Blinxtine Tatum Berdwell
Gerçek İsim : Tılsım. Mesaj Sayısı : 16 Kayıt tarihi : 30/07/10 Yaş : 31 Lakap : Tinx.
| Konu: Blinxtine Tatum Berdwell Cuma Tem. 30, 2010 2:26 pm | |
| Ad - Soyad: Blinxtine Tatum BerdwellKişisel Özellikleri: "Ne denir ki Blinxtine hakkında? Nasıl başlanır? Her şeyden biraz gibi... Sanki bir kişilik cümbüşü."Hareketli, yerinde bir dakika durmaz ve kesinlikle biraz fazla konuşkan... Özellikle insanların ondan beklediği tepkileri vermemek gibi bir özelliği var. Bir de zor durumlardan paçayı kolay sıyırmak... Bu bir aile sorunu, ya da kuralları çiğnediğinde olabilir. Ama çuvalladığı zaman çok kötü çuvalllar. Genel olarak ise; şanslıdır... Annesi tarafından üzerinde büyük bir baskı sağlanmıştır. Bu da onu sevmemesine, babasına daha da yaklaşmasına sebep olur. Babasının rahat ve alaycı tavırları tabi ki ona da bulaşmıştır. Annesinden ise pek bir şey kaptığı söylenemez. Olsa olsa çabuk sinirlenmesi annesinin eseridir. Ama çabuk sinirlense de kendini çok iyi bir biçimde dizginleyerek, kolayca etrafa 'sakin' imajı verebilir. Biraz da patavatsız olduğunu söylersek, pek de yalan söylemiş olmayız. Bu da çok konuşkan yapısının bir ürünü sayılır. Kendinden eminliğine gelirsek, bazen bu ukalalık gibi görünebilir. Ama o sadece yanlış anlaşılmaya müsait bir karakterdir.
Fiziksel Özellikleri: Delici bakışlar atan mavi gözler, uzun siyah kahküllü saçlar, ve çok sevimli bir surat. Aile Geçmişi: - Spoiler:
Deborah Lilith Berdwell ~ Slytherin Mezunu
Anthony Berdwell ~ Hufflepuff Mezunu
Berdwell ailesi sıradan bir ailedir. Ama annesi tarafı olan Amorphis ailesi pek de sıradan sayılmaz. Ailenin kökleri 16. yy'a kadar dayanmaktadır. O zamandan beri büyücü dünyasının korkular ismi olmuştur. Aile Hogwarts tarihinde asırlardır Slytherin binasında yer almışlardır. Ama sonra en küçük kızları Lilith'in bir Hufflepuff'lıyla evlenmesiyle Lord Went biricik kızını görmeyi kesmişti. Ama torunu Blinxtine dünyaya geldiğinde işler değişti.
~
Amorphis Ailesi ~ Daha öncesine... Çok daha öncesine...
Nasıl başlamasını dilerdiniz? Size sadece artık tarihten çok bir efsaneye dönüşmüş şeyleri anlatacağım. Gerçekliğine inanan tek kişi büyük babam Went... Zaten ailedeki en yaşlımız da o... Bunları bana anlatmaya başladığında ne kadarını bilmem gerektiğini hiç tahmin etmemişti... Bende tahmin etmemiştim. Ama onun hep sevdiğim bir sözü vardır. Bana hikayeye başlarken şöyle demişti; "Ne derler bilirsin Tilsiatum, tarih efsaneleşti, efsaneler masal oldu." İşte o an inanmaya başlamaktan ziyade dinlemeye, gerçekten dinlemeye, başlamıştım. Zaman bir film rulosu gibidir ve içinde yolculuk etmek aslında sanıldığı gibi imkansız değildir. Küçük bir anı, yahut sararmış bir kağıt parçasıyla yolculuk başlar... Bizim ki de böyle başlamıştı. Sararmış bir parşömenle.
