Crystal Anna Ixdior
Gerçek İsim : A S L I ^^ Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 13/09/10 Yaş : 27 Lakap : Crys.
| Konu: Crystal ^^ Ptsi Eyl. 13, 2010 12:18 am | |
| Ad - Soyad:Crystal Anna Ixdior Kişisel Özellikleri:Akıllı,zeki,mantığını gerekli yerde kullanan,kitap kurdu,arkadaşları için herşeyi yapan,büyü pratikleri yapmaya bayılan,eğlenceli,biraz haylaz,cesur,cesaretli vs. vs. Fiziksel Özellikleri:Kahverengi saçlara sahip.Zayıf ve orta boylu... Aile Geçmişi:Ixdior ailesi bir kraliyet ailesidir.Crystal Anna Ixdior ise ailenin prenseslerindendir.Aile eskiden kalan bir ailedir.Yani soyu geçmişlere dayanmaktadır.(Aile kurgusu düşünülüyor.) RP Örneği: NOT:Başka sitelerdeki rp'lerdir.Hangisini değerlendirmek isterseniz değerlendirin...
- Spoiler:
İnce ve zarif vücudu, bedeninin tüm hareketlerine uyum göstererek yürürken bir kediyi andırıyordu Letitia. Yavaş adımlarla, gideceği yere zaten zamanında yetişeceğini bilerek, rahatça yürüyordu. Üzerindeki uzun, mor elbise bütün vücudunu sarıyordu. Göğüs kısmında bulunan ve iki düğmeyle kapatılan dekolte göze fazla çarpmıyordu. Elbise, zarif vücudunun yaptığı tüm hareketlerle birleşiyor, uyum sağlıyordu. Letitia yürürken okulun camlarından dışarıyı izliyordu. Yüzlerce öğrenci dışarıdaydı. Fakat büyük bir gerginlik olduğu ortadaydı. Kimse birbiriyle konuşmuyor, herkes sadece kendi gücüne sahip olanlarla geziyordu. Öğrenciler arasındaki büyük gerginlik, sanki her an kavga çıkabilecekmiş gibi olan o hava, görülebilecek kadar somuttu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Şimdilik her şey yolunda gibi gözükse de, aslında hiçbir şey yolunda değildi. Öğretmenler arasındaki gerginlik dahi, bunu doğrulayabilecek kadar güçlüydü.
Letitia üç büyük vampirle, okulun durumu hakkında görüşme yapacakları geniş odaya girdi. Ortadaki uzun masanın etrafında bulunan dört sandalye de boştu. Masanın üstünde hiçbir şey yoktu. Odanın tozu bile alınmamış gibi görünüyordu. Letitia, işaret parmağını masanın üstünde gezdirdi. Parmağı toz içinde kalmıştı. İğrenerek parmağındaki tozu üfledi. Tozlar tekrar masanın üstünde uçuşmaya başladılar. Letitia, tozların masanın üstüne konmalarını izledi. Sonra da gidip odanın camlarını açtı. İçeri biraz hava girmesi gerekiyordu. O sırada dışarıdan sesler duymaya başladı. Koridorda yürüyen iki kişinin hızlı ayak seslerini duyuyordu. Topuklarının çıkardığı sesler gittikçe yaklaşıyordu.
"Yeter ama! Bu hakaretlere göz yumacak değilim! Senin öğrencilerinden bıktım artık!" Fleurette, içeri büyük bir sinirle girmişti. Gözleri sinirden parlıyordu. Letitia arkasını dönüp onlara baktı. İki vampir de garip bir şekilde sinirli görünüyordu. Normalde hep sakinliklerini koruyan bu iki vampire ne olmuştu Letitia'nın bilmediği? "Ben de senin öğrencilerinden bıktım! Kendin gibi yapmışsın onları da! Kendilerine gereğinden fazla güveniyorlar! Bir de öğrencilerime saldırıyorlar!" diye bağırdı Jacqueline'de cevap olarak. Her an birbirlerine saldıracakmış gibi duruyorlardı. Yüzleri kırışmaya, gözleri simsiyah olmaya başlamıştı. Bedenleri gerginlik içinde, en ufak bir harekete hazır bekliyordu. "Ne demeye çalışıyorsun sen be?!" diye bağırdı Fleurette, Jacqueline'e bir adım yaklaşarak. "Demek istediğim gayet açık; öğrencilerini dizginle! Yoksa iyi şeyler olmayacak!" Jacqueline'de ona bir adım yaklaşınca aralarında hiç boşluk kalmamıştı. İki dişli vampir, birbirlerine meydan okurcasına, dimdik duruyorlardı birbirlerinin karşısında. Tümden vampire dönüşmüşlerdi. Yaşları ortaya çıkmıştı. Odada ki gücün ağırlığı artıyordu. "Beni tehdit edemezsin Jacqueline Vaughn!" diye bağırdı Fleurette. Gözleri hafifçe turkuaza dönüyordu. Jacqueline aniden yerden havalandı. Kafası her an odanın tavanına