Ad - Soyad: Ferwyn Drown.
Kişisel Özellikleri: Soğukkanlı. İçine kapanık biri. Arkadaşlarını özenle seçer ve onlarla takılmayı çok sever. Kararlarından kolay kolay vazgeçmez. Bazen dikkafalı olabilir. Herkese çabuk ısınmaz. Ama canayakındır.
Fiziksel Özellikleri: Beyaz tenli, uzun boylu. Siyah saçlı.
Aile Geçmişi: Ailesi Londra'nın zengin ailelerindendir. Ferwyn Londra'da doğmuştur ve orada büyümüştür. Babası o 6 yaşındayken ölmüştür. Annesi ise babası öldükten sonra başka biriyle evlenmiştir. Bu yüzden Ferwyn'in annesi ile arası limonidir.
RP Örneği:
Not: Başka sitelerde kullandığım bir RP'dir.
Bugün yeni evlerine taşınıyorlardı. Babasının iflası üzerine eski evlerinin kiralarını ödeyememişlerdi. Büyükbabasının eviydi burası, yaklaşık 40 yıl önce yapılmış, ahşaptan bir ev. Karşısında ahşap bir ev vardı şimdi Chuck'ın. Yanında 3. katının camına kadar ulaşan yaprakları yeni yeni sararmış bir meşe ağacı ve tamamen topraktan oluşan bahçenin ortasında üstü kapalı bir çardak. Hatırlıyordu burayı küçüklüğünden; lk kez 5 yaşında gelmişti buraya, büyükbabasının yanına. Büyükannesi o küçükken ölmüştü o yüzden pek hatırlayamıyordu onu. Bübabayükbabası kolayca atlatsın onun ölümünü diye 1 ay boyunca burda kalmıştı. Ancak o zamanlar garip olaylar olmuştu. Büyükbabası Chuck'a evin önceki sahiplerininaçıklanamayan bir sebepten dolayı öldüklerini anlatmıştı. Anlattığı gece ise Chuck su içmeye kalkmış ve çatı katından tıkırdamalar duymuştu. Büyükbabasına bunları anlattığında ise gülmüştü sadece...
Biraz korkarak ahşap evin yarı çürümüş kapısından içeri girdi Chuck, etrafa bir göz attı. Kapının oradan geçerken köşede bir kurtçuk gördüğünden de emindi. Eşyalar bir gün önceden taşınmıştı eve, her yerde yığın yığın koliler vardı. Tahta merdivenlerden yukarı çıktı hemen, çatı katındaki yeni odasına. Biraz ürkütücü olsada alışacaktı artık, çünkü ailesinin "Hayalet diye bir şey yoktur." felsefesine inanıyordu o da. Küçükken yaşadığı olaylar halen aklından çıkmasada, yatağına felsefesini tekrar ederek uzandı ve bir çırpıda uykuya daldı...
Hahahaha.
Tiz bir cadı kahkahasına benzer bir sesle uyandı Chuck. Kafasını kaldırdığında karşısında beyaz bir yaratık vardı. Ayakları yoktu, gövdesinin belinden aşağısı sanki kesilmişti. Şeffaftı, karşısı görünebiliyordu içinden. Gözleri şişkindi, altları ise biraz morumsuydu. Tekrar tiz bir kahkaha attı ve konuşmaya başladı:
- Bak bak bak! Burada kimler varmış? Tom'un küçük torunu. Büyükbabanı çok iyi hatırlıyorum. Bu evin 2. sahibiydi. İlk sahibi gibi bilinmeyen bir biçimde -
Yüzünde mide bulandıracak şekilde bir gülümseme belirdi. Sesini biraz daha tizleştirdi, yükseltti ve devam etti:
- ÖLDÜ!
Yine tiz bir kahkaha attı ve odadan çıktı. O çıkar çıkmaz kapı açılıp kapandı. Chuck biraz korkarak etrafa bakmaya başladı. Tahtaları çürümüş bu evin küçücük çatı katında bir hayalet görmüştü. İnanamıyordu. Kendisini yeniden yatağa attı; kulakları sağır edecek tiz bir sesle gıcırdadı yatak. Uyumaya çalıştı, aradan bir saat geçti ve uykuya daldı.
"Hadi Chuck! Uyan artık!"
Annesinin sesiydi bu. Gözlerini açar açmaz, gözlerine kör edecek bir şekilde güneş ışığı geldi. Uykusunu alamamıştı, hayaletleri gördüğünde saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Korkudan uyuyamamıştı. Bunu ailesine anlatmalıydı. Burada kalmak istemiyordu, hayaletlerle birlikte yaşamak istemiyordu. Ama bir halüsinasyon da görmüş olabilirdi. Yinede bahsetmeliydi bundan ailesine. Gıcırdayan merdivenlerden koşa koşa aşağı indi. Sağdaki ilk kapıdan mutfağa girdi. Etrafı kızartma kokusu sarmıştı. Babası küçük beyaz masaya oturmuştu bile. Hemen karşısındaki küçük iskemleye oturdu ve soluk almadan anlatmaya başladı:
- Baba bu evde bir şeyler var.
