Dıdıt dıdıt dı-
Başucumdaki saate vurdum , gürültülü bir şekilde yere düştü ve ses kesildi. Sesin kesilmesiyle birlikte tekrar gözlerimi kapattım. Beş dakika sonra bir alarm daha çalmaya başladı. Mia’nın saati. Odanın diğer ucunda Mia horul horul horluyordu. Tanrım bu gürültüde nasıl uyuyabiliyor. Saat elimle vuramayacağım ya da tekme atamayacağım kadar uzak olduğundan kafamı yastığımın altına sokarak tekrar uyumaya çalıştım. Gözümü yumduğum anda kafamdan resmen “klik” sesi çıktı. Yastığı yere fırlatarak yataktan çıktım. Bu gün haftalardır beklediğim gündü! Hogwarts’a gidecektik. Ne kadar aptalım…
Koşarak merdivenlerden inmeye başladım , Mia’yla benim odam evin en üst katında daha doğrusu çatı katındaydı. Kocamandı ve sadece bize aitti. İçeride ihtiyacımız olan her şey vardı. Evimizin içinde ayrı bir evde yaşıyor gibiydik. Pespembe bir evde. Bir alt kata indim , inerken de az kalsın yuvarlanıyordum. Neyseki hiçbir yerim kırılmadan banyoya ulaşabildim. Suyu açtım ve ısınmasını beklerken gerildiğimi hissettim. O kadar heyecanlıydım ki… Suyun iyi gelmesini umarak ılık suyun altında gerginliğimin geçtiğine emin olana kadar bekledim. Çıktığımda iyice kurulandım sonra da saçlarımı taradım. Bu gün saçlarıma nasıl bir şekil versem diye düşünerek Mia’yı uyandırmak için yukarı çıktım. Mia hala uyuyordu! Uyandırmak için elimden geleni yaptıysam da – saçını çektim , karnını mıncıkladım – ama bir türlü kaldıramadım. Başucunda duran suyu kaptığım gibi üzerine fırlattım , yerinden öyle bir fırladıki üzerime düşüyordu. “Günaydın” diyerek gülümsedim. Bana bakıp suratını buruşturdu ve kolundaki saate baktı. Hafifçe inleyerek odadan çıktı. Tam dolabıma dönmüş hangi çantayı taksam diye düşünüyordum ki aşağıdan bir çığlık sonra da gürültü geldi. Elimde olmadan kıkırdamaya başladım. Kendimi toparlamaya çalıştım ama olmuyordu , kendimi durduramıyordum. Herhalde sinirlerim bozulmuştu , heyecanımdan olsa gerek. Mia’nın yukarı çıktığını duydum ve dolaba dönerek bir şeyler arıyormuş gibi yaptım. İçeri girdiğinde merakıma yenik düşerek kafamı çevirdim , Mia sinirinden mosmor olmuş , saçı başı dağılmış , eliyle dirseğini tutuyordu. Bakışlarımı farkederek “Düştüm!” diye hırladı. Tekrar gülmeye başladım. Ben güldükçe o daha çok morarıyordu. Bu sırada annem içeri daldı ve Mia’nın dirseğini incelemeye başladı. “Hmm” deyip asasını salladı. Mia şimdi rahatlamış gibi görünüyordu , en azından rengi pembeye dönmüştü. Annem “Üzerinizi giyinin ve aşağı , kahvaltıya inin” diyerek odadan çıktı. O odadan çıktığında bende tekrar dolabıma dönerek kırmızı bir sweatshirt , siyah dar bir kot ve yine siyah büyük bir çanta alarak yatağıma oturdum. Giyindikten sonra aynanın karşısına geçtim ve saçlarıma şekil vermeye çalıştım en sonunda serbest bırakmaya karar verdim. Birkaç kolye aldım ve küpelerimide takarak Mia’yı beklemeye başladım. Bu arada da eksik bir şey olup olmadığını kontrol etmek için sandığıma bir gözattım. İyiki de bakmışım yoksa merak ettiğim için sandıktan çıkardığım İksir kitabımı yatağımın altında unutacaktım. Eğilip aldım ve onu sandığıma attım. Kapağını da kapattıktan sonra sürükleyerek odamın kapısının önüne kadar getirdim. Bundan sonrasını bababm halledecekti. En sonunda Mia’da hazırdı , o da sandığını benimkinin yanına sürükledi ve beraber aşağıya , kahvaltıya indik. Babam ikimizide selamlayarak Gelecek Postasına döndü. “Burada yazan her şey yalan” diye kendi kendine söylenip duruyor ama yine de elinden düşürmüyordu. “Neyse” diyerek kahvaltıma döndüm , tıka basa doyduktan sonra yerimden kalktım ve aşağıya indim. Kapının yanında beklemeye başladım. Git gide daha çok heyecanlanıyordum. Beş-on dakika sonra Mia aşağı indi onun arkasından da babam. Sandıklarda uçarak onları takip ediyordu. Bunları bende yapmak istiyordum. Çok çalışmalıyım diye düşündüm. Zaten babam gibi bir seherbaz olmak istiyorsam çok çalışmak zorundaydım. Ben bunları düşünürken babam “Haydi Lily gidiyoruz , kalk ordan” diye seslenerek yanımdan geçti. Kapıyı açıp kafasıyla dışarıyı işaret ederek tekrar “Haydi Lily” dedi. “Off”layarak kalktım ve bahçeye çıktım , güneş gözümü kamaştırıyordu , dışardaki hava gerçekten güzeldi. Bu gün güzel bir gün diye düşünerek babamın sandıkları yerleştirmekte olduğu arabaya yöneldim , kapıyı açıp oturdum. Peşimden de Mia geldi. Hiç konuşmadan öylece oturduk çünkü ikimizde heyecandan ölüyorduk. Babam bu halimize gülümseyerek “Merak etmeyin kızlar size anlattım zaten. Heyecanlanacak bir şey yok” dedi. Bizi gerçekten anlamıyordu , ya ayrı binalarda olursak ? İşte buna katlanamazdım.
