Adrian Darcell
Gerçek İsim : Deniz Mesaj Sayısı : 111 Kayıt tarihi : 01/04/10 Yaş : 28
| Konu: Darq A. Laurel Paz Tem. 25, 2010 12:18 am | |
| :Darq A. Laurel x K.Ö.: Hırslı ve azim doludur. Sinsiliği ise oldukça fazladır. İnatçı ve sabırlıdır. Bazen insanları bıktırabilir. Eğlenceden hoşlanır. Özellikle insanlar üzerinde eğlenmek en büyük zevkidir. x F.Ö.: Sarı saçları hafif uzundur. Kahverengi gözleri her zaman kendini beğenmiş bir şekilde süzer etrafı. Uzun ve zayıftır. x A.G.: Laurel ailesi her zaman safkanlığı ve karanlık yanlısı olmakla gurur duyar. Aile uzun zaman önce kurulmuştur. Ailenin bütün üyeleri karanlık tarafın hizmetindedir. İyiler olsa bile öldürülmüşlerdir. Darq ise ailesine yakışacak şekilde asil büyütülmüştür. x Rp; - Spoiler:
Hava karanlıktı. Sadece yürüyordu Cassidy ama nereye gittiğini bilmiyordu. Yürürken kahverengi düz saçları gözlerinin önüne geliyor, küçük hacimli dudaklarına yapışıyordu; ama o bunu aldırmıyordu. Babasıyla annesinin kavgasını hatırlayıp uzaklaşıyordu evden. Kavganın sonu ne olacak? diye düşündü. Babam anneme bir şey yapar mı? Ya da annem babama. Yalnız kalmaktan korkuyordu. Bu düşüncelerden kafasını temizlediğinde kendini bir ormanda buldu. Karanlık bir orman. Korku filmlerinde gördüğü gibi her yerden garip sesler geliyordu. Normaldi. Akşam bir sürü hayvan dolaşırdı ormanda. Bu düşünce gayet normal gelmişti Cassidy'e. Birden durdu Bir sürü hayvan, hem de yırtıcı! diye düşündü. Korkmaya başlamıştı, elini cebine attı telefonunu aradı en azından bir ışık kaynağı olurdu. O da ne ? Evden o kadar hızlı çıkmıştıki telefonunu evde unutmuştu Harika! diye düşündü Cassidy. Şimdi ne yapacaktı? Kapkaranlık bir ormanda, pasaklı bir eşofmanla dar kısa kollu bir bluz ve iletişim için değil ışık için bile bir telefonu yoktu Cassidy'nin. Artık kesinlikle korkuyordu. Geri dönüp yürümeyi düşündü ama arkasını döndüğünde sadece boşluk görüyordu, karanlık.. Bu kadar yolu nasıl gelebilmişti. Bir türlü anlam veremiyordu. Kafası iyice karışmıştı. Ne yapacağını düşünmeliydi. Sabah kadar burada durursam sabah olunca etrafı daha iyi görürüm ve eve dönüş yolunu bulabilirim. diye düşündü. Ama umutsuzdu. Belki dedi içinden. Zar zor görebildiği bir ağacın dibine oturdu. Kocaman bir çınar ağacıydı ve yaşlıydı. Üşüyordu. Ormandaki sesler geriyordu Cassidy'i. Biraz gözlerini kapadı ve evini düşündü. Neden çıkmıştı ki evinden? Neden odasına kapanmamıştı? Pişmandı.
Kafasında bu düşünceler dolaşırken bir ses duydu. Çatt! bir dal kırılmış gibi değildi. Kocaman bir ağacı sanki biri eliyle kırmıştı. "Kim var orda?" Cevap alabileceğini düşündü. Hiçbir hayvan böyle güçlü bir şey yapamazdı. Aslında insanda yapamazdı.
Korktu Cassidy, ses yavaşça yaklaşıyordu. Garip bir şekilde bu karanlıkta gelen cismi görebiliyordu. Bu Cassidy'i meraklandırdı. O da cisme doğru yürüdü. Gördüğü şey karşısında ne yapabilirdi ki? Bu bir insan mıydı? Karşısındaki bu varlık bir insan olamayacak kadar güzeldi. Gözleri sarıya yakın kahve tonlarındaydı, dudakları kırmızı, elmacık kemikleri yüzünün güzelliğini ortaya çıkarıyordu. Bu adam Cassidy'nin hayatında gördüğü her şeyden üstündü. Kaslı ve sağlam görünen vücuduyla Cassidy'e yaklaştı.