- Neden bahsediyorsun?
- Dün gece bir hayalet gördüm. Benimle konuştu ve büyükbabamdan bahsetti.
- Küçüklüğünden beri dediğimiz şeyi hatırlamıyor musun? Hayalet diye bir şey YOKTUR!
- Ama baba gördüm onları. Şeffaflar ve gövdelerinden sonrası yok.
- Bir halüsinasyon görmüş olmalısın.
Cümlesini bitirdi, masanın üstündeki gazeteyi aldı ve oturma odasın geçti. Annesi ise önce Chuck'a baktı, başını iki yanına salladı ve o da babasının arkasından içeri geçti. İnanmamıştı onlar ama normal bir şeydi doğrusu. İnandırmak zorundaydı, hayaleti onlara göstermek zorundaydı. Koşa koşa tekrar pis çatı katındaki odasına çıktı. Yatağına oturdu ve beklemeye başladı. Geleceğini tahmin ediyordu ve tahmini doğru çıktı. Duvarın içinden hızlıca bir şey geçti ve karşısında durdu. Yine aynı hayaletti. "Biraz bekle!" dedi ona. Hayalet Tom başını salladı. "ANNE! BABA!" diye bağırdı, buna çığlıkta denilebilirdi. Merdivenin gıcırtıların duyabiliyordu. Annesi ile babası muhtemelen Chuck'a bir şey olduğunu düşünüyorlardı. Kapı hızlıca açıldı ve annesiyle babası soluk soluğa içeri girdi.
"Ne var oğlum?" dedi babası, zorla nefes alarak. "Baba bana inanmamıştınız! İşte hayalet!" dedi işaret parmağıyla karşısındaki şeffaf hayaleti göstererek.
"Nerede?" dedi annesiyle babası bir ağızdan. "İşte orada!" diye bağırdı Chuck, işaret parmağı hala hayaleti gösteriyordu. Hayaletin yüzünde yine o iğrenç gülümseme belirmişti. Sessiz ve tiz bir sesle "İstediğime görünürüm, istediğime görünmem." dedi ve odadan süzülürcesine çıktı. Kahkasının seslerini duydu Chuck. Annesi ile babası muhtemelen onu deli sanacaklardı. Parmağıyla kapıyı gösterdi ailesine.
"Oğlum iyi olduğuna emin misin? Doktor ister misin?" dedi annesi, endişeliydi. "HAYIR! Lütfen gidin! Yalnız kalmak istiyorum!" diye bağırdı Chuck, ağlamaklıydı sesi. Kimse inanmıyordu ona. Başka anlatacağı kimse de yoktu. Ne bir arkadaş, ne bir akraba veya bu tür olaylara meraklı olan birisi. Yatağına attı kendisini, ağlayacaktı neredeyse. "Gel buraya Tom!" diye bağırdı. Sanki onu dinliyordu ki Tom, hemen duvarın içinden geçerek karşısına dikildi. "Hey, sakin ol küçük adam! Ne oldu? Kimseyi inandıramadın mı?" dedi haince gülümseyerek. "Ben istemediğime görünmem. Bu yüzden büyükbaban öldü. Hiç büyükbabanın nasıl öldüğünü merak etmedin mi? Ailen sana ne dedi?"
Chuck biraz sinirli bir şekilde "Kalp krizi geçirmiş." diye cevap verdi. "Büyükbaban intihar etti. Beni gördü, herkese anlattı. Delirdi. Kimse inanmayınca sinir krizi geçirdi. Senin sonunda mı öyle olacak yoksa küçük bey?" dedi Tom, hala hain gülümseme vardı şeffaf yüzünde. Chuck dahada sinirlendi.
Ayağa kalktı, Tom'a bir yumruk salladı ama içinden geçti. Chuck'a da çok değişik bir his verdi. Yüksekten düşüyormuş gibi bir his. Chuck sinirden ağlıyordu. Masanın üstündeki vazoyu aldı ve Tom'a fırlattı. Ama o da içinden geçti ve duvara çarptı. Tom yine bir kahkaha attı ve "Hadi vur! Yoksa bilmiyor musun? Hayaletlere hiçbir şey işlemez!" dedi. Chuck daha da sinirlendi. "Git bu evden! Rahat bırak beni! GİT!" diye bağırdı ağlayarak. Merdiven gıcırdayamaya başladı, belli ki annesiyle babası geliyordu. Kapıyı hızlıca açtılar, yüzlerinden endişeli oldukları belli oluyordu.
