Kadere yön veremezdiniz. O size yol gösterirdi. Ama yolunuzda nasıl gideceğiniz size bağlıydı benim yolum zor değildi sadece kimsenin baş edemeyeceği kadar sıkıntılı bir yoldu. Buna sevgilimin bir aydınlık yandaşı ve kalbiminde karanlık yandaşı olması da tuz biber ekiyordu. Bir kaç yıl yani mezun olduktan sonra dünyayı dolaşmıştım. Ama sadece yok etmek için yapılan bir yolculuktu bu. Yurduma döndüğümde ise bir süre yerleşik hayat istediğime karar verdim. Hogwarts'a başvurdum ve ilk boş öğretmenliğe diplomam yettiği için girdim. Tamam, benim için sağlıksız bir karardı ama sonra onu tanıdığımda bütün düşüncelerim değişti.
Size Hogwarts'ı çekilir kılanın ne olduğunu tek isimle açıklayabilirim, George. Kendisi hayatımın tek istisnasıdır. Beauxbatons'ta da iş bulabilirdim. Ama George kadar enfis birisinin orada müdürlük yapmadığından emindim. Hatta Gwéldai adında bir cadının müdire olduğunu duymuştum. Ama Gwél'le asla anlaşamazdım. Ve asla onun yönettiği bir okulda çalışmazdım. Prensip meselesi yani. Neyse eski meseleleri deşmeye gerek yoktu.
Her zaman öğretmenlerin öğrencilerden daha fazla işi olurdu. Ama elim hiçbir kağıda gitmiyordu. Canım sıkılıyordu. Masadan kalktım, arkamdan rastgele topladığım saçlarımı açtım. Sırtıma siyah bir pelerin gibi döküldüler. Aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Bedenim odamdaydı ama ruhum özgürdü. Ruhumu dört duvara tıkamıyordum. Bir yere bağlı olmak benim için zordu. Hogwarts'ta ilk yılım olmasına rağmen bazen kaçmak geliyordu, aklıma. Çocukça ama öyle oluyordu. Engellenebilir bir şey değildi anlayacağınız...
Penceremde gecenin karanlığını yok eden mavimsi bir ışık belirdi. O'ydu! İçimde büyük ve göz ardı edilmeyecek bir umutla doldu. Beni istiyordu. Yaşasın! Ev ödevlerinin ve diğer ıvır zıvırların canı cehennemeydi. Sevgilimle buluşmaya gidiyordum. Yarın yüksek müfettişin geleceğini bilsem yinede giderdim. Benimle buluşmak istiyordu işte. Ve gölde bekliyordu. Sevgilim. Aşkım. Özlem beni bir annenin kolları gibi sarmıştı. Tek kaçışım vardı; George'un kolları...
Dolabımın içine girip en sade ama en çekici gösterecek süper bir elbise buldum. Bu elbiseyi nereden aldığımı hatırlamıyordum. Ama bedenimi ikinci bir deri gibi sarmıştı. Beyaz tenimle tezatlık oluşturuyordu. Mavi gözlerimse birer boncuk gibi bütünlüğüme renk veriyordu.
Dışarıya çıktığımda derin bir nefes aldım. Kanatlarım varmış gibi hissediyordum. Ama melek kanatları değildi bunlar. Hadi ama bana kim melek derdi?! Bu düşünce beni gülümsetti. Sonra dikkatimi düşüncelerime değilde hareketlerime odaklıyınca oldukça hızlı gittiğimi fark ettim. Gölüm kenarına geldiğinde gözleri onu buldu. Zaten ondan başka bir şey görmüyorlardı ki... O bir kayanın üzerinde oturuyordu. Dudaklarım şirin bir gülümsemeyle kıvrıldı. En samimi sesimle 'Umarım bekletmemişimdir.' dedim. Gücümün beni sardığını hissediyordum. Ama bu onu gördüğümde direkt bir refleks gibi olmuştu. Öğrenciler önünde parlamamaya dikkat etmem gerekiyordu. Ona doğru bir kedi kadar zarif hareketlerle yürüdüm iki elimide ona uzattım ve 'Seni çok özledim,sevgilim...' dedim. Hala bir rüyadaymışım gibi geliyordu. Onunla olmak ve onun beni sevmesi... Bu anları o kadar hayal etmiştim ki birden uyanacağım da bütün yaşadıklarımın rüya olduğunu öğreneceğim diye çok korkuyordum.