Gözlü Ve Kindar Birisidir. Kimseyi Umursamaz Ve Kavga Çıkartmaktan Çekinmez. Aile Kavramı Neredeyse Kaybetmiştir, Sadece Kardeşiyle Konuşur Ve Karanlık Taraftarıdır. Acımasızlığı Ve Nefret Dolu Olmasına Karşın Kullanabileceği İnsanlara Karşı Muhteşem Birisi Gibi Ve Romantik Davranabilir. Ancak Sizinle İşi Bittiğinde Gerçek Yüzünü Saklamaktan Çekinmez. Kitap Okur, Tatillerde Zamanının Çoğunu Amcasının Karanlık Eşyalar Dükkanı'nda Çalışarak Geçirir.
Fiziksel Özellikleri:
Kan Statüsü: Safkan
Asa: Sombre Sunshine
Ten Rengi: Beyaz
Boy: 1.79
Kilo: 67
Göz Rengi: Yeşil
Saç Rengi: Sarı
Aile Geçmişi:
Ailesi Safkan'dır, Ve Kendi Dönemlerinin En Güçlü Ve En Sadık Ölümyiyenleridir. Andrew'in Babasından Kalma Bir Asası Vardır, Kendisi De Bu Asanın Kendi Asasından Daha Güçlü Olduğuna İnanmaktadır. Ancak Artık Sadece Kardeşi Max Ve Amcası Theodore İle Konuşur, Ama Ne Yaptıysa Kardeşi İle Amcasının Arasını Düzeltememiştir.
ÖRNEK RP:
Güneşin battığı büyük ormanda, ağaçların yüksekliği güneşi engelleyecek bir paravan gibi göğe doğru uzanıyordu. Güneşin kurumuş ışık damarları yere vurmak için can atarken, ağaçlar ve bitkiler tüm benliklerini güneşi durdurmak için harcıyordu adeta. Hava yavaşça kararırken, orman içinde ki canlıların yavaşça yaşam alanlarına çekilmeleri gözden kaçmıyor. Etrafın güzelliği yavaşça ortadan kayboluyor ve yerini karanlığın hakim olduğu sessizliğe bırakıyordu. Ay yavaşça yükselirken kahkaha nidaları ile güneşe meydan okuyordu. Dolunay olduğu nadir gecelerin birinde güneş kadar parlıyordu ve etrafı neredeyse güneş kadar aydınlatıyordu. Ormana vuran dolunayı bile etkisi altında bırakabilecek gözlerle bakıyordu, üzerinde mavi-beyaz bir cüppe olan Andy. Gözleri bir askerin elinde yanlışlıkla alev almış barut gibi parlıyor ve yüzünün belirginliğini ortaya çıkartıyordu. Sonbaharın ağaçlara verdiği turuncumsu hava, Andy'i bir nebze daha belirgin hale getiriyordu karanlığın içinde.
Elinde ki süpürgeyi yavaşça bir ağacın gecenin nemiyle ıslanmış gövdesine yasladıktan sonra gökyüzüne doğru bakmaya başladı Andy. Sanki birşeyin gelmesini bekler bir edayla duruyordu ağaçlar yüzünde karanlığın hakim olduğu ormanda. Yavaşça esen rüzgar gözlerinin içine doluyor, gözlerinin yavaşça dolmasını sağlıyordu Andy'nin. Derin bir iç çektikten sonra, gökyüzüne bakışını durdurmuştu. Gözlerini kırptığında ise uzun zamandır kırpmadığı gözlerden bir kaç damla yaş yavaşça inmişti yanaklarına Andy'nin. Gökyüzüne tekrar baktığında, bir ışıltı gördü ve yavaşça asasını çıkartıp ışıltının geldiği yöne doğru tuttu. "Lumos" diye fısıldadı yavaşça ve birkaç saniye içinde "Nox" dedi. Asasının ucundan çıkan ışık huzmesi bir anlığına kendini göstermişti ve yeniden kaybolmuştu. Asasından çıkan ışığın sonunda yukarıda parlayan ışıkta bir anda kaybolmuştu ve aşağıya doğru inen 3 farklı siluet belirmişti bir anda. Çıkarttıkları eşsiz sesle 3 süpürge dolunayın içinden gelircesine aşağıya doğru iniyorlardı.
