Smyrna, Percywood'a nasıl geldiğini bilmezken Yaratıcı Yazarlık dersinin kapısına gelince durdu. Her zaman bir buz dağı gibi soğuk olan genç kadın, içine hafifçe dolan heyecandan rahatsız bir biçimde elini kapıya götürdü. Tıklatmadan önce derin bir nefes alırken, bir an için doğru yapıp yapmadığını düşündü.
O yıllardır ders verirdi. Ders almazdı.
Bir kaç saniye duraklamanın ardından saçmaladığının farkına vardı. Büyük bir egosu olduğu doğruydu fakat ders alması gerekiyorsa alacaktı. Tuttuğu nefesini bırakarak kapıyı çaldı ve dimdik bir şekilde içeri daldı.
Gözleri ilk olarak tahtaya odaklandığında üzerindeki yazıyı içinden okuyarak bakışlarını masa da oturan profesöre çevirdi. Tereddüt etmeden yanına oturduğunda yüzünde en ufak bir gülümseme olmaksızın delici mavi gözlerini adını kayıt yaptırırken öğrendiği adama, Albus'a dikti.
"Merhaba. Percywood'a hoş geldin. Bildiğin gibi ilk dersimiz bu gün. Yaratıcı bir yazar olmak için ilerliyoruz. Önce kendini tanıt ardından gördüğün kağıtlara kendin hakkında bir yazı yaz. Birnevi bir otobiyografi olacak. İstediğim; güzel betimlemeler, zengin dil dağarcığı kullanman ve sözcüklerinin ağırlığı olacaktır. Bundan sonra da başka bir kağıda özeleştirini yapacaksın. Evet bekliyorum."
Bu kadar çabuk konuya girmesi onu şaşırtsa da omuz silkti. Kendiside zaten böyle yapardı. Kafasını salladı ve Albus'un dediğini yaptı.
"Smyrna Ultio Darkness."
Bir an aklından Hogwarts'ta çalışıp çalışmadığını söylemeyi geçirirken Londra'da olduğunu hatırlayarak bu düşünceyi aklından tamamen sildi.
Normal bir insan gibi davranacaktı. Onlardan nefret etse de, bir muggle gibi.
"Profesörüm. 21 yaşındayım. Sıradan bir hayatım var ve bu konuda uzmanlaşmak istiyorum."
Genç adam başını anlayışla salladığında bakışlarını ondan ayırarak masanın üzerinde duran kalemi kavradı. Bir kaç kez elindeki kalemi çevirdikten sonra en sonunda fikirlerini oturtarak yazmaya başladı.
‘1992 yılında, gayet sıradan bir günde doğdum ve o zamandan beri her türlü belanın kaynadığı, gürültüden geçilmeyen bu yerde, Londra'da yaşıyorum.’
Bir kaç saniye durdu. Aklı Hogwarts'ta yaşadığı yıllara, okuduğu basamaklara ve işine kayıyordu. Bunları yazmayı ne kadar çok istese de yazamazdı. Şansına lanet okuyarak devam etmek için kağıda dönse de hiç bir şey yazamadı. Geçmişini anlatamazken, nasıl yazabilirdi ki?
O anda karamsarlığa bürünüp dışarı çıkmayı planlasa da dudakları istemsizce hareket etti.
"Hogwarts'ı biliyor musun?"
"Oradan mezunum."
Genç kadın için bu laf yeterli olurken bir kahkaha patlattı. Kendisini boşuna kastığını düşününce gülmesini engelleyemiyordu. Kafasını iki yana salladı ve odaklandı. Yazdıklarına bir göz attıktan sonra devam etti.
‘Tabii ki Londra’nın içinde olmasına karşın, bambaşka bir dünya da. Sıradan bir insan gibi doğmuş olabilirim, fakat asla sıradan bir insan olmadım. Hayatını büyüye adamış bir insan nasıl sıradan olabilir ki? Bir çok muggle’ın hayal bile edemeyeceği şekilde büyüdüm. Okul çağıma kadar, evimde ailem tarafından eğitim aldım. Okula başlayacağım zaman ise, bir safkan olmanın verdiği avantajla doğruca Slytherin’e yerleştim. Slytherin her zaman benim için kutsal olmuştur zaten. Okul hayatımı da böylece tamamladım. Başarılı bir öğrenciydim, derslerimi ustalıkla geçerdim. En büyük hedefim seherbazlıktı. Taa ki mezun olduğum günlerden birinde kendimden geçene dek. Bir görücü olduğumu işte o gün anlamıştım. Bana bahşedilen yeteneği de çöpe atmadım. O konuda uzmanlaştım ve yıllar sonra Hogwarts’ta Kehanet Profösörü olarak çalışmaya başladım. Şimdi, profesörlükte ki ilk senem. Hayatı tanıyacak kadar yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum.’
