Yastığın kaymış olmasına olanak sağlayamadan uyumaya çalışıyordu Luxa. Ama dün gece gördüğü kabustan ötürü uyuması imkansız hale geliyordu. Evde tek başına olması da cabası. Korkuyor muydu ? Hayır. Luxa , kabus gibi ıvır zıvırdan korkacak biri değildi. Sadece , endişeleniyordu. Ne için ? İşte bunu kendisi bile bilmiyordu. Uyuyabildiyse bile en fazla on beş dakika kadar uyuyabilmiştir. Çalar saat'in bulunduğu sehpanın üzerindeki telefonunu eline aldı ve saate baktı. Kafasını saate çeviremeyecek kadar bitkin ve yorgundu. Telefonunda 2 cevapsız arama ve üç mesaj vardı. Bir de sesli mesaj. Daha sonra bakmayı aklına not aldıktan sonra saate baktı. Telefonunun saati , 21.38'i gösteriyordu. Mesai çoktan bitmişti ve Luxa bugün kovulmaktan ucuz sıyırmıştı. Bir kaç gündür kendini kötü hissediyordu. Nedenini kendi de bilmiyordu ama etrafındakiler de bunun farkındaydı. Savannah, Yurtdışı yalanını yutmuşa benzemiyordu ama Luxa , öyle umuyordu. Clementyne ise, anlamış ve Luxa'yı ir köşeye çekip konuşmuştu. Clementyne'nin , Luxa'nın vampir ordusundan, Emmet'ten, Daniel ve Valeria'dan söz ederken ki yüz ifadesi sürekli değişiyordu. Her şeyi anlattıktan sonra Clementyne ona korumacı bir tavırla sarılmıştı. Luxa yattığı yerden tavana bakıyordu. Tavanın desenlerini daha önce hiç farketmemişti ama farklıydı. Çıkıntılı kareler ve içleri boyanmış çizgiler.. Alışılmadık bir şekilde hoş gelmişti Luxa'nın gözüne. Sıcak yorganların altında oldukça rahattı. Yorganların vücuduna temas etmesiyle oluşan ürperti onu ısıtmıştı. Hava fazla soğuk değildi ama klima açıktı ve içerisi oldukça soğuktu. Luxa , sırf sıcak olmak ama terli olmamak için bunu yapardı. İçerisinin havasız olduğunu farketti ve o çok sevdiği yorganları ayağıyla iterek yataktan çıktı. Üzerinde yeşil bir şort ve ipli beyaz bir buliz vardı ve oldukça rahatlardı. Karanlıkta klimanın kumandasını bulmak zor olmuştu ama fazla vaktini almamıştı. Klimayı kapattıktan sonra uzun ve büyük pencerelere yönelmişti. Daha sonra da teras sayılacak kadar büyüklük olan balkonun pencerelerine yönelmişti. Pencereleri açtığı anda tüm vücudunu ılık bir esinti kaplamıdı. Balkonun mermer zemininde yalın ayakla yürüyordu ama hava ılık olduğu için mermerler de ılıktı. Ellerini siyah demirliklere koyarak gökyüzünü inceledi. Tek bir bulut bile yoktu ve ay en tepede gündüz güneşinin ışığının tümünü almış bir şekilde gece güneşi olarak parlıyordu. Manzara çok güzeldi. Luxa derin bir nefes aldı ve temiz havadaki oksijenlerin akciğerlerine gidişini hissetti. O anda ortalığın çok sessiz olduğunu farketti. Cırcır böcekleri susmuş , ateş böcekleri saklanmıştı sanki. Zaman durmuş gibiydi. Sanki çamların arkasında , gecenin arka tarafında saklanmış Luxa'yı izleyen gözler vardı. Bu düşünce Luxa'nın içini ürpertmişti. Bir zihin dalgası yakalamaya çalışıyordu. Zihinfender olmasının bir işe yaraması için dua ediyordu. Hiçbir şeye rastlamadıktan sonra içi biraz olsun rahatlamıştı. Danny'sini özlemişti. Bir şeyler yapmalıydı. Bu şekilde uyuyamazdı. Belki de aklı kendi kendine bir oyun oynuyordu. Kim bilir ? Ama o anda o düşüncelerden kurtulmak istiyordu. Saate bir kez daha baktı ve 21.38 olduğunu gördü. Bu imkansızdı ! Başını salladı ve tekrar baktı. Artık 21:52'yi gösteriyordu. Derin bir oh çekti. Luxa'ya neler oluyordu böyle ? Biraz olsun normal bir hayat yaşayamayacak mıydı sanki ? Telefonu aldı ve Clementyne'in numarasını çevirdi. Ama, "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor,lütfen daha sonra tek.." devamını duymadan kapattı. Luxa'nın biriyle konuşmaya ihtiyacı vardı. Beyaz süslü terliklerini ayağına geçirdi ve sanki bir şeyden kaçar gibi merdivenlerden aşağıya hızlıca süzüldü. Havuzun kenarına gitti ve birkaç hafta önce orada bulunan vampir cesetlerini düşündü. Emmet ona yeni bir malikane teklifinde bulunmuştu ama Luxa bunun yerine burayı baştan düzenletmişti. Bir temizlik şirketine belli bir miktar rüşvet verdikten sonra ölü vampirlerden kimseye söz etmeyeceklerine dair garanti de almıştı. Her nasılsa zihnini başka bir şeyle meşgul etmek isterken kitaplıktan bir kitap aldı kendine. İlk önce havuzun kenarındaki şezlonglara yöneldi ama nedense daha sonra fikrini değiştirdi. Oturma odasındaki üçlü koltuğa uzandı ve kitabın sayfalarında kaybolma isteğine yenik düşmeden okumaya başladı.
Kitap ile iyi anlaşamayacağını düşündü. Kitap cinayet ve korku içerikliydi. Kitabı başka bir koltuğa fırlattı ve televizyonun uzaktan kumandasını alıp televizyonu açtı. Her kanalda haber vardı ve film bulma çabasından vazgeçerek dikkatini çeken bir haberin yayınlandığı kanalda durmak için kanal değiştirmeye devam ediyordu. Ama hiçbiri ilgisini çekmeyince televizyonu kapattı. Etrafın fazla sessiz olmasından nefret ettiği için bir müzik çaları açtı ve hoparlöre bağlayıp çalıştırdı. Sesini kıstı. Dinlemeyecekti sadece ufak bir ses olsun istiyordu. Sonra gitarını ve dosyalarımı getirdi odaya. Oyalanacak bir şeyler bulmalıydı bir an önce. Dosyasını karıştırırken eli Y harfine gitti ve oradan "You found me" şarkısının akorlarını buldu. Zor değildi ve arpej çalarak başladı. Sesinin her ne kadar iğrenç olduğunu düşünse de herkes hayran kalırdı. Tiz ve dinlendirici bir sesi vardı. Şarkı söylemeye başladı.
"I found God,
On the corner of First and Amistad.
Where the west,
Was all but won.
All alone,
Smoking his last cigarette,
I said, Where you been?
He said, Ask anything.
Where were you ?!
When everything was falling apart?
All my days..
Were spent by the telephone..
That never rang..
And all I needed was a call,
It never came,
To the corner of First and Amistad.."
Şarkıyı çok seviyordu. Şarkıyı söylerken içinde bir yerlerde bir şeyin canlandığını hissetti. Daniel'i özlemişti. Gitar çalmayı bıraktı gitarını yere koydu ve koltukta kıpırdanıp Daniel'i düşünmeye başladı. Kim bilir , şimdi nerede , ne yapıyordu ?