Kısa bir yolculuktan sonra King's Cross’a geldik , burası mugglelarla doluydu. Nasıl farkedilmeden duvardan (?) geçebiliriz hiçbir fikrim yoktu. Zaten öyle bir şey olmasını ummuyordum. Annem bizimle gelememişti çünkü işi vardı, bu yüzden yanımızda sadece babamız vardı. Adam tek başına iki sandığı çekiyor , mugglelar yüzünden söylenip duruyordu. Onlar olmasa her şeyin daha kolay olabileceğini milyonuncu kez söylediğinde dönüp “İstemiyorsan biz taşıyabiliriz” dedim , o da güldü ve “Bir sorun yok tatlım tamam, çenemi tutacağım” diyerek cevap verdi. Bizi 9 ve 10 numaralı peronların arasında bir yerde bırakarak bilet almaya gitti. Bizde etrafımızdakileri inceliyor , duvardan nasıl karşıya geçebileceğimizi düşünüyorduk. Aslında dikkat etmeseydik önümüzdeki iki çocuğun birbirleriyle şakalaşır gibi yaparak duvarın önünden yok olduklarını fark edemezdik. İkimizde gülümseyerek birbirimize baktık , korkmamıza gerek kalmamıştı. Babam geri döndüğünde ikimize de sıkıca sarıldı ve bizi öperek dikkatli olmamızı söyledi. Ona “Hoşça kal” diyerek iki peronun ortasındaki taş duvara doğru ilerledik. Sandıklarımız elimizde gülüyor , sohbet ediyormuşuz gibi yavaşça hareket ediyorduk. Sırtımın duvara değdiğini hissederek kendimi sertçe geri ittim. Arkamı döndüğümde resmen başka bir dünyadaydım. O kadar güzeldiki , gerçek üstü gibiydi. Kırmızı , tepesinden buharlar çıkan bir tren… Mia beni tutup çekerek trenin kapısna götürdü. İçeri girdik ve kendimize boş bir kompartıman aramaya başladık. Biraz zor oldu çünkü tren gerçekten kalabalıktı. En sonunda boş bir yer bulduk ve kendimizi yumuşak koltuklara bıraktık. Tren onbeş dakika sonra hareket etti , ikimizde gülümseyerek birbirimize bakıyorduk , hala çok heyecanlıydık. Birden kapı kayarak açıldı ve teni bitter çikolata renginde , kıvırcık saçlı bir çocuk içeri girdi. Çekinerek “Oturabilir miyim?” diye sordu. Mia cevap vermeyince bende “Tabiiki!” diye atlayıverdim. Biraz bağırmıştım sanırım , çünkü çocuk gülerek yanıma oturdu. Çok tatlı bir çocuktu. Yol boyunca sohbet ettik ve onun ikinci sınıf olduğunu öğrendim. Bize geçen sene okula ilk geldiği günkü heyecanını , yaşadıklarını anlattı. Saatler sonrada “Artık cüppelerinizi giyseniz iyi olur” diyerek kendi cüppesini giydi. Bizde sandıklarımızdan cüppelerimizi alarak giyindik. Oturduk ve trenin durmasını beklemeye başladık. Her ne kadar heyecanlanmamam gerektiğini bilsemde engel olamıyordum. Karnım ağrıyor , yerimde duramıyordum. En sonunda tren durdu ve çocuk bize hoşçakalın diyerek kompartımandan çıktı. Bizde yavaşça trenden indik ve birinin “Birinci sınıflar buraya” diye bağırdığını duyunca sese doğru hızlandık , sesin kaynağını bulduğumuzda ağzım açık kalmıştı. Kadın o kadar ufak tefektiki… Çıkan sesin neresinden çıktığını merak ederek yanında bekledim. “Beni takip edin” deyince de tüm birinci sınıflarla beraber yürümeye başladık. Biraz yürüdükten sonra Mia’yla konuşmamıza ara verip kafamı kaldırdığımda nefesim kesildi. Hogwarts tüm ihtişamıyla karşımızda duruyordu. Durdum ve sadece karşımdaki manzaraya baktım. Kesinlikle büyüleyiciydi. Ay ışığı tam tepede parlıyor hem gölü hemde Hogwarts’ı aydınlatıyordu. Nihayet önüme bakabildiğimde kapkara gölü gördüm. Buradaki her şey tablo gibiydi. Babam anlatmıştı ama anlattıkları gördüğüm manzara karşısında hiçbir şeydi. Mia’da bakakalmış , hayranlıkla etrafına bakıyordu. Herkes ilerlemiş , biz de biraz geride kalmıştık. Onu dürtükleyerek