"Adım Lestat bayan, sizin adınızı öğrenebilecek kadar iyi bir izlenim bırakabildim mi acaba ?" dedi isminin Lestat olduğunu iddia eden adam. Sesi Cassidy'i büyülemişti ve o bu sesin sorduğu her şeye cevap verebilirdi.
"Cassidy." dedi kısık bir sesle adamın gözlerine bakarak.
"Memnun oldum Cassidy." adamın sesi hırçınlaşmıştı.
Adamın gözleri karardı, dudakları garip bir şekilde yukarı büzüldü ve ağzı Cassidy'nin boynuna gitti. Cassidy boynundaki ateşli acıyı hissetmişti. Hiçbir zaman böyle bir acı duymamıştı ne fiziksel ne de duygusal bu her şeyden üstündü. Adamı tekmeliyordu karnına yumruklar atıyordu ama işe yaramıyordu. Kanı içinden çekiliyor ve boynuna takılmış ağza yol alıyordu. Adam birden durdu. Ne olmuştu? Neden Cassidy 'nin daha çok acı çekmesini istiyordu? Lestat birden ayaklandı ve yok oldu. Hızlıydı, güçlüydü, güzeldi, o bir vampirdi. Cassidy içinde yanan ateşe rağmen bunları düşünebiliyordu. Şimdi ise o vampir Cassidy 'i ısırıp kaçmıştı. Ne olacak? diye düşündü Cassidy.
Uzun süre içinde yanan ateşle yattığı yerde kimse onu görmemişti. Artık yağmur yağıyordu. Cassidy gözlerini açtı. Uyudum mu? diye düşündü. Bunların hepsi rüya mıydı yani. Yattığı yerden sevinçle kalktı ama sevinci kısa sürdü hala ormandaydı ve üşümüyordu. Acıkmıştı ama canı yemek istemiyordu. Yakınından geçen bir sürü kan kokusu -artık onları bir canlı olarak görmüyordu sadece kanın kaynağıydı onca hayvan Cassidy için- onu cezp ediyordu. Anlamıştı Cassidy artık vampirdi. Eve geri dönemezdi. Annesiyle babasının birbirlerine zarar vermelerini istemiyorken, onlara kendisi zarar veremezdi. Ağlayabilse ağlardı ama artık o farklıydı. Bunları düşünürken yanından geçen kan kokusun sahibi geyiğe saldırdı. Geyiğin boynuna geçirdiği dişleri o kadar kolay delmişti ki deriyi ıslak ve hırçın ses bile önemsiz kalırdı bunun yanında. Geyiğin boynundaki dişlerini daha da sıktı ve kanın ağzına dolmasına izin verdi.
Hala doymadığını fark etti. Etrafına bakındı. Hissedebilmişti. Bu sefer ki koku çok daha farklıydı. Aşırı derecede güzel kokuyordu. Hızlı ve çevik bir hareketle kokuya doğru koşmaya başladı. Kokunun kaynağını bulduğunda şok içinde bakakaldı. Bir insan! diye düşündü ama kendini fazla tutamadı. Hemen yanına gitti ve genç çocuğa yaklaştı. Çocuk ona hayran bir şekilde bakıyordu.
“Hey.” diyebildi sadece genç. Cassidy onu aldırmadı.
“Şey, üzgünüm; ama çok garip bir kokun...” dedi Cassidy ve yakışıklı çocuğun boynuna saldırdı. Bu, geyikten daha güzeldi. Tekrar kanın ağzına yol almasının hazzına varırken gencin elini sımsıkı tutuyordu. Elini birazcık esnetti Cassidy; ama genç çocuk onun elini o kadar sıkı kavramıştı ki elini çekemedi. Hemen dişlerini gencin boğazından çekti ve yüzüne dikkatle baktı. Daha önce yüzüne bakmamıştı, gözlerini sadece çocuğun boynuna odaklamıştı. Çocuğun yüzü hafızasında bulanık şekillerde canlanıyordu. Güzel anılar vardı, mutlu, neşeli ve romantik…
“Aman Tanrım!” diye fısıldadı Cassidy. “Bu… bu Alex!” kafasında canlanan bulanık görüntüler çocuğun yüzüne baktıkça açılmıştı artık görüntüler puhulu değildi. O kadar netti ki sanki o an o anının içindeymiş gibi…
“Alex! Lütfen gözlerini aç lütfen! Alex uyan sevgilim! Bana bak! Yüzüme bak!” diye bağırıyordu ormanın içinde Cassidy.
