Natalie Rmsky
Gerçek İsim : Su. Mesaj Sayısı : 86 Kayıt tarihi : 14/03/10
| Konu: E u n i c e¨ Salı Haz. 01, 2010 10:46 pm | |
| Adı'' Eunice Vladislav Yaşı" 23 Doğum Tarihi" 17 Eylül 1987 Uyruk" Rus. Kişisel Özellikleri" Fiziksel Özellikleri" 173 boyunda, beyaz tenli, açık renk gözlere sahip (ünlü değişimi yapacağım.) İstediği Meslek" Astronomi Profesörü Neden bu Meslek?" Öğretmeyi severim. Örnek bir Roleplay" - Spoiler:
1. Bölüm
Elimdeki papatyaları yere düşürürken sinirli bir sesle ; 'Hayır Josh. Katrilyonlarca kez tekrarladım. Asla o mor elbiseyi giymeyeceğim.' dedim. Bahsettiğimiz mor elbise Fransa Dük'ünün bana hediye aldığı bir 'BÜYÜKANNE ELBİSESİYDİ'.. Josh gülümseyerek adımlarını hızlılaştırdı. Koskoca adımlar atıyordu. Sarayın gizli korusunda rahatça eğleniyorduk. Ellerimi önümde birleştirdim. Josh elini belime sardı. Ardından bende omzuna sardım. Josh tekdüze bir gülümsemeyle ; 'Prensesim o elbiseyle gerçekten mükemmel duruyorsunuz. Tabii zevkime güvenmiyor olabilirsiniz. Ama duru güzelliğinize yakışan bir objeyi kullanmamanız haksızlık..' dedi. Gözlerimi yere çevirdim. Başımı Josh'ın neredeyse göğsüne yasladım. Yani boyumun yettiği kadarıyla. Derin bir nefes alarak ; 'Josh.. Sadık sevgilim. Sürekli güzel olduğumu söylüyorsun. Ama aynaya baktığımda gördüğüm tek şey o hain kadının sümsük kızı oluyor. ' dedim. Josh nazik ve güven veren sıcak elleriyle çenemi tutup kendisine doğru kaldırdı. Buz mavisine dönmeye hazır gözlerini görünce derin bir nefes aldım. Josh ufak bir tebessümle belimde olan elini daha fazla kendisine çekti. Masumane bir hisle onun bedenini hissediyordum. Kalbim hızla atıyordu itiraf edemesemde. Kurt adamların mükemmel duyan kulakları olmadığı için sessiz bir şükür gönderdim. Uzun bir boya sahipti. Altın sarısı saçları güneşle daha fazla parlıyordu. Tabii İngiltere'de güneş çıktığı zamanlarda. Başını eğdiğinde niyetini anlamıştım. Parmak uçlarımda yükseldim. Sıcak bedeninin en can alıcı noktası dudakları mükemmel bir hisle beni sardığında ürperdim. Aramızda 8 yaş vardı. Benim dönemimde bunlar normaldi. Ama ikimizin sınıf olarak konumlarına bakılırsa bu kesinlikle yanlış bir ilişkiydi. Josh sıcak bedenini benden ayırdı. Gülümsedi ve kolunu uzattı. Koluna girerken derin bir nefes aldım. Josh; 'Prensesim. Aramızdaki nacizane bağ beni günden güne etkisi altına alıyor. Ama günün birinde sizden , sizin nazik ruhunuzdan uzakta kalmaktan çok korkuyorum. Sonsuz bir ömüre sahip olsaydım , sizide benim sonsuzluğuma davet ederdim. Aslında bir kurtadam yerine bir vampir olmayı isterdim diye düşünüyorum.' dedi. Sesindeki resmiyet beni etkiliyordu. Josh'ın kalbimi her an daha fazla hızlandıran sesi kesildiğinde gözlerine bakmak için başımı ona çevirdim. Kızaran yüzü ve çenesindeki kasılma onun hüzün iç çekişlerini sıkıştırdığını gösteriyordu. Sevgilimin elini ovaladım. 'Josh. Birgün , elbette öleceğim. Seninle ya da sensiz. Ama ne zaman olursa olsun aklımda sen olacaksın. Ve bir vampir olmanı istemezdim. Kana susamış bir canavar olman hiçte hoş olmazdı. Ben seni bu sempatik ve sıcak halinde aşırı çekici buluyorum. Tamam mı?" dedim gülümseyerek.O sırada Josh'a göz koyan yardımcım bahçeye daldı. 18'li yaşlarda , sarı saçlı ve cılız bir kızdı. Aslında onun göğüslerini kıskanıyordum diyebilirim. Josh'a iyi bir talibti. Ama onu Josh'ın yanında görmeye dayanamazdım. Yardımcım June; 'Prensesim, Kraliçemiz sizi konkenine davet ediyor. İsviçre Kraliçesi ve Prensinin sizlere hediyeleri varmış.' dedi. Josh gözlerini benden June'a çevirdi. June referans yaparak geriledi ve içeri daldı. Gülümseyerek Josh'a döndüm. 'Bakalım şimdi hangi anne kuzusu prensi bana talib yapmaya çalışacak..' dedim Josh bir elini cebine koydu. Morali bozulmuştu.. Anlamıştım...