değebilirdi. "Tavırlarından bıktım artık!" diye bağırdı Fleurette'e. Letitia artık devreye girmeliydi. Kimse onun orada bulunduğunun farkında değildi. İçeri girmiş ve büyük bir kavgaya başlamışlardı. Gözlerini sinir bürümüştü ve kendilerinden başka hiçbir şeyi görmüyorlardı. Tam Letitia devreye girecekken aniden iki vampirin arasında bir cam oluştu. İkisi de donup kaldılar. Damita gelmişti. İçeri, her zamanki gibi tüm havasıyla gelmişti. Havalı havalı yürüyüşü ile odaya kendini beğenmişliğini de sürükleyerek girdi. Gülümsüyordu. "Yapmayın kızlar. Toplantıyı mahvediyorsunuz." dedi ve yanlarından geçip masaya oturdu. Sonra gözleri Letitia'ya kaydı. "Onları ayırmak aklına gelmedi mi?" Letitia soğuk bir şekilde "Benden önce davrandın." dedi. Damita kahkaha atacakmış gibi duruyordu. Neydi bu kadar komik olan? "Nedir bu kadar komik olan Damita?" diye sordu Fleurette, sanki Letitia'nın düşüncelerini duymuş gibi. Eski haline dönmüştü. Ama gene de hala sinirli olduğu çok belliydi. "Sizsiniz bayanlar. Görmüyor musunuz? Çocuk gibi kavga ediyorsunuz. Hadi bir de o başlattı deyin de burası iyice eğlenceli bir hale gelsin." diyerek cevap verdi Damita. "Sen kendini ne sanıyorsun?" diyerek çıkıştı Jacqueline. Masaya yaklaşmıştı. Hala uçuyordu. Damita'nın gülümsemesi soldu. Yüzünde şimdi, daha önce hiç görülmemiş bir sinir vardı. "Bunu sormamışsın sayıyorum Jacky. Bu kadar kaba olma lütfen." dedi. Sesi hala sakindi. Kendini kontrol edebilen en iyi vampirdi Damita. Letitia bunun üzerine bahse girerdi. "İstediğim gibi olurum! Havandan bıktım artık." dedi Jacqueline. Gene vampire dönüşmüştü. Damita sandalyesinden yavaşça kalktı. Jacqueline önce hamle yapacak gibi oldu ama sonra geri çekildi. Damita bir şey yapacak gibi görünmüyordu. "Görüyorum ki öfkeniz gözünüzü kör etmiş. Nefret boyutuna taşınmış. Çok yazık." dedi başını iki yana sallayarak. "Her şeyi bildiğini sanıyorsun değil mi Damita?" diye sordu Jacqueline. Sesinde alayın izleri vardı. Yüzünde de alaycı bir gülümseme. "Evet." dedi Damita, omuz silkerek.
O sırada o kadar çok şey oldu ki, takip edilmeyecek kadar hızlı gelişti. Jacqueline'in bütün gücü aniden odayı doldurdu ve Damita'ya doğru uçtu. Tam o Damita'ya doğru uçarken Fleurette, Jacqueline'i hipnoz altına aldı. Jacqueline hipnozun gücüyle savaşmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Olduğu yerde bir ileri bir geri gidip duruyordu. Letitia'da otomatik olarak tehlike altında olan kişinin, yani Damita'nın önüne geçmişti. Hepsi saldırı pozisyonundaydılar. Yüzleri buruşmuş, gözleri simsiyah olmuştu. Burunlarından soluyorlardı. Bütün güçlerin ve öfkelerin ağırlığı ile dolmuştu oda. Somut bir düşmanlık vardı etrafta.
Jacqueline olduğu yerde durdu. Nefretle hepsine baktı. Fleurette onun duracağını düşünerek, hipnozun etkisini düşürmüştü. Jacqueline bağırmaya başladı. "Yeter! Sizlerden, sahteliğinizden, havanızdan, kendini bilmişliğinizden, acımasızlığınızdan, sürtüklüğünüzden nefret ediyorum! Size katlanamıyorum! Okulları ayırıyorum! Artık herkes kendi yoluna!" dedi ve açık pencerelerin birinden uçup gitti. Aşağıda büyük bir kargaşa oluyordu. Herkes çığlık atıyordu. Öğrencilerin paniğini hissedebiliyordunuz. Jacqueline öğrencilerini almış gidiyordu. "Bu kadarı fazla." dedi Letitia sinirle ve iki vampirin arasından geçip gitti. Bahçeye indiğinde öğrenciler hala paniklemiş durumdaydı. "Görünmezlerin hepsi, okuldan dışarı!" diye bağırdı Letitia. Öğrencilerinin hepsinin okuldan çıkışını izledi ve sonra o da çıktı okuldan. Zaten fazla öğrencisi yoktu. Bir otelde kalırlarsa, sorun olmazdı. "Londra'ya gidiyoruz." dedi Letitia. Başka nereye gidebileceğini bilmiyordu. Gidebileceği tek yer orasıymış gibi geliyordu. Bütün öğrencileri ile, İngiltere'ye koşmaya başladı.