çekiştirdim ve önümüzdeki kalabalığa katıldık. Gölden geçmemiz için 5 kişilik kayıklar vardı. Bizde Mia’yla hemen birine atladık. Biraz korkarak biraz da heyecanlanarak gölü seyrettik. Sonunda kayıklardan indik ve arazide yürümeye başladık. Şato gittikçe daha da büyük , daha da muhteşem görünüyordu. İlerledik ve şatonun devasa kapısından içeri girdik. Mermer merdivenler kocamandı ayrıca yan tarafta da Büyük Salon vardı. Babam buradan ve şapkadan bahsetmişti bize. Derken ufak tefek kadın konuşmaya başladı. Ne anlatıyor diye bakmak için ilerledik kadın “Birazdan sizi içeri alacağım , tabureye oturarak şapkayı takacak ve yeteneklerinize göre binalara ayrılacaksınız. Anlamadığınız bir şey yoktur umarım?” dedi , kısa bir sessizlikten sonra da “Tamam o zaman haydi içeri” diye ekledi. Hepimiz Büyük Salon’a sürü halinde girdik. Herkes bize bakıyordu bense gülümsüyor ama ellerimin titrediğini hissediyordum. Salonda 4 tane masa vardı , onların karşısında da profesörlerin oturduğu bir masa daha vardı. Bu masanın önünde bir tabure onun üzerinde de eski püskü , yer yer yamalı ve ortasında kocaman bir yarık bulunan şapka vardı. Kalbim daha da hızlı atmaya başlamıştı. Mia’nın da yanımda huzursuzca kıpırdandığını hissettim. O da benim gibi aynı bina da olup olamayacağımızı düşünüyordu. Ama babam ikiz olduğumuz ve birbirimize çok bağlı olduğumuz için aynı binada olacağımızdan emin olduğunu söylemişti. Tabii ki bu bizi sakinleştirmeye yetmemişti. Ufak tefek kadın profesörlerin olduğu masanın önünde durarak konuşmaya başladı ; “Şimdi , adını okuduğum öne çıkacak ve bu tabureye oturacak. Şapkayı kafasına koyduktan sonra şapka onu 4 bina dan birine gönderecek bu binalar ; Gryffindor , Slytherin , Ravenclaw ve Hufflepuff. Başlıyoruz” diyerek bir parşömeni açtı , parşömene şöyle bir göz gezdirdikten sonra bizlere dönerek “Avery , John” dedi. Arkamdan bir yerden bir inleme geldi ve çocuk yanımdan titreyerek geçti. Düştü düşecek gibi duruyordu , tabureye doğru tökezleyerek ilerledi. Oturdu ve şapka neredeyse omuzlarına düştü. Böylesi daha iyiydi çünkü kustu kusacak yeşil suratı kapanmıştı. Şapkadaki yarık açıldı ve şapka “Cesursun ama çokta korkuyorsun , biraz da zekisin. Fazla heyecanlısın ama yine de Gryffindor ! “ dedi. Çocuk şapkayı kafasından çekerek onu çılgınca alkışlayan öğrencilerin olduğu masaya doğru yürüdü. Bu sırada ufak tefek kadın tekrar isim söyledi bu seferde sarışın bir kız çıktı , Slytherin’e gitti. Birkaç kişiden sonra da kadın “Bickle , Lily” dedi. Mia’nın omzumdaki eli omzumu sıktı ve ben yürümeye başladım. Düşmeden tabureye ulaştım sonra da şapkayı kafama geçirdim , şapka yüzünden saçım bozulmuştu. Şapka çıktığında kim bilir nasıl görünecekti ! Şapka birden konuşmaya başlayınca düşündüğüm her şey aklımdan uçup gitti. Kalbim sanki yerinden çıkacaktı ama hala gülümseyebiliyordum. Ee tiyatroculuk kolay değil , alıştım bende. Şapka “Cesursun hem de fazlasıyla. Nereye gitmen gerektiği çok açık. Tabii ki Gryffindor ! “ deyince kırmızılı masadan bir alkış koptu ben de sevinçle gülümseyerek yerimden kalktım. Yeni yerime oturdum ve oturduğum anda “Bickle , Mia” diye bir ses duydum. İkizim! Midem takla üstüne takla atıyordu. Şapkadaki yarık açıldı ve şapka “Hmm… İkiz demek. Zaten belli nerede olman gerektiğin. Gryffindor! “ . Oturduğum masadan yine bir alkış koptu , Mia da gelip hemen yanıma oturdu. Birbirimize kocaman gülümsedik, yine aynı şeyi düşünüyorduk…