Koridorda topuklularımın tıkırtısıyla ilerledim. Bir yandan eteğimi tutuyor bir yandanda saçlarımı düzenliyordum. Konken'in yapıldığı salonun kapısını babamın yaverlerinden biri açtı.Annem beni görünce gülümseyerek ellerini uzattı. Tanrı aşkına. Bir kadın nasıl bu kadar şeytan olabiliyordu. Aslında kendi kendime 'Tanrı önce annemi sonra şeytanı yaratmış olabilir.' dediğim zamanlar bile oluyordu. Pencerenin yanında duran genç adama aldırmadan annemin yanına geçtim. Herkese baş selamı verdikten sonra sıra benim annemdeydi. Yani konuşma sırası. Annem; 'Evet Ophelia. Sana İsviçre Kraliçesini takdim ediyim. Kraliçe Anastasia.' dedi yüzsüz bir gülümsemeyle. Ardından genç çocuğa döndü. O ana kadar dikkat etmemiştim açıkçası. Gerçekten soluk bir tene sahipti. Saydam bir teni vardı. Yani öyle gözüküyordu. Yakışıklı da sayılabilirdi. Annem; "İsviçre Prensi Christian.' dedi. Christian hızlı adımlarla yaklaştı ve referans yaparak elime küçük bir öpücük kondurdu. Dalkavukluğun bu kadarı. Aslında yakışıklı diyebilirdim. Ama dememeyi tercih ettim. Benim hain Kraliçe annem bizi konken odasından sepetlediğinde sarayın bahçesine doğru yol almıştık. Yanımda Josh'ın yaşıtlarında bir kraliyet mensubunun olması direk izdivac dedikodularını çıkarmıştı. Kendi kendime derin bir iç çektim. Ardından Prens; "Prenses Ophélia. Bu arsızlığımı mazur görün. Fakat annemin buraya ne sebeple geldiğini biliyorsunuzdur belki." dedi hınzır bir sesle. Bütün konsantrasyonumun , iç sesimle tartışmamın içine etmişti demek istiyordum. Ama terbiyem katii suretle izin vermiyordu. Yaşadığım dönemin uygun hareketlerine göre Prens'in koluna girmiş bulunmaktaydım. Buda içime ufunet bastırıyordu. Çünkü bu yabancı kollar soğuk ve sertti. Gözlerimi güzel havadan ayırmadan; "Prens Christian. Mazur görülecek bir arsızlık sergilemediniz. Kraliçeler arası izdivac töreni klasiktir. Benim adıma 12 yaşındayken verilmiş bir söz bile vardı. İnanırmısınız öyle bir şaşkınlığa düşmüştüm ki. Herneyse. Bu izdivac'ı ikimizde pek uygun görmüyorsak ailelerimizinde bizi baskıya uğratmayacağını düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?" dedim. Etrafımı saran çiçek kokuları bana Josh'ın yanında olma isteği çağrıştırıyordu. Kendimi orada kaçmamak için tutuyor gibiydim. Prens dişleri arasından kıkırdadı. Adımları yavaştı. Oldukça yavaş. Prens; "Aslında bu izdivacı bizzat istedim. Bir İngiliz Prensesi'ni , sizin gibi bir Prensesi eşim olarak görmek çok hoşuma giderdi açıkçası. Ve biliyorsunuz ki ülkenizin durumu meşhul. Benim krallığım sizin ülkenizin ebedi saltanatını garantileyecektir. Biliyorsunuz Katolik ve Protestan mezhepleri arasındaki bağı iyileştiren bir krallığa sahibim." dedi. O an eldivenlerimi çıkartıp suratının ortasına bir şaplak indirmek istemiştim. Hatta eldivenimi çıkarmaya koyulmuştum bile. Prens'e dönüp derin bir 'hıh' çekerek; "Prens Christian. Tahtıma ve ülkeme karşı bu denli küçümseyici olmanız hiç hoşuma gitmedi. Ben bir evlilik yapacaksam seveceğim bir Prens'le ya da en kötüsünden bir burjuva ile evlenmek isterim. Sevmediğim , sevemeyeceğim , küstah ve kendini beğenmiş bir Prens'le değil. Lütfen bu konuda anlaşalım." dedim.. Prens'in gülüşü içimi kaynatmıştı. Bir insan bu kadar bencil olabilirmiydi? Olabilirdi. Karşımdaki insan hayatımda gördüğüm-annemden sonraki- en bencil , kendini beğenmiş insandı. Sinsi bir gülüşe sahipti. Karanlık birşeyler vardı. Derinlerde gömülü olan karanlık birşeyler saklıyordu. Ama gerçekten iyi saklıyordu. Eğer karanlık sırları çözmekte annem sayesinde uzman olmasaydım gerçekten bu Prens'e kapılıp onunla izdivac edebilirdim. Ama ben İngiliz Prensesiydim. Bu oyunlara karnım oldukça toktu. Prens uzun bir gülüşün ardından; "Ah Prenses Ophelia. O kadar safsınız ki. Kalbiniz bu işlerin sizin rızanızla değil Kralın rızasıyla olacağını kabullenmek istemiyor. Çok yazık. " dedi. Koru'ya gelmiş sayılabilirdik. Prens elini kolumdan