Smyrna, elinde ki kalemi bırakarak kağıda gözlerini gezdirdi. Yazması gereken her şeyi yazmıştı. Kendisinden daha edebi bir metin beklediğinin farkında olsa da, kendi hayatında daha ne kadarını yazabilirdi ki?
Her zamanki gibi kendisine hak vererek diğer kağıdı açtı. Her şeyi en iyi bildiğini zanneden biri için öz eleştiri yazmak, çoğu şeyden daha zor olacaktı. Düşünmemeye çalıştı. Kendisini aynaya bakarmışçasına düşledikten sonra istemsizce karalamaya başladı.
‘Benim için öz eleştiri yazmak, ateşle barutun yan yana koyulmasından farksız. En büyük sorun da budur belki de. Öz eleştiri yapamayacak kadar, egoistim. Bunun farkında olarak inadına devam ediyorum. İnsanın elinde olmadan yaptığı şeyler vardır. İşte, bu da benimkisi. Dışarıdan, soğuk, ciddi ve kesinlikle burnu havada biri gibiyim. Hepsi de sonuna kadar doğru. Sadece dışarıdan. Çevremde olan kişilere karşı ise yeterince sıcak ve içten olduğumu biliyorum.
İlk görünüş önemli derler, benim için pek de bir önemi yok. Kimse göründüğü gibi değildir, bunu bilemeyecek biri zaten benim çevrem de olamayacak kadar aptaldır.
Duygular, benim için yersiz. Çok duygusal biri ibresinin tam tezatıyım ben. Duygusuz. Nereye kadar ama? Her şeyin bir sınır noktası olduğu gibi benim de duygusuzluğumun sınırı var. Konu aşka geldiğinde kaynar suyun içerisine atılmış bir buz gibi çözülüveriyorum. O soğuk, taş kalpli insan bir an da dokunsan ağlayacak duruma geliyor. Kendimce inkar etmeye kalksam da bu, dünyanın dönmesi kadar gerçek.
Öz güvenin iyi olduğunu söyleseler de, fazlası kesinlikle zarar. Öz güven deposu gibi olmam, benim suçum olmamalı. Küçükken en iyi olmak için yetiştirildim, öz güven ve ben tırnak ile et gibiyiz. Birbirimizden ayrılamayız. Her şeyde kendime güvenirim. Her seferin de aşırıya kaçsam da.
Şimdi bunları nasıl yazdığımı bile bilemiyorum. Muhtemelen okuduktan sonra ne saçmaladığımı düşüneceğim. Olsun, bir kez dilim çözülünce devamı geliyor. İçimdeki şeytan saçmalıyorsun diyene kadar devam edeceğim.
Kendimi tanımaktan korkuyorum. Ölümden bile korkmam, bunu gözüm kapalı söylerim ama kendimden korkuyorum. Aynaya baktığımda, gözlerim kendi gözlerime, başıma, bedenime, ruhumun derinliklerine odaklandığında soruyorum kendime. “Ben kimim?”
Bu sorunun cevabını verecek cesaret bende yok. Zaten hiç cevap vermedim. Çünkü üzerinde kafa yoracak kadar güçlü değilim. Bir süre sonra sorumun cevabı kendiliğinden, sen Smyrna Ultio Darkness’sine dönüşür. Açıklamaya gerek duymaksızın, işin özü.
Kişiliğimi tanımama gerek yok. Şu an da tanıdığımın farkına vardım. Belki de sandığımdan güçlüyümdür. Kendime itiraf etmeye korktuğum şeylerin kelimelerle can bulmasına izin verdim. Şu anda.
Kararsızlığım en büyük düşmanım olsa da, kararlılığım onun tam tersine dış dünyam da benim için yeterince baskın.’
Sonunda yazmayı bırakan genç kadın yazdıklarını okumadı. Kalemi uzatarak mırıldandı.
“Bitti.”