"Rahat bırakın beni!" diye bağırdı Chuck. Yere düştü, yatağına yaslandı ve başını bacaklarının arasına aldı. "Oğlum iyi misin?" dedi annesi. Babası gitmişti."Git bu evden! Git!" diye bağırmaya başladı Chuck. Annesi de ağlamaya başlamıştı. Tom ise haince gülümsüyordu. Babası geri geldi. Annesine bir şeyler fısıldadı. "Saçmalama!" dedi annesi sessiz bir şekilde ve odadan çıktı. Babası da "Oğlum doktor çağırdık, iyileşeceksin." dedi ve o da kapıyı kapatarak çıktı.
"Ne istiyorsun benden?" dedi Chuck." Ben ne yaptım?" diye bağırdı. Ağlıyordu hala. Ölmek istiyordu, büyükbabası gibi intihar etmekte aklından geçmişti. Bir ambulans sireni duydu, ayağa kalktı ve camdan baktı. Evet, bir ambulans gelmişti. Ama hasta değildi Chuck. Hasta değilim ben, diye geçirdi içinden ve yine ağlamaya başladı. Yeniden gıcırtıları duydu, kapı açıldı. Turuncu kıyafet giymiş iki görevli, beyaz önlüklü genç bir kadın doktor. Arkadan da koşarak annesiyle babası geldi. Kadın "Hadi bakalım! Hastahaneye gidiyoruz." dedi gülümseyerek. "Gelmek istemiyorum, ben hasta değilim!" diye bağırdı Chuck.
"İyileşeceksin" dedi genç doktor. Yanına yaklaştı, başını okşamaya başladı. Chuck kolunda bir sızı hissetti ve ardından bayıldı. Bayılırken Tom'un "Seni ziyarete geleceğim." dediğini duydu.
"Hey, genç adam! Uyan artık."
Orta yaşlarda bir kadının sesiyle uyandı Chuck. Bir hastahane odasındaydı ama burası biraz daha büyüktü. "Geldiğinden beri uyuyorsun, acıkmışsındır. Al, akşam yemeğin. Yemekten sonra koridorun sonunda hastaların oturduğu bir kantin var. Oraya gidebilirsin" dedi, masanın üstüne içinde bir tabak çorba, pilav ve kızarmış tavuk olan tepsiyi koydu ve gitti. Ama Chuck aç değildi. Canı hiçbir şey yemek istemiyordu.
Ayağa kalktı ve kapının yanına gidip kapıyı açtı. Başını kapıdan dışarı çıkardı. Koridor bomboştu. Dışarı çıktı ve hizmetlinin dediği kantine gitmek için yürümeye başladı. Duvarlarda bazı bilgiler yazan birkaç resim vardı. Kapıların üstünde odaların numaraları yazıyordu ve şimdi üstünde kalın bir yazıyla "Kantin" yazan kapının yanındaydı. Kapıdan içeri baktı. Karşısına hemen bir adam çıktı. Elinde metal bir tabak vardı, onu bir direksiyon gibi tutuyordu. "Trenimize binmek ister misin?" dedi adam, otuziki dişini gösteren bir gülümsemeyle. Herhalde şakacı bir biri, diye düşündü Chuck. Düşündüğü yerde olmak istemiyordu. İlk uzun masanın yanına gitti, oradan bir sandalye çekti ve etrafa göz atmaya başladı. Büyük bir odaydı burası. Duvarları krem rengiydi. En sağ köşede küçük bir büfe vardı. Duvara montelenmiş bir televizyon ve sıralar halinde dizilmiş 4 mavi masa. bunları düşünürken omuzu dürtüldü. Kafasını çevirdi, bir kadın ona gülümsüyordu. 30-40 yaşlarında gibiydi, üstünde pembe renkli beyaz puantiyeli bir gecelik vardı. Gözleri büyükçeydi ve uykusunu alamamış gibi bir hali vardı. "Benimle oyun oynar mısın?" dedi Chuck'a. Chuck'ın düşündüğü yer miydi yoksa burası? Normal bir hastahanede hangi hasta oyun oynamak isterdi ki?