çekti ve ani bir tavırla belime doladı. Beni kendisine çektiğinde bu adamın hayırdan anlamayacağını keşfetmiştim.. O sırada korunun bir ucundan Josh çıktı. Köşede sinmiş soluyordu. Prens'e baktım. Prens bana ciddiyetle bakıyordu. Geri çekildim ve bütün gücümle Prens'e tokat attım. "Bu ne cürret. Lütfen sarayımdan ve ülkemden defolup gidin. İki dünya bir olsa , cenneti ayaklarıma serseniz kalbimle , sevgilimle sizin olmayacağım. Lütfen buradan ayrılın." dedim kısık bir sesle. Prens topukları üzerinde döndü. Birkaç adım ilerledikten sonra omzunun üstünden bakıp; "Kalbinizle ve sevginizle olmasanız bile , bedeniniz ve iffetinizle benim olacaksınız Prenses Ophelia." dedi gülümseyerek. Eğer Prenses değilde burjuva ya da halktan olsaydım yemin ederim ki arkasından küfrederdim. Sinirle başımı çevirdim. Josh orada yoktu. Lanet olsun bu Prens hemen ülkemden defolmalıydı.
---
2.Bölüm
Günler boyunca Kral'dan ve Kraliçe'den sürekli o Prens ile izdivac konusundaki ısrarları dinlemek zorunda kalmıştım. Zaman hızla geçip gidiyordu. Ekinlerimiz zehirleniyor , vergiler artıyor , gelirler düşüyordu. Ülke bir batağa saplanmıştı. Savaş kapılarımızı zorluyordu. En kötüsü Kraliçe bunları gülümseyerek izliyordu. Soysuz İtalyan... İsviçre Prensi ile mektuplaşıyorduk. Ben mektuplarımda onu tersliyordum. O ise bihaber bir şekilde küstahlığa devam ediyordu. Odamda küçük kız kardeşim ile erkekler hakkında konuşurken yardımcım June kapıyı tıklayıp içeriye girdi. Hınzır bir gülümsemeyle; "Efendim İsviçre Prensi Prens Christian size bir mektup daha yolladı. Buyrun." dedi. Mektubu elime aldım. June çıktıktan sonra kardeşim Hannah'a döndüm ve; "Bazı erkekler de bu mektubu yazan gibi arsız olurlar. Laftan anlamayan tiplerden. Neyse tatlım. Şimdi ablanın işi var. Sen odana git." dedim. Hannah güle oynaya odadan çıkarken elimdeki mektubu hışımla açtım. Masama yöneldim ve oturdum. Mektubun kağıdından yoğun bir lavanta kokusu sızıyordu. Ve ben lavantaları çok severdim. Gözlerimi kısarak okumaya başladım. Düzgün bir el yazısı vardı aslında.
" Sevgili Ophelia. Mektuplarınızda aşırı bir kin seziyorum. Fazla naz aşık usandırır derler ama ben sonsuz bir sabıra sahibim. İzdivacımız yakında olacağa benziyor. Ülkeniz bir savaşı daha kaldırmayacak kanaatindeyim. Lord'lar birer birer çekiliyor ordunuzdan. Bunun sebebi nedir? Geçen günlerden birinde , kralların uzlaşma toplantılarında ülkenizin hiç iyi yerlere gitmediğini duymuş bulunmaktayım. Yiyecekleriniz gelecek kışa dayanmayacak kadar azalmış. İnsanlarınız işleri bırakıyorlarmış. Asker yetiştiremiyorsunuzdur eminim ki. Aslında sizin için bayağı endişelenmekteyim. Rusya ordusu ülkenize saldırdığında sizi de yaşatmayacaktır. Çok hazin bir son. Eğer beni dinlerseniz sizinle güzel bir izdivac yapıp ülkenizi kurtarabilirim. Bir haberim var ayrıca size. Şuan İngiltere'de konaklamaktayım. Güzel bir yerde. Kraliyetler için hazırlanmış misafirhanelerde. Herneyse. Konuma devam etmeliyim. Biliyorsunuz ki babamın Rusya Devletiyle ilişkileri çok iyidir. Her neyse. Güzel kafanızı siyasi şeylerle yormak istemem. Aslında düşündüm ne yazacağımı. Son mektubunuzda aşırı bir şekilde kırıcı konuşmuştunuz. Bir aşığın kalbini kırmanız hiç hoş değil. Ama sizin için herşeye dayanabilirim. Satırlarım aşkla dolu değildi. En azından şu ana kadar. Bu satırların hemen ardından size aşkımı sunacağım...Sizinle ilk görüştüğümüz gün bana attığınız tokat canımı yakmamış , aksine verdiğiniz o kıymetli buseniz gibi gelmişti. Sizi gördüğüm anda size kıyasla yaşlı kalbim hızlanmıştı diyebilirim. Genç ve güzel bir bayansınız. Genç ve güzel bir kızsınız. Ve sizi layığınız olan; sağlam , ferah ve güzel bir sarayda eşim olarak bulundurmak isterim. İsviçre halkı size saygıyla boyun eğecektir. Gelecekteki Kraliçelerine hürmet etmeleri çok doğal değil mi? Aklıma birşey gelmiyor aslında. Satırlarımı burada sonlandırıyorum. Mektubunuzu bekliyor olacağım.