3 süpürgede yere indiklerinde hızlı bir şekilde yere inmişlerdi ve arkasından yerden gelen 6 farklı yere ayak vurma sesi ormanın sessizliğini bozmaya çalışmıştı. "Gene ilk sen gelmişsin Andy" dedi Cady. Yere ilk inen Cady olmuştu, simsiyah saçları ve mavi gözleriyle bir ölüm meleğini andırıyordu ama bu Cady'ye farklı bir hava veriyordu. "Evet Cady, erken gelip biraz etrafa bakmak istedim." dedi. Andy dakikalardır konuşmamanın verdiği çatlak sesle ve masum bir ifadeyle. Ardından süpürgesini Andy'nin süpürgesinin yanına koymakta olan Marcus "Andrew, bir gün bu huyun yüzünden başına birşey gelecek" dedi ve arkasından kısa bir gülüş nidası patlatıverdi. Ceviz rengi saçları ve kahverengi gözleri ona gülerken farklı bir hava katıyordu. "Öyle deme Marcus, senin söylediklerin sürekli başımıza geliyor zaten. Gelirkende karşımıza bir karga sürüsünün çıkmasının ne kadar komik olacağını söylemiştin ve şu halimize bak üstümüz başımış karga pisliği oldu" dedi Daisy ve yaklaşık beş saniye bekledikten sonra herkes gülmeye başladı. Daisy gülerken yosun yeşilinin uğradığı gözleride gülüyordu adeta, kızıl saçlarıda gözleriyle tam bir uyum içindeydi. "Herşey hazır mı" diye sordu Marcus, bu sözlerinin arkasından ortam biraz ciddileşmişti. "Evet" dedi Andy biraz hüzünlü bir şekilde. Daisy "Sizce doğru kararı mı verdik?" diye sordu kendinden emin olmayan bir şekilde. "Daisy, yapabileceğimiz başka bir şey var mı?" diye soruya soruyla karşılık verdi Andrew. Herkes bir anda susmuştu ve kısa bir sessizlik anı oluşmuştu. Andy "Bakın, eğer gidersek bir daha geri dönemeyeceğimizi biliyorsunuz. Okuluda bırakmak zorunda kalcağız, her ne kadar karanlığa karşı savaşmak için kaçsakta adlarımız kaçak olarak geçecek. Bu yüzden eğer şimdiden içinizde kuşku varsa bu işten vazgeçin. Ama benim kararım kesinlikle gitmekten yana..." dedi. "Bu yola beraber girdik, beraber gideceğiz" dedi Cady. Marcus'ta buna başını kararlı bir şekilde sallayarak karşılık verdi. Daisy ise çekingen bir tavırla tamam dercesine başını sallamıştı. "Bu kadar laflamak yeter, hadi işe koyulalım" dedi Marcus. Süpürgesini bıraktığı yerden aldığı gibi üstüne atladı ve havalandı Marcus. Diğerleride onu takip etti ve herkes havalandıktan sonra dördü de dolunayın vurduğu gecenin karanlığında uçmaya başladılar.
Andy hızını biraz arttırarak grubun önüne geçti ve etrafı dikkatlice izleyemeye başladı. Bu sırada arkada Marcus ve Daisy laflıyorlardı. Cady yavaşça Andy'in yanına gelerek "Andy, bu yaptığımız çok tehlikeli farkında mısın bilmiyorum ama seni kaybetmek istemiyorum" dedi. Andy "Merak etme, Cody kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim" dedi kendinden emin bir ifade ile. Dakikalar yavaşça birbirini takip ediyordu, süpürgenin üzerinde bitmek bilmeyen seyahat ise devam ediyordu. "Birazdan gideceğimiz yere varmış oluruz" dedi yavaşça. Bu sırada etrafta bir basıklık vardı sanki. Andy nefes almakta zorlanıyormuş gibi oluyordu, daha fazla hava alabilmek için hızını biraz arttırmıştı. Hızını arttırması gruptan biraz olsun kopup öne doğru uzaklaşmıştı. Bir anda Marcus'un söyledikleri aklına geldi "Bir gün bu huyun yüzünden başına bir şey gelecek" Andy yavaşça başını arkasına çevirdi ve gruba doğru baktı. Üçü de kendi aralarında konuşuyorlardı, tekrar başını önüne doğru çevirmeye başladı Andrew. Tam çevirdiğinde, kendisine doğru gelen yeşil bir parıltı gördü. Süpürgesini sıkıca kavradığı gibi kendini sağa doğru bırakıp süpürgede ters döndü. Yeşil ışık Andrew'i son anda sıyırmıştı ama bu seferde arkadaki gruba doğru ilerliyordu. Marcus'un göz bebekleri bir anda büyüdü ve hızla asasını çekip "Protego!" diye haykırdı. Yeşil ışık huzmesi Marcus'un asasından çıkan şeffaf örtüyle buluştuğu gibi farklı bir yöne doğru uçmaya başladı. Bu sırada Andrew süpürgesi üzerinde düzelmeye çalışırken süpürgesi bir anda kendinden geçmiş gibi hareket etmeye başladı.