Fleurette ve Damita aynı odada durmuş, dışarıdaki sesleri dinliyorlardı. Damita, hiçbir şey demeden, her zamanki gibi tüm havasıyla çıktı odadan. Öğrencilerini aldı ve okuldan çıktı. Sonra da Fleurette'te aynı şeyi yaptı. Okullar ayrılmıştı ve birbirlerine düşman konumundalardı. Bu, aslında hepsinin uzun süredir beklediği fırsattı. Okulları ayırmak hep akıllarında vardı ama sadece öğrenci kavgalarını bahane edemiyorlardı. Şimdi, çok daha güçlü olabilecek, öğrencilerini daha mükemmel koşullarda eğitebileceklerdi. Sonunda bekledikleri bu fırsatı elde edebilmişlerdi. Artık, en mükemmel olabilirlerdi. Ve birbirlerini öldürebilecek gücü kendilerinde bulabilirlerdi...
- Spoiler:
Hayata gözlerimi açtığımdan itibaren, bu hayatın bana getireceklerini biliyordum. Sorumluluklarımı ve özgürlüklerimin bilincindeydim. Doğduğum hastahaneden çıktığımızda, konuşmayı öğrendikten sonra anne diyeceğim kadının kucağındaydım. Beni gören herkes, suratıma hayran kalıyordu ama bu beni hiç bir zaman şımarıklılığa sürüklememişti. Sadece derdimi anlatmak için ağlıyordum. Her neyse, işte o gün, annem yavaş adımlarla ilerliyorken, cırtlak yeşil bir arabanın önünde durmuştu. Bu iğrenç arabanın içine bindiğimizde, arabayı süren mavi gözlü, sarışın adamın suratı asıktı. Kafamı kaldırdığımda, annemin de öyle... Sonra düşündüm de doğduğum yer bir hastahane değil, bir evdi. Beni bulunduğum yerden alan kimse yoktu. Aniden olmuştum, iğrenç bir olay sırasında hemde. Sonra güzel suratımı, annemi incelemek için tekrar kaldırdım. Annemin suratında bir ton makyaj vardı. Kırmızı ruju silinmiş olmasına rağmen dudakları kırmızılığını kaybetmemişti. Annemin yeşil gözleri ve muntazam bir burnu vardı. Bir de sarı saçları... Annem çok güzel bir kadındı. Annemin suratını inceledikten sonra gülümsedim. Ben gülümseyince annem bana baktı ve yüzünde hiç bir ifade olmadan konuşmaya başladı. Benimle konuşmadığını biliyordum, öndeki mavi gözlü adam ile konuşuyordu. " Gülümsüyor. " demişti. Sesi ince ve berraktı. Ama yüzünde bir ifade olmaması beni şaşırtmıştı. Benim gülümsememin onu mutlu etmesi gerekmiyor muydu? Olanlara istemsiz olarak surat asmaya başlamıştım. Annem bu sırada beni tutamıyordu, kafam aşağı doğru sarkıyordu resmen. Bu davranışından ilk çocuk olduğumu anlayabiliyordum. Bu iyi bir şeydi. Yeşil arabadaki kötü yolculuğumuz, ahşap bir evin önünde sona erdi. Mavi gözlü adam şöfor koltuğundan kalkıp, anneme ve bana kapıyı açtı. Daha doğrusu, beni kucağında tutan anneme. Anneme karşı nazik değildi, ona kötü davranıyor diyebilirdim. Sanki ben istenmeyen bir çocuktum... Öyle miydim yoksa? Beni bir camii'nin avlusuna bırakıp kaçacaklar mıydı? Sorularıma bir kaç dakika sonra cevap buldum. Ahşap evin içine girdiğimizde, ev kırmızı mobilyalarla döşenmişti. Güzel bir evdi, ve rahata benziyordu. Annem , beni fırlatırcasına beyaz koltuğun üzerine koydu. Ağlamadım. Onlara daha fazla yük olmak istemiyordum. Bu sırada 1. sorumun cevabını bulmuştum. Evet, istenmeyen bir çocuktum. Güzel annem ile o adamın konuşmaları yankılanıyordu şimdi bu küçük, ahşap evde. " Sana onu doğurmamanı söylemiştim. Kendin istedin. Çocuğun babası kim bilir kim! Her gece yattığın adamların isimlerini bir kağıda yazıyorsan, seç en insaflısını baba olarak. Ben sana karışmıyorum. Bu çocuğa bakmana da yardım etmeyeceğim. Kazandığın parayla bunu yetiştirirsin