Sevgilerle, Prens Christian. 13 Şubat 1553" Mektubu kenara bırakırken bir erkeğin bu denli onursuz oluşu beni sinir etmişti. Elime kağıt kalemi aldım ve;
"[s]Prens Christian. Siz tam bir moronsunuz. İnsan halinden anlamayacak kadar kıtsınız. Sizin gibi onursuz bir prensle evlenmek mi? Asla. Hadi ama kim sizinle evlenir ki? Siz anlayışsız ve kıt bir erkeksiniz. Siz gerçek bir -[/s]" yazdığım satırları sinirle karaladım. Kağıdı kenara fırlattım. Derin bir nefes aldım ve pencereden sızan güzel İngiltere havasını içime çektim. Birazda Josh'ı düşündüm. İçim mükemmel bir enerjiyle dolmuştu. Gülümsedim ve;
"Prens Christian. Mektuplarım kinimi değil bu izdivaca olan görüşümü yansıtıyor. Sizinle evlenmek istemediğimi daha kaç kez söylemeliyim? Ülkemi düşündüğünüz için teşekkür ederim. Evet pek iyi yerlere gitmiyor. Ama bedenimi bir Prense satmamı sağlayacak kadarda kötü değil. Gerektiğinde bunu da yapacağım. Ama şuan bunları konuşmak için çok erken vakitler. Eminimki güzel insanlarım kana kan , dişe diş savaşacak ve kendi ekmeklerini topraklarından çıkaracaklardır. Her ne kadar düşmanlar topraklarımızı zehirleselerde. Buna ek olarak insanlarım savaşmaya her an hazırlar. Buna ek olarak arkamızda olan gizli krallıklardan hiç kimse haberdar değil. Yani onların kimliklerinden.. Evet haklısınız bu konularda konuşmak benim canımı sıkıyor. Tabii vazifemi boşveriyor değilim.
İzdivac isteğinize değinmeliyim. Bakın Prens Christian. Sizinle birgün bir evlilik yapmak zorunda olursam bunun aşk evliliği olmayacağını bilmelisiniz. Hangi onurlu erkek kendisini sevmeyen bir kadını yanında hapseder ki? Bunu onuru , şerefi kaldırır mı? Ben bir bayan olarak beni sevmeyen bir erkeği esirim olarak tutmazdım açıkçası. Ya da hiç sanmıyorum. Fakat babam sizinle izdivacımı istiyor. Eğer babam bunu koşul kılarsa sizinle evleneceğim. Zaten uygun düşeni budur. Ama sizden ricam. Sizi sevmeyen bir bayanı yanınızda esir tutmamanız. Kalbinde başkasının adı atan genç bir bayanı sizi sevmeye zorlamamanız. Mektuplaşmalarımızın belki de son satırları bunlar. Sizi kırmak istemem. Kimseyi kırmak istemem ama günler geçtikçe benim kendime olan saygım bitiyor. Ve yerini içimdeki ergen kızın saygısızlığı alıyor. Lütfen beni zorlayacak teklif ve önerilerde bulunmayın. Bir aşığın kalbini kırmak büyük günahtır.