***
Tam üç gün Alex’in başında bekledi Cassidy. Onu öldürdüğüne inanmıyordu. Onu gömemiyordu, uyanacağını sanıp boşuna vakit harcıyordu.
“Ben bir katil değilim!” diye sızlanıyordu. Tam üç gün bu böyle devam etti. Artık anlamış olmalıydı ki birden ayağa kalktı ve ellerini pençe gibi yapıp yeri kazmaya başladı. “Onu öldürdüm. Ben bir katilim!” diyordu artık. O kadar hızlıydı ki kısa sürede Alex’i sığdırabileceği büyüklükte bir çukur açtı. Alex’i kucağına aldı ve çukura koymadan önce dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu, sonra da onu çukura yatırdı. Üstüne kazdığı toprakları atmaya başladı. İşte tam o anda bir şey oldu. Çok garip ama sevindirici… En azından Cassidy için. Alex birden çukurda yattığı yerden fırladı. O kadar hızlı hareket etmişti ki bu bir insan için hiç normal değildi. Cassidy bir anlık tereddütle Alex’e baktı. İçinde oluşan korku dalgalarını sakinleştirmeye çalışıyordu. Aklından geçen şeye –aslında doğru olan şeye- inanmak istemiyordu. Onu vampir yaptığına inanmak istemiyordu Gözlerini Alex’e çevirdi. Ondan özür diler gibi bir bakışı vardı. Alex yanına yaklaştı.
“Merhaba güzel bayan. Sanırım ben çok açım ve etrafta hiç yiyecek yok. Belki sizde bir şeyler vardır.” dedi.
“Alex! Beni tanımış olmalısın. Benim… Cassidy!” diyerek cevapladı onu Cassidy. Alex’in yüzünde bir şeyleri hatırlamaya çalışırmış gibi bir ifade belirdi. Sonra gözleri iyice açıldı. Hemen Cassidy’yi kucaklayıp konuşmaya başladı.
“Sensin Cassidy. Seni unuttuğum için beni bağışla. Evet hatırlıyorum, seni aramak için gelmiştim. Annenle baban yine kavga etmiş ve seni bulmam için beni gönderdiler. Hadi gidelim. Seni çok merak ediyorlar.” dedikten sonra Cassidy’nin dudağına hafif bir öpücük kondurdu ve onu çekiştirmeye başladı; ama Alex, Cassidy’nin ani kaçış refleksi yüzünden durmak zorunda kaldı.
“Anlamıyor musun Alex? Artık onların yanına gidemem, gidemeyiz. Bunun için üzgünüm ama isteyerek olmadı daha yeniydim ve seni hatırlamıyordum. Açtım ve önüme ilk sen çıktın!Çok özür dilerim.” diye bağırdı Cassidy ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Alex peşinden gitti ve onu kendine çekti. Kafasını kendine gömdü ve Cassidy’yi sakinleştirmeye çalıştı.
“Ah tamam anlıyorum, açlığımın sebebini anlıyorum ve sana bunun için kızmıyorum Cassidy. Pekala eve gitmeyiz. Artık kendi hayatımızı yaşarız.” bunu söylerken Cassidy’nin kafasını kaldırdı ve gülümseyerek devam etti. “Venedik’e gideriz! Orayı nasıl sevdiğini biliyorum. Orada yaşamak istediğini… Birlikte, senin şehrinde, istediğin gibi yaşarız. Olur mu?” diye bitirdi sözlerini Alex.
Cassidy, Venedik’i seviyordu. Hatta oraya kaçmaya bile çalışmıştı. Alex’le de böyle tanışmışlardı zaten; kız kaçar, anne ve baba yan komşunun çocuğundan yardım ister. Cassidy’nin babası onu aramaktan bile aciz olduğu için Alex’i çağırmıştı zaten. Cassidy bunları düşünürken küçük bir sarsıntıyla sallandı. Karşısında bir cevap bekleyen Alex’i gördü. Alex gülümsüyordu. Gülümsemesi kırmızı gözlerindeki vahşiliği bile yok ediyordu. Cassidy yavaşça ona doğru eğildi, ağzını kulağına doğru götürdü ve cevap verdi. “Olur.”