*
Geçmişin Herhangi Bir Zamanında; Floransa, İtalya
Herşey burada başladı. Tıpkı rönesans gibi... Bir delikanlı, pek cesur, pek içten... Ama bazen delirebilir. İnsan beyni buna müsaittir. Yeteri kadar baskı ve bum! Sadece şakaydı. O bunu da yapamayacak kadar kendinde. Tabi bazen raydan çıkmayı hepimiz isteriz. Bazı durumlarda. Ama o yapamayacak kadar kendinde. Ve sorumluluk sahibi. Sorumluluklar bazen kötü hissettirir. Sanki bir yük treninin altında kalmışsın gibi. Ya da denizin çok derinleride gibi... Bilirsiniz işte. Basınç, baskıdır. Aralarında hiçbir fark yoktur. Tıpkı bazen sorumluluğun bir baskıya dönüşmesi gibi. Onun sorumluluğu küçük kız kardeşiydi. Sadece o... O kadar küçüktü ki başını sokabileceği bir bela yoktu. Sadece nefes almak ve gülümsemek... Küçüklüğüne ancak bunlar sığabiliyordu. Delikanlı ona çok iyi bakıyordu. Çünkü bu kaçmak istediği bir sorumluluk değildi. Bu küçük kız onun kardeşiydi. Aynı kanı paylaşıyorlardı. Hatta kızın biraz ona benzediği bile söylenebilirdi. Tabi bu yalnızca uyurken olabilirdi. Çünkü kızın güleç yüzüne karşılık, delikanlı tam bir somurtkandı. Nitekim, sebep bu zıtlıktı belkide, gelecekte kendi kanından olana yapacaklarına... Ağabeylerin görevi bellidir. Ne olursa olsun kardeşini korumak. Delikanlı kardeşine zarar verirken de kendini bununla avutmuştu. Oysa o sözün amacı ne kadar da çarptırılıyordu o an da. İnsanoğlunun güçlü egosu yüzünden hemde. Güç tutkusu ve bağnazca fikirler yüzünden...
Çok geçmemişti küçük kız büyümüştü. Ağabeyi ise bir yetişkindi artık. Bir genci dizginlemek hiç bir zaman kolay değildir. Özellikle rönesansın en belirgin yıllarında. Çok geçmemiş genç kız kalbimi ressam bir muggle'la vermişti. Ağabeyinin bunu anlaması uzun sürmemişti elbet. Anne ve babaları muggle'lar tarafından öldürülmüş yarım bir büyücü ailesiydi iki kardeş. Ağabey tabi ki muggle'lardan ölesiye nefret ediyordu. Ve kardeşinin bir muggle'la olması fikri onu çıldırtmıştı. Öyle ki, kendinde olan sorumluluk sahibi bu delikanlı bir anda kendini kaybetmişti. İlk başta kızı inkaz etti. Kız onu dinlemeyince çocuğu buldu ve inkazdan çok lanetler, emirler ve tehditler savurdu. Aslında ona o anda asasını kaldırıp 'Avada Kedavra' demek için ölebilirdi. Ama bunu yapamazdı. En azından Arno nehrinin kıyısında onca muggle ikisine bakarken. Vazgeçiremedi... Birlikte kaçmaya çalıştıkları gece yetişkin ağabey çocuğu öldürdü. Gözünü bile kırpmadı. Kız kardeşine ise asasını doğrulttu. "Crucio!" Kız acıyla çığlık bile atmadı. Sadece gözlerini dikip ağabeyine baktı. "Beni de öldür." dedi yavaşça. "Hadi! Yap! Senin için zor olmasa gerek! Eğer bunu sen yapmazsan ben yapacağım!" sesi bir fısıltıya dönüşmüştü. Bir kaç dakika daha sustu. Sonra ağabeyi asasını ona doğrulttu. "Avada Kedavra!" O kadar fısıltıyla söylemişti ki duyulmamıştı.
Lanetlenmişlerdi... İki masum, üstelik biri kendi kanlarından... Kız kardeş ağabeyini yaşamı boyunca asla rahat bırakmadı. Düğün gecesinden tutun ki ölüm döşeğine kadar hep başında aynı donuk bakışlarıyla ona baktı. Aile muggle'larla neredeyse bütün bağlarını kesti.