Sevgilerle, Prenses Ophelia. 15 Şubat 1553" Satırlarım gayet olgun ve erdemliydi. Mektubu katlayıp yeni zarfın içine koydum. Adresi ve adımı yazdıktan sonra June'u yanıma çağırdım. Gerekli yerlere ulaştırmasını söyledim. Saat öğlen üstü 11 sularıydı. Sabahın mayhoş serinliği gitmiş yerini mükemmel bir İngiltere sabahına bırakmıştı. Odamdaki sandalyeden kalktım. Ahşap döşemelerin üstünde yalın ayak yürümeyi özlemiştim. Kızkardeşim Prenses Hannah bunu yapabilirdi. Çünkü o daha 11 yaşında bir çocuktu. Ama ben kraliyetin gözünde 16 yaşındaki Mükemmel Prenses Ophelia idim. Kapıyı açtım ve kahvaltımızı yaptığımız büyük salona indim. Kral ile Kraliçe oturmuş kara kara birşeyler düşünüyorlardı. Yanlarına oturdum. Ülkenin ne kötü durumda olduklarından bahsediyorlardı. Gelirlerimiz tükenmişti. Kurtuluş yolumuz hakkında imalar yapıyorlardı. Jambonumu keserken sabrım taştı ve hafif bir sesle; "Yeter! Bende biliyorum İngiltere'nin kötü yerlere gittiğini. Vazifemin ülkemi kurtarmak olduğunu biliyorum. -Anneme bakarak- Ülkemizi kimin zehirlediğini de biliyorum kimse endişe etmesin. Ama siz nasıl Kral ve Kraliçesiniz ki kendi öz ve öz kızınızı , tek varisinizi ülkeyi kurtarmak adına paçavra gibi satıyorsunuz. Ben bir eşya değilim. Parasız bir antikacının eline son anda geçmiş gümüş bir maşrapa değilim. Ben sizin kızınızım. Ben Prenses Ophelia Helena Eûgenloone'um. Ve gerekirse evleneceğim. Ama bunun için bana imalarda bulunmayın." dedim. Annem soğuk terler döküyordu. Babam ise bitkinliğin verdiği üzgünlükle başını eğdi. O an gümbürtü koptu ve Hannah'ın çığlığı heryeri salladı. "İmdat.!!" Herkes hemen avluya çıktı. Askerler , yaverler ellerinde silahlarla Hannah'a bakıyorlardı. Hannah korkudan titriyordu. Annem ona yüzeysel bir ifadeyle baktı. Ben ise hemen yanına koştum ve onu sıkıca kendime bastırıp titreyen yüzünü tuttum. "Hannah. Prensesim ne oldu. Söyle bakalım bana." dedim geçiştirmeye çalışarak. Hannah titreyen , küçük elleriyle koruyu gösterdi. Gözlerim açıldı. Hannah; "Bir kurt adam. Bir silüet vardı. İnsandı. Arkası dönüktü. Sonra birden puf. Kurt'a dönüştü. Abla. Çok korkunçtu. Hırlıyordu." dedi nefes nefese. Herkes bir anda nefesini verdi. "Bu muydu Hannah. Bütün sarayı bunun için mi ayaklandırdın? Saçma bir masal için?" dedi bağırarak annem. Bütün kudreti insanları titretti. Hannah korkuyla arkama saklandı. Eteklerimi tutuyordu. Ben onun başını tutarken annem bağırmaya devam etti. Ben ise ona bakıyordum. En sonunda onun bağırışını keserek; "O senin kızın. Tanrı aşkına hiç annelik duygusu yokmu sende? Şu duygusuz maskeyi indir. Tabi maske takıyorsan. O bir çocuk. Aklını yitirmek üzere. Tamam beni sevmedin. Ama onu sev.. O daha küçük. Baksana çocuk titriyor." dedim. Annem sinirli bir tavırla geri çekildi. Ve beklemediğim bir hamleyle bana tokat attı. Başım yana savruldu. Derin bir nefes aldım. Kimse kıpırdamıyordu. Hannah eteklerime sıkıca tutundu. Başımı anneme çevirdim. "Buna pişman olacaksınız Kraliçe Lilith. Prens Christian ile evleneceğim. Ve eski ülkeme. Sizlere büyük bir ihanet edeceğim. Sizin kızınız olmayı layığıyla yerine getireceğim." dedim dişlerimin arasından. Annem korkuyla titredi. Yanından geçerken; "Tabii bu hoşunuza gider. Ülkenin batması." dedim fısıldayarak. Gözyaşlarıma hakim olamadım. Uzun adımlarla babamın yanındanda geçtim. Gözyaşlarım sinirle akıyordu. Kurt adam meselesini düşünemeyecek kadar sinirliydim. Arkamda küçük ayak sesleri duyunca gözlerim geriye kaydı. Hannah peşimden koşuyordu. Yavaşladım. Hannah elimi tuttu. Hızla odama girdik. Kapıyı kapattım ve kendimi yatağa bırakıverdim. Gözlerim acıyordu. Hıçkırarak ağlarken Hannah elimi tuttu. "Abla. Çok özür dilerim. Benim yüzümden oldu bunlar." dedi titreyen sesiyle. Kendimi toparlayıp oturdum. Onun o mavi gözlerindeki damlaları görünce içim titredi. Anaç bir tavırla onu kendime çektim ve sarıldım. "Hannah. Sen suçsuzsun. Tek suçlu o kadın. Tek suçlu babamız. O kadınla evlenmekle , annemizle evlenmekle en büyük hatayı yapmış." dedim. Hannah'ın göz yaşlarını silerken bir yandanda ben ağlıyordum. Akşam saatlerine kadar odaya kimseyi almadan öylece yattık. Küçük sırtını benim bedenime dayadı. Huzurla uyurken derin nefes alış verişlerine kulak verdim. Küçük elleri kıpırdanıyordu. Bir kardeş sevgisi nasılsa evlat sevgisi de onun bin kat fazlası olmalıydı. Annemin evlat sevgisinin olmayışının bir nedeni de belki de kardeşlerinin olmayışıydı diye düşünmekten kendimi alı koyamadım. Gözlerimi yumdum. Akşam üzeri'nin nefes esintisi odayı dolduruyordu. Uykuya dalmaya hazır olduğum bir sıra yüzümde sıcak bir el hissettim. "Özür dilerim." Josh'ın sıcak dudaklarından yanağıma konan bir öpücükle tamamen uykuya gömüldüm. Karnım ciddi bir ağrıyla cebelleşiyordu.