Alex sevinçle Cassidy’e baktı ve elini sımsıkı tuttu. “Ama ben açım bu şekilde yola çıkamam, ilk önce bir şeyler yemeliyiz. Sen aç değil misin? Yoksa ben seni doyurdum mu?” Alex son sorusunu gülerek söylemişti; ama Cassidy’nin yüzü düştü, morali bozuldu ve kafasını yere eğdi. Utanmıştı. Alex durumu toparlamak için devam etti. “Ah keşke ben senin tadına baksaydım. Böylece sevdiğim kızın güzelliğini ve saflığını kesinlikle kanıtlamış olurdum.”
Cassidy, hala üzgündü. Kafasını kaldırdı ve Alex’in o muhteşem bakışını görünce rahatladı. Alex ona kızgın değildi. Bundan cesaret alarak açlık sorusunu yanıtladı. “Elbette açım! Ama buralarda insan bulmak zor olur Kanada’ya doğru gidelim.”
İnsan mı? Ağzından insan kelimesi çıktığı anda pişman olmuştu. Tekrar bir utançla, göz ucuyla Alex’e baktı. Etrafına bakınıyor ve bir şeyler arıyor gibiydi. Uzun süre etrafı inceledikten sonra “Hmm… Sanırım şu taraf Kuzey.” derken eliyle dağları işaret ediyordu. Kuzey tarafında olan dağları…
Cassidy “Pekala hadi gidelim o zaman!” derken Alex’in elini tuttu ve koşmaya başladı… Başladılar.
Kanada’ya geldiklerinde ormanlık alanlarda av zamanı olduğunu öğrendiler. İnsanlar için av zamanı onlar için de av zamanı demekti. Cassidy ve Alex, Kanada’nın harika gür ağaçlarla dolu –ve tabi avcılarla- ormanlarından birine daldılar. Cassidy, Alex’ten daha iyiydi çünkü insan kokusunu biliyordu. Cassidy’le Alex susuzluklarını gidermek için bir koku aramaya başladılar. Alex yanından geçen hayvanlara saldırmak istiyordu ama Cassidy onu tuttuğu için bunu yapamıyordu. Cassidy “Biraz sabırlı ol da istediğin tadı yakala!” diye sızlandı Alex’e. Alex, başını kaldırdı ve ona üzülmüş numarası yaptı ve Cassidy’nin boynuna küçük bir öpücük kondurdu. Kafasını geri çektiğinde aldığı koku karşısında Cassidy’nin kolunu bıraktığını fark etti. Batıya döndüğünde koku güçlendi. Cassidy ve Alex koşmaya başladılar. Karşılarında ki manzara mükemmeldi. Tam altı kişilik bir av grubu şakalaşarak dolaşıyor ve gördükleri küçük hayvanları avlıyorlardı. Cassidy Alex’e döndü ve “Dikkatli olmalıyız. Hiçbirinin kaçıp bizi ele vermemesi gerekiyor. Dördü senin ikisi benim çünkü sen daha açsın en azından ben senin sayende iyiyim. Neyse plan şu: Ben arkadan dolaşacağım sen önlerine çıkıp ikisine halledebilirsin ben senin için ikisini hallederim ve kendiminkileri de bitiririm. Anlaştık mı?” diye küçük planını açıkladı. Alex kafasını olumlu bir anlamda salladı; ama tedirgindi. O daha yeniydi ve nasıl yapılacağını bilmiyordu. Aslında Cassidy'de yeniydi. Cassidy, Alex’i hiç öpmediği gibi öptü ve giderken “Kendini bırak. Nasıl yapılacağını düşünme! Yani ben… Sende öyle yapmıştım” diye seslendi. Ardından son cümleyi söylememiş olmayı diledi.
Alex, grubun önüne çıktı ve yavaşça yaklaştı, ikisini tuttu ve dişlerini boyunlarına geçirdi. Gözleri Cassidy’i aradığında ellerinde iki kişiyi taşıdığını gördü. Alex kendininkileri bırakıp Cassidy’nin yanına gitti. Boyunlarındaki açık yaraya dişlerini yerleştirdi ve kanın ağzına dolmasına izin verdi. İkisini de bitirince yere yattı. Cassidy’i yanına çekti ve ona sımsıkı sarıldı. İkisi de ormanın yemyeşil çimenlerine uzanıp güneşin doğuşunu izledi.
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: Darq A. Laurel Paz Tem. 25, 2010 12:31 am | |
| | |
|