Ne olduğunu anlayamıyordu ve arkasından gelen çığlıklarla kendisinden bir nebze daha fazla geçiyordu. Süpürgesi ters bir hareketle Andrew'i üstünden atmıştı ama Andrew son anda sol eliyle tutunmuştu süpürgeye. Başını çevirip arkada kalan arkadaşlarına bakmaya çalıştı. Andrew'e doğru onu kurtarmak için gelen 3 süpürge sanki kurtarıcı meleklerdi Andrew için. Ama süpürge yeniden ters bir hareket yaptığında, Andrew'in eli yavaşça süpürgesinden kaydı. Muggle'lar onları görmesin diye metrelerce yüksekte uçuyorlardı. Andrew yavaşça düşüyordu, aklında ki düşünceler bir anda sıfırlanmıştı. Sadece hayatta kalmayı düşünüyordu, ama belli ki birazdan ölecekti. Sırt üstü yere düşerken kendisine doğru gelen süpürgeyi gördü. Andrew elini yukarıya doğru uzattı ve yüzünde ki yalvarırcasına yardım isteyen ifadeyi dışarıya vurmaktan çekinmedi. Cady, süpürgeyle beraber Andrew'e son hızla ilerliyordu. Daha yukarıdan, büyü sesleri ve ışıltıları geliyordu. Marcus ve Diasy, süpürge üzerinde olan ve tamamen siyah cüppe giyen üç kişiyle duello yapıyorlardı. Cady, Andrew'in eline yaklaştıkça yaklaştı ve en sonunda tutmayı başardı. Tuttuğu gibi bir anda havalandı. Andrew, yere düşmediği için şükrediyordu ama neler olduğunu idrak edemediği için kafası çok karışmıştı. Bu sırada Cady'nin elinden tutmaya devam ediyordu. Başını yukarıya kaldırmayacak kadar saçma bir durumdaydı Andrew. Ama eline vuran soğukluğu hissedebilecek kadar kendindeydi. Tuttuğu elin soğukluğunu ve süpürgeyle yükselirkenki hızının belrigin olarak yavaşlığı hissedebiliyordu.
Başını yavaşça yukarıya kaldırdı ve süpürgenin üzerine yığılmış Cady'yi gördü Andrew. "Hayıııııır!" diye çığlık attı Andrew. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Cady ölümcül laneti iliklerine kadar yaşamıştı. Andrew yeniden aşağıya düşüşün verdiği rahatsız edici duyguyu yaşıyordu. Ama bu sefer yalnız değildi yanında Cady'de vardı. Hemde bu sefer o kadar uzun sürmeyecekti. Bu sefer düşünebildiği tek şey Marcus ve Diasy'nin durumuydu. Başını yavaşça yere doğru çevirdi, artık çarpmasına birkaç saniye kalmıştı. Başını tekrar kaldırırken, yukarıya hızla gelen beyaz ışık ve toz bulutları içinde ki seherbazları gördü Andrew. Artık meraklanması gereken birşey kalmamış gibi gözüküyordu. Ruhunu teslim etmeye hazırdı, bedenini sıkmayı bıraktı ve yavaşça gevşedi Andrew. Kulağında büyük bir ıslık sesi duydu ve daha sonrasında bir hiçliğe dönüşen sesi anlayamıyordu. Her yer kararmıştı ve Andrew bir siyahlığın içinde tek başına duruyordu. Kimsenin olmadığı siyah bir boşluk. Bir anda yaşama isteğiyle karışan gözlerini açma isteği Andrew'e gözlerini açtırmıştı.
Yaşadığı herşey gözünün önünden bir anda geçti Andrew'in. Odasında ki yatağında yatıyordu. Derin bir nefes alıp hızlıca ayağa kalkıp camdan dışarıya baktı Andrew. Bunun tam olarak nerden geldiğini bilmiyordu ama yaşadığı şeyler tam olarak planladığı şeylerden ibaretti. Bu belki bir kehanetti belki de sadece korkunun ona yaşattığı bir kabus. Bunu gece olmadan bilemeyecekti Andrew ama bildiği bir şey vardı o da bu akşam gideceği yerin rüyasında gördüğü yer olduğuydu.