--
3.Bölüm
Sabahın ilk ışıkları beni kendime getirdi. Bedenim yorgundu. Kendimi halsiz hissediyordum. Bacaklarımda tarif edemediğim bir uyuşukluk , hareketsizlik vardı. Kollarımın arası boştu. Hala uyanamamıştım. Gördüğüm düşün etkisinde öylece mırıldanıyordum. Gözlerim yavaşça açılırken derin nefes almak için biraz gerindim. Gözlerimi araladım. Odam karanlıktı. Panjurlar kapalı olmalıydı. Yavaşça yerimden doğruldum. Baş ucumda duran küçük çiçeklere baktım. Ardından ayağa kalktım. Aynanın karşısına sendeleye sendeleye gittim. Gördüklerim şaşırmama sebep oldu. Gözaltlarım şişmiş ve morarmıştı. Yüzümde koskocaman bir kesik vardı. Şaşkınlıkla irkildim. Gözlerimi kapattım ve ovaladım. Ardından aynaya tekrar baktım. Bu sefer gördüğüm bendim. Pürüzsüz bir tene sahip olan ben. Kızıl saçlarım dağılmışlardı. Kendime çeki düzen verdikten sonra üstümü değiştirdim. Gümüş bir armanın süslediği siyah elbisemi giydim. İç etekliğimi de giydim. Topuklu ayakkabılar yine nal gibi ayağıma sabitlenmişti. Hızla odamdan çıktım. June'a seslenerek; "At arabasını hazırla. Prens Christian hazır İngiltere'deyken bir ziyaret edelim. Ve şu mektubu'da bekleme kutusundan al. Yak gitsin." dedim. Salona bile uğramadan direk koruya ilerledim. Yolda Josh'a el hareketiyle gelmesini söyledim.Kimselere görünmeden koruya ulaştım. Josh birkaç saniye sonra bana yanaştı. "Günaydın.." dedim katı bir sesle. Josh suçlu çocuklar gibi gözlerini kaçırdı. Ardından; "Günaydın Prenses Ophelia." dedi. Birkaç saniye yürüdük. Ardından göle yakın bir yerde gözlerimi uzağa dikerek; "Josh. Benim için vakit doldu. Ben evleniyorum." dedim duygusuz bir biçimde. Josh'ın derin iç çekişi bütün gücümü alıp götürebilirdi. Ama kudretli olmalıydım. Yutkundum. Josh ses vermedi. Ortalıkta ağaçların hışırtısından başka ses yoktu. Josh'ın nefesi kontrollüydü. Başımı daha uzaklara çevirdim. Odaksız bir noktaya. Ardından; "Birkaç gün içinde evliliğim gerçekleşebilir. Seninde buradan kaçmanı öneririm. Çünkü Prens Christian ile evlendiğimde İngiltere'ye savaş açacağım. Ve burası artık İngiltere olmayacak." dedim kindar bir sesle. Josh arkamdan yaklaştı. Önümde diz çöktü ve ellerimi tuttu. Diz çökmesine rağmen uzun boyluydu. Josh; "Prensesim. Ne olur bunu yapmayın. Siz Kraliçe Lilith'in kızı olan Prenses Ophelia değilsiniz. Siz Kral'ın kızı Ophelia'sınız. Kin güdmeyin. Beni sevginizden mahrum etmeyin. " dedi yalvararak. Ellerimi tutan ellerine baktım. Ardından onun neredeyse yaşaran gözlerine. Gözlerindeki acı içime işliyordu. Dayanamıyordum. Bir günde neydi beni bu kadar duygusuzlaştıran. O tokat mı? Yıllardır içimde beslediğim ama dışa vurmadığım nefretim mi? Gözlerimi yumdum. "Ben Kraliçe'nin Kızıyım Josh. Dün yediğim tokat gerçekleri görmeme sebep oldu. Ben onlar için bir hiçim. Satılık bir Prensesim. Kutsal Bakire gibi birşey. Buradan gidin. Size önerebileceğim tek şey bu." dedim. Josh başını ellerime dayadı. Onu ayağa kaldırdım. Uzun boyu düşen omuzları sayesinde biraz daha azalmıştı. Gözlerimi ona çevirdim. Ellerimle yüzünü kavradım ve dudaklarına hasret , acı dolu bir öpücük kondurdum. Uzun bir öpücüktü. Başını kendime yakın tutarak; "Josh. Beni dinle. Buradan git. Tamam mı? Kaç ve kurtul. Savaş başlamadan önce.Ve şunu bil ki seni her daim seveceğim." dedim. Josh'ın derin nefesleri beni ürktü. Geriye çekildim. At arabasının seslerini duyduğumda pelerinimi giydim. "Görüşmek üzere.Düğünümde.." dedim acıyla. At arabasına doğru yol aldım. Hızla arabaya bindim ve misafirhanelere yöneldik. Prens geleceğimi duymuş olmalı ki bizi kapıda karşıladı. Yaverlerine bizi yalnız bırakmalarını emretti. Prens'in misafirhanesi en geniş olanıydı. İçerideki viski bardaklarına göz aldırmadım. Prens koltuğa oturdu. Bende karşısına oturacaktım ki vazgeçtim ve tam yanına yerleştim. Prens; "Gelmekle çok sevindirdiniz beni Prenses." dedi gülümseyerek. Mütevazı bir gülümsemeyle ona karşılık verdim. "Ah ne demek. Sadece size bir haberim vardı Prens Christian. Size haksızlık ettiğime karar verdim. Ve sizinle evlenmeyi kabul ediyorum. " dedim. Prens'in gözleri neşeyle açıldı. Uzun bir gülücükten sonra ayağa kalktı ve dolaba doğru ilerleyp birer viski koydu.. "Bunu bir viskiyle kutlamalıyız" dedi hevesle.
Bütün dişiliğimi kullanarak ayağa kalktım. Ellerimi önümde buluşturarak kısa adımlar attım. Prensin elindeki bardakları alıp masanın üzerine bıraktım. Ardından kendi sınırlarımı zorlayarak Prensi kendime çektim ve soğuk , sert bedenini kendime çekip ; "Bir öpücükle kutlasak?" dedim en hınzır sesimle. Prens dünden razıymış gibi; "Memnuniyetle." dedi. Ayaklarımın üzerinde yükseldim ve Prensi kendime iyice çektim. Sert dudakları bana oldukça uzaktı. Prens ellerini belime sardı. Bende başını ellerimin arasına alarak Prens'in dudaklarına kendimi bıraktım. Kendimi Kraliçe Lilith'in kızı gibi hissediyordum. Onun aşağılık duygularına sahip olan kızı gibi. Prens genç ve taze bir hevesle beni sıkıca sarmalarken kendimi Josh'ın kollarındaymış gibi düşünmeyi bıraktım. Gelecekteki eşimin kollarında gibi düşünmeye çalıştım. Prens'in sertleşen kısımlarını hissediyordum. Ama onları umursamadan sadece öpücüğe yön verdim. Uzun süre sonra Prens davetkar bir gülümsemeyle geriye çekildi. Kızsal bir işveyle kıkırdayarak yanından geçtim. Prens hınzırca gülümseyerek arkamdan geldi. Yapacaklarımız çok basitti. Melek tablolarının önünde durdum. Prens tam arkamdan gelip bana sarıldı. Kalçamdaki bacaklarını hissediyordum. Başımı yana yatırdım. Prens bana gülümseyerek baktı. "Çok güzel bir gülümsemeniz var Prens Christian." dedim işveyle. Prens Christian uzun bir kahkaha attı ardından; "Çok etkileyici bir dişiliğiniz var Prenses Ophelia. Bana şuan şuracıkta 'Dünya 4 köşelidir' deseniz inanabilirim." dedi. Uzun bir gülüşmenin ardından düğün mevzubahisi açıldı. Prens; "Düğünümüzün bu haftasonu olması mükemmel olur." dedi sabırsız bir biçimde. Prens'in baktığı pencereden gözümü ayırdıktan sonra düşündüm. Ellerimi göğsümde birleştirirken; "Olabilir. Ama davetiyeler ve mekan. Bilemiyorum. Bugün günlerden pazartesi. Pazara yetişirmi Prens Christian?" dedim. Prens Christian birkaç hesap yaptı. "Siz isterseniz neden olmasın?" dedi gülümseyerek. Belkide kendimi zorlarsam Christian'dan hoşlanabilirdim. Josh'la olan geçmişimi siğneğe çekebilirdim. Göz ucuyla Prens'in gözlerine baktım. Prens'in gri gözleri ateş doluydu. Gençlik ateşi ya da Aşk ateşi. Birkaç saatin ardından Prens Christian ile saraya döndük. Yol meşakatli ve uzun gelmişti ilk defa. Büyük salonda bütün herkes toplanmıştı. Yaverler , yardımcılar , ordu mensubları , din / siyaset mensubları. Babamın huzuruna çıkarken herkes önümüzden çekildi. Prens Christian'ın koluna girdim. Babam şaşkınlıkla beni süzüyordu. Referans yaptıktan sonra neşeyle babama baktım. "Kral Alexandre. Prens Christian ile evlenme kararı aldık. Ne diyorsunuz?" dedim. Babamın yüzündeki gülümseme paha biçilemezdi. Annem ise korkuyla titremişti. Ona sinsi bir bakış attıktan sonra aynı hevesle babama döndüm. Babamın gülümsemesi odayı aydınlattı. "Umarım mutlu ve uzun ömürlü bir izdivac olur kızım." dedi gülümsemesi artarken. O gece sarayda büyük bir şölen düzenlendi. Halk davetliydi. Herkes , bütün ingiltere saraya dolmuş ve taşmıştı. Herkes mutluydu. Kim bilebilirdi ki Prensesleri onların sonunu getirecekti??
Bütün gece sabaha kadar kabuslar görmüştüm. İhanet ettiğim insanlar beni rahat bırakmıyorlardı. Hannah sürekli ağlıyordu. Karnımda bir bebek vardı. Karnımı yırtıyordu. Siyah saçlı bir erkek çocuğu görüyordum. Bana sinirle bakıyordu. Karnıma bir bıçak saplıyordu. Mavi gözleri alevle parlıyordu. Uykumdan , zehir olan uykumdan, uyandım.Sabah 6 sularıydı. Başımı kenara attım. Göz kapaklarım ve dudaklarım titriyordu. Karnımı tuttum. Heryerim uyuşmuştu. Odamdan dışarı çıkmadım o gün boyunca. Terziler gelinliğimle uğraştılar. Bütün gün ayakta beklemiştim. Heryerim ağrıyordu. Sürekli biryerlerime batan iğneler canımı yakıyorlardı. Hannah beni gülerek izliyordu. Bende ona bakarak kendi halima gülüyordum. Başımı sancılar saplıyordu. Günlerden Salı'ydı. Saat gece 10 sularında büyük bir et parçasıyla kendimi doyurmuştum. Karnım ağrıyordu. Yatağa girdim. O sırada camımdan içeri Josh girdi. Heyecanla titredim. "Senin ne işin var burada?" dedim şaşkınlıkla. Josh gözlerini bana çevirmeden; "Buradan gidiyorum. Ama onun öncesinde sana söylemem gereken birşey var." dedi. Dikkatle yerimde doğruldum. Ellerimi dizlerime dayadım. Josh ; "Sana aylardır yalan söylüyordum Ophelia. Ben sade bir yaver değilim. Ben Josh Vladislav'ım. Sen beni Josh Crownie olarak tanıyorsun. Ama baban gerçeği biliyor. Ben İspanyol Prensi'yim. Beni hep değersiz bir yaver olarak hatırlamanı istemem. Belki birgün biryerde görüşürüz Prenses Ophelia." dedi ve alnımdan öptü. Ardından penceren atlayıp geceyle beraber kayboldu. Burnumu çekene kadar ağladığımı farketmemiştim. Büyük gözyaşlarım gecenin ferah esintisiyle yüzümü bir tokat gibi yalayıp geçiyordu. Yaklaşık 12 yaşından beri tanıdığım adam Josh bir prens'miydi. Orası teferruattı. Benim tek düşündüğüm. Onun bana yalan söylemesiydi. Sessiz hıçkırıklarımla yataktan doğruldum. Uçuşan perdelerin arasından geçip pencere'den dışarı sarktım. Çoktan gitmişti. Esinti bir terkedilmişlik yaratmıştı. Şimdi dün sabah onu nasıl kırdığımı , parçaladığımı anladım. Gitmek kolaydı. Kalmak zordu. Ben gitmeyi seçmiştim. Ama yaptığım hırs beni karanlık bir küreye hapsetmişti. Şimdi Josh yoktu. O gitmişti. Ben.. Ben ise burada kalmıştım. Aşkımız sarayın koridorlarında dolaşıyordu. Kendimi dışarı attım. Üstüme etekleri kabarık olmayan bir elbise giydim. Pelerinimi ve yürüyüş ayakkabılarımı giydikten sonra odamdan hızla çıktım. Saraydan çıkmam kolay oldu. İlerledim. Nereye gittiğimi bilmezcesine ilerledim. Ayaklarım beni herhangi bir yere götürüyordu. Daha sonra nereye gittiğimi anladım. Misafirhanelere gidiyordum. Tek sığınağım olan Prens Christian'a gidiyordum.Yaverler kendi evlerindelerdi. Prens misafirhanesinde yalnızdı. Gecenin 