artık. BU oğlan büyüdüğünde, annesinin ne mal olduğunu anladığında ne olacak çok merak ediyorum doğrusu! " Adam kıs kıs gülüyordu. Ve ben annemin ne olduğunu anlamıştım. Babamın kim olduğu belli değildi. Ki umrumda da değildi. Annem de umrumda değildi daha ilk doğduğum bu günlerde bile. Çünkü onlar beni istemiyorlardı. öyleyse, ben de bu anneyi ve bu hayatı istemiyordum. Büyüyünce gidecektim bu evden. Ya da onlar atarlardı beni. Bilmiyordum. Annem güzel sesiyle konuşmaya başladı. Yine suratında hiç bir ifade yoktu. Onu anlamak çok güçtü. Sesi sakin ve kararlıydı. " Bu çocuğu doğurmamalıydım biliyorum. Ama yapacak bir şey yok. Olan oldu." dedi. Annem sinsice gözlerini kısmıştı, ondan korkmuştum. Bir an beni öldüreceğini falan sandım, ama hiç bir anne bunu yapamazdı. Bu benim annem olsa bile. Kıstığı gözlerini normal hale getirdi. Bunu neden yaptığını bilmiyordum, onu anlamak gerçekten güçtü.
Bu böyle devam etti. Her gece evimize başka başka adamlar gelirdi, annem beni saklardı. Ben de onu ele vermezdim, ağlamazdım. Annem beni hiç sevmedi. Bir kaç ay sonra hayatımı değiştirecek bir şey oldu. Annem'in yine beni sakladığı bir gece, gözlerim bulanıklaştı. Sonra bir şeyler görmeye başladım. Gördüğüm annemdi ve kandı. Oluk oluk kan görüyordum, ama bu kanın annemden mi yoksa başka bir yerden mi geliyordu bilmiyordum. Ama kan ve annem vardı. Annem baygın şekilde tüm kusursuzluğuyla yerde yatıyordu. Yer ise bir kan denizi olmuştu sanki. Sonra bulunduğum yere geldim. Önce korkmuştum, ama sonra ne olduğunu anlamıştım. Benim bir özelliğim olmalıydı. Şimdi daha da çok korkuyordum aslında. Acaba anneme bir şey mi olacaktı? Haftalar sonra bunun cevabını aldım. Ben yine o malum yerde saklanırken ve annem yiine başka bir adamda yatak odasındayken, çığlıklar duydum. Yürüyebiliyordum ama üst kattaki odaya çıkmam imkansızdı. O acı dolu çığlıklardan sonra, yukarıdaki adam aşağı hızla inip evden dışarı çıktı. Sonra korkunç bir gürültü duydum. Annem merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Görüntü tam da gördüğüm gibiydi. Annem kusursuz bedeniyle yerde yatıyor, boğazından akan kanlar yerleri göle çeviriyordu. Kan ayaklarıma kadar ulaştığında artık ağlamaya başlamıştım. Annem yoktu, peki ben ne yapacaktım? Daha bir yaşımdaydım. Bana bakacak kimse yok diye biiliyordum. Ama öyle olmadığını öğrendim. Eve gelen polisler ve ambulans, annemi götürdü. Daha sonra, siyah saçlı, güzel suratlı bir polis birilerini aradı. Anneannem yaşıyordu, ama kızını reddetmişti çoktan. Sanırım yaptığı iş yüzündendi. Beni de sevmeyeceğindeen emindim, sonuçta babası olmayan bir... Çocuktum. Düşündüğüm gibi olmuştu. Anneannem beni hiç sevmemiş, ama öyle böyle beni büyütmüştü. Görüşlerim kesilmişti sanıyordum artık ki 17 yaşıma geldiğimde gelen görüş tekrardan beni dehşete düşürmüştü. Bu sefer anneannemi görmüştüm. Ölüyordu, bir trafik kazasında. Yine haftalar sonra görüşüm gerçekleşmişti. Dehşete düşmüştüm gerçekten. Anneannemin beni sevmemesine rağmen, ben ona çok bağlanmıştım. Öldüğünde günlerce ağlamıştım. Görüşlerimden nefret ediyordum.
| |
|
Aphrodis Audrey Phyllis Ravenclaw V. Sınıf | Admin
Gerçek İsim : Çisem Mesaj Sayısı : 765 Kayıt tarihi : 08/09/10 Yaş : 29 Lakap : Aph, -A
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus:
| Konu: Geri: Crystal ^^ Ptsi Eyl. 13, 2010 12:37 am | |
| | |
|