"Burası neresi?" diye sordu kadına. Kadın güldü ve "Tımarhane." dedi. Tiz kahkahalar atarak girişte Chuck'a "Trenimize binmek ister misin?" diyen adamın sırtından tuttu ve onunla birlikte odadan çıktı. Burası bir tımarhaneydi. Babası onu tımarhaneye yollamıştı. Onu deli sanıyorlardı. Chuck neredeyse ağlayacaktı. Koşa koşa kantinden çıktı, koridoru bir solukta geçti ve odasına girdi. Girer girmez yatağının üstündeki şeffaf yaratık çarptı gözüne. Tom'du bu. Ama ne arıyordu burada? "Sen ne zaman beni rahat bırakacaksın?" diye bağırdı sinirli bir sesle Tom'a. "Şşşt! Sakin ol küçük bey. Sadece ziyaretine geldim." dedi Tom, eğleniyormuş gibi bir havası vardı. "Seni rahat bırakacağımı pek sanmıyorum. Ölene kadar peşindeyim." dedi Tom. Chuck yatağının oraya bir çırpıda gitti ve hemşireyi çağırmaya yarayan kırmızı düğmeye bastı. "Dediklerimi unuttu galiba." diye fısıldadı Tom. Kapı açıldı, içeri yaşlı ve biraz kilolu bir kadın girdi. "Karşıdaki hayaleti görüyor musun?" dedi Chuck hemen, parmağıyla Tom'u işaret ederek. Kadın şaşırmış bir halde Chuck'ın gösterdiği yere baktı, kafasını Chuck'a çevirdi ve başını iki yana salladı. "Kahretsin!" diye bağırdı Chuck. Masanın üstündeki her şeyi yere devirdi. "Tamam, git!" dedi yüksek sesle kadına. Kadın kafasını evet anlamında salladı ve şaşkın bir biçimde odadan çıktı.
"Bunuyor musun sen?" dedi Tom. "Bir daha hatırlatmam. Ben istemediğime gö-rün-mem!" Bir kahkaha daha attı. Etrafa göz gezdiriyordu şimdi. "Güzel odaymış." dedi, yine o hain gülümsemesi yüzündeyken. Yere dökülen tepsiye baktı. Tepsinin içinde bir bıçak vardı. "Aha!" diye fısıldadı Tom. Eğildi ve aldı onu. Şeffafken nasıl aldığını çözemedi Chuck, ayrıca o bıçakla ne yapacağınıda. Yüzünde hain bir ifade belirdi Tom'un. "Delirmeye hazır ol!" dedi ve Chuck'a doğru hızla süzülmeye başladı. Chuck odadan koşa koşa çıktı. Bir yandan "İmdat!" diye çığlık atıyor diğer yandan da hızla koşuyordu. Kantindeki insanlar kapının önüne dizilmişlerdi. Karşıdaki merdivenlerden inerken önüne erkek bir doktor çıktı. Yanında da iki tane görevli vardı. Onu iki kolundan tuttular. "Sakin ol!" dedi doktor Chuck'a. Elinde büyük bir iğne vardı. Başını merdivenin üst tarafına çevirdi, Tom elinde bıçakla ona gülümsüyordu. Yavaş yavaş ona doğru süzülüyordu. "Geliyor! O geliyor!" dedi doktora, ağlayarak. "O geliyor! Beni öldürecek!" diye bağırmaya başladı. Bir yandan da doktorun elinden kurtulmaya çalışıyordu. Doktor "Sakin ol! Kim geliyor?" dedi Chuck'a. İşaret parmağıyla hayaleti göstererek "O! O!" dedi. Doktor bakmadı ama görevliler başlarını hayalete doğru çevirdiler. Yüzlerini bir anda korku kapladı. Ama Tom'un kendini göstermeyeceğini sanıyordu Chuck. "Efendim -" dedi görevlilerden biri. "- havada bir bıçak var." diye devam etti endişeli bir sesle.
"Saçmala -"
Doktorun sözü yarıda kesildi. Kafasını bıçağa doğru çevirmişti. Yüzünü şaşkın ve korku dolu bir ifade kapladı. Chuck'ı bıraktılar ve yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Chuck'ta ayağa kalktı ve Tom'a döndü:
- Se-sen kendini mi gösterdin?
- Tabiki hayır. Ama bıçağı görünmez yapmak için bir gücüm yok. Onu gördüler, yukarıdaki delilerde.
Bu fırsattan yararlanıp ani bir şekilde koşmaya başladı Chuck. "Benden hızlı olamazsın." dedi Tom ve o da arkasından süzülmeye başladı. Chuck ilk kapıdan içeri girdi ve içerdeki anahtar ile kapıyı kilitledi. Ama sonradan aklına geldi Tom'un duvarlardan geçebildiği. Tam kapıyı açıp çıkacaktıki karşısındaki duvardan Tom içeri girdi. "Sana harbiden bir şeyler oluyor." dedi gülerek. Yavaş yavaş Chuck'ın yanına yaklaştı."Kimse sana inanmazken bütün hayatını burada geçireceğine ölmek daha iyi değil midir, Chuck?" dedi. Hala gülüyordu. Chuck ağlamaya başlamıştı tekrar. Bıçağı havaya kaldırdı Tom ve Chuck'ın kalbinin tam ortasına sapladı. "İnsanları delirtmeyi seviyorum." dedi, yatağın yanındaki kırmızı düğmeye bastı ve kahkahalar atarak odadan çıktı.