*
Lord Went yavaşça başını kaldırıp Tatum'a baktı. "Aynı şeyi ancak bir aptal yapabilir." diye mırıldandı parşömeni dolabına kilitlerken.
~
Berdwell Ailesi ~ Başka bir efsaneye doğru...
Büyükannemin alaylı gülüşüyle parlayan bir efsane... Anlatırken o alayı bütün cümlelerde hatta ve hatta hecelerde hissetirmişti. Ne garipti. Biri hikayesine sonuna kadar destek veriyordu, biri anlatırken bile gülüyordu. Ama ben ikisine de inanmıyordum. İnanmaktan ziyade bu kadar korkunç ve bu kadar güzel şeyler aynı aileye nasıl sığıyor, anlayamıyordum.
*
Londra, İngiltere
Yine yağmur... Bu şehirde en sevdiği şey bu yağmurdu. Tanrı'ya şükür bundan hiç yoksun kalmıyordu. Ve o 18 yaşına yeni basmış yakışıklı ve bir o kadar da nazik delikanlı... O artık gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu gitmekle çok uzaklar kastedilmiyordu. Sadece çok kişinin bilmediği gizli bir yer... Delikanlının oturup kafasını ve damlaları dinlediği bir yer. Tanıdık sokaklarda yürürken, adımları kontrolünün dışında, sadece hareket ediyordu. Onun huzurlu olabildiği dünyadaki nadir yere artık ezbere götürüyorlardı. Oraya vardığında, Londra'yı tepeden gören bir tepedeki küçük barakaya, içeride bir mum ışığı görmüştü. Birden tedirgin oldu. Aylardır burası onun gerçekten evi gibi olmuştu. Bir sahibi olmayacak kadar da ıssız bir bölgedeydi. Peki öyleyse orada kim vardı? Asasını eline aldı. Hem saklamaya çalışıyor, hem de bir tehlike olursa diye onu sıkı sıkı elinde tutuyordu. Yavaşça kapıyı araladı. Aman Tanrım! Bu bir melek miydi? Ancak bir melek bu kadar güzel olabilirdi. Bir kızdı içerideki... Eski püskü kanepenin üzerine oturmuştu. Zerafet adeta üzerinden akıyor, bu yıkık dökük barakaya bir cennet havası katıyordu. O kadar güzeldi ki... Bir periydi belki de. Onu tanımlayacak bir şey gelmiyordu delikanlının aklına. Bütün güzel sıfatları kullansa da anlatamazdı bu görüntüyü. Kız kapıyı açar açmaz başını ona çevirmişti. Sonunda delikanlı konuşabilecek kadar kendini toparlayabilmişti. "Çok özür dilerim..." Ağzından başka bir söz çıkamadı. Kız ayağa kalkmış ona doğru yürüyordu. "Hiç bir sorun yok..." dedi. Sesinde en güzel aşk şarkılarının tınısı vardı. "Bende seni bekliyordum." diye ekledi.
"Beni mi?" Delikanlı şaşkınlığını gizleyememişti. Böylesine güzel bir varlığın onu beklemesi? 'Belkide bir cadı bu! Bana zarar vermek istiyor!' diye haykırdı aklı. Kötü şeyler düşünmeye müsait bir beyni vardı. Aslında daha çok iyi şeylere sahip olamayacak kadar kötü olsuğunu düşünürdü. Ve böyle bir kız ancak Tanrı'nın olabilirdi. Çünkü böyle bir varlığa hiçbir kişi sahip olabilecek kadar mükemmel olamazdı. Ama kız sanırım delikanlıyla aynı düşünceyi paylaşmıyordu. O geceyi delikanlı çok zaman sonra bir rüya olarak hatırlayacaktı...
RP Örneği: - Spoiler:
"Merlin Aşkına LJ! Senin sorunun ne? Neden artık sözümü dinlemiyorsun ki!"
Güneşin en tepede olduğu zamandan beri, LJ'i arıyordu Blinxtine. Tabi bulması bir kaç derse mal olmuştu ki bu da annesi Deborah'ın hiç hoşuna gitmeyecekti. Kadının adeta muhbirleri vardı. Blinxtine ne yapsa havadisleri Deborah'a ulaşıyordu. Sadece o olsa yine iyi. Zaten bu son yılıydı ama ondan cadı üstü bir performans bekleniyordu.
Blinxtine LJ kucağında, onun başını iki eliyle kavramış gözlerinin içine bakıyordu. "Artık burayı sevmiyor musun yoksa LJ? Burası Hogwarts! Ve ne yazık ki zaten bu son yılımız." Kediyi yavaşça yatağın üzerine bıraktı. O sırada ortak salondan gelen seslerle irkildi.
"Beni kışkırtma velet! Yoksa bütün Ravenclaw'ı başına salarım. Umarım beni anlamışsındır..." Ses adeta şakıyordu. Blinxtine başını yavaşça kapıdan uzattı. Olivia birine bağırıyordu. Bu bir erkekti ama arkası Blinxtine'ye dönük olduğu için onun kim olduğunu çözememişti başta. Olivia'nın ise neden bu kadar sinirli olduğunu anlamak zor sayılmazdı. Bir şakaya kurban gitmiş gibi görünüyordu. Elinde yanık parşömenler vardı. Kızıla çalan kahverengi saçları birinci sınıftaki ilk uçuş dersinde kullandıkları süpürgelere benziyordu. Bunu büyüyle bile açmasının zor olacağını düşündü Blinxtine.
"Hiç sanmıyorum... Ama bana sorarsan bu saç stilinin seni çok da kötü gösterdiğini söyleyemem Olivia. Aksine, o şapşal surat ifadene cuk oturdu. Bu yüzden bana teşekkür etmelisin. Sonuçta sana yakışan bir şey bulmak bayağı zor olmalı. Ne de olsa sıska bir sıçana benziyorsun. Belki biraz da şişmen gerekir. Ee o zaman tam yerinde olursun!"
Konuşan Isaac'ti. Bu ses ve alaycı ton ancak onun olabilirdi. Blinxtine hızla yanlarına doğru yürüdü. "Ooo! Tinx! Şu halime bak!" Kız o kadar sinirliydi ki adeta her duraksamasından sonra bir ünlüm hissediliyordu. Olivia konuşur konuşmaz Isaac'in yüzü de Blinxtine'ye döndü. Ela gözleri alayla parlıyordu. Birden bu alaycılık yavaşça yerini umursamazlığa bıraktı. Alnına düşen saçlarını geriye attı. Blinxtine bu çocukla ne zaman karşılaşsa, ona tuhaf bir his duyardı. Bu his genel de nefretten hafif bir şeydi. Ama şu an onun da Olivia gibi sinirleri tepesine çıkmıştı. Cüppesinin iç cebinden asasını çıkarttı ve sessiz bir kaç keime eşliğinde yavaşça salladı. Bir kaç saniye sonra Olivia'nın saçları eski haline dönmüştü. Kızılımsı kahverengi, dalgalı ve uzun... Blinxtine kızın elindeki parşömene baktı. Onun için yapacak birşey olduğunu zannetmiyordu. Ah! Teşekkür ederim Tinx... Ama sihir tarihi notlarım artık yok. Ama şükürler olsun ki daha dönemin başındayız. Toparlamam pek sorun olmayacak." Olivia minnettar bir ifadeyle bunları söyleyip sonra da adımlarını ortak salonun çıkışına çevirdi. Blinxtine ise gözlerini Isaac'e dikmişti. "Hey! Şu şeytani bakan gözlerini benden çekmeye ne dersin Blinxtine? Bu içime fena bir ürperti yayılyor. Aslında ürperdiden de öte. Sanki şeytan tohumları ruhuma serpiştiriliyor gibi..." Isaac korkmuş gibi titredi sonra bir kahkaha attı.
"Şeytanın tohumlarının içine nasıl serpiştirildiğini bilemem Isaac. Ama zırvalamaya devam edersen asamı kullanmaktan çok yumruğumu midene fena bir darbeyle indirmekten pek çekinmeyeceğim." Blinxtine sinirle soludu. Bu genç adam neden bu kadar çekilmezdi? Suratından her zaman bir düelloyu kazanmış ifade vardı. Oysa kimse onunla düello yapmıyordu. Biraz şizofrenik bir durum sayılırdı bu. Aslında Isaac'in aşırı derecede sofistik bir yapısı vardı. Karmakarışık bir karakterdi ve fazla yapmacıktı. Onu çözmek çok zordu. Yine de Blinxtine'den bir yaş küçük bu genç adam son sınıflarla uğraşmaya bayılıyordu. Özellikle de kızlarla. Çünkü erkeklerin onun kafasına bir büyü sallamakta ve ya suratına bir yumruk atmakta hiç tereddüt etmeceğinin farkındaydı. 'Korkağın tekisin değil mi?' diye düşündü Blinxtine. "Vuu! Çok korktum. Ama ağzının iyi laf yaptığını söylemeliyim Blinxtine." Isaac korkmuş gibi suratını büzdü. Sonra hemen eski haline döndü. Blinxtine tek kaşını kaldırıp ona baktı. Bu ifade suratına ilginç bir hava katıyordu. O sırada giriş kapısının şifresi söylendi ve kapı açıldı.
"Herkes büyük salona inecekmiş!" dedi Isaac ve Blinxtine'yi görünce. Küçük bir kızdı. Haberci baykuşu gibi koca şatoda olup biten her şeyi bilir ve herkese yetiştirirdi. Hatta Hogwarts çevresindeki olayları bile. Isaac ve Blinxtine bir an birbirlerine baktılar. Sonra çıkış kapısına yöneldiler. Koridora çıktıklarında Blinxtine cüppesini çekiştire çekiştire büyük salona doğru ilerliyordu. Arkasından koşuşturan Isaac'i umursamadı bile. Salona girdiğinde biraz geç kaldığını düşündü. Çünkü sevgili müdürleri Idergrath Crescent neredeyse konuşmaya başlamıştı. Hızla Ravenclaw masasına ulaştı ve boş bulduğu yere attı kendini. Isaac de hızla gelip yanına oturmuştu. "Beni bekleyebilirdin!" diye söylendi. Blinxtine gözlerini devirirken onu umursamadan başını tabağına çevirdi. Bir yandan dinlerken bir yandan da birşeyler atıştırmaya başlamıştı. LJ'i aramaktan öğle yemeği bile yiyememişti, adeta açlıktan ölmek üzereydi. "Hey bu da ne böy-" Blinxtine sesin devamını duyamadı. Başını hızla kaldırdı ve etrafa bir göz gezdirmeye başlamışken bir anda pembe bir gözlük takmış gibi oldu. Blinxtine "Bu PEMBE aşkı da nereden çıktı?" diye söylendi. Konuşmaları dinlerken etraftan da tuhaf tepkiler geliyordu.
"Wow!"
"Iyy.. Pembeye boğulduk resmen..."
"Pembe'ye bayılırım."
Konuşmalar devam ederken iki bakanlık çalışanı bazı etkinliklerden bahsediyorlardı. Moral seviyesini yükseltmek? Vay canına! Hogwarts bu yıl da Blinxtine'yi şaşırtmamıştı. Yine aynı kalmamış, değişik bir olay sığdırmıştı bünyesine. Kadının elindeki liste okuyucuya dikti gözlerini. İçini tatlı bir heyecan bürüdü. Bu pembe renkte heyecana yardım ediyordu sanki. 'Bende istiyorum!' dedi içinden. Sesinde çocuksu bir heyecan vardı.
'Seçilmeliyim lütfen!'
ps. Önceden yazdığım karakterdi. Word'den kopyaladığım için böyle görünüyor sanırım. | |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Blinxtine Tatum Berdwell Cuma Tem. 30, 2010 3:48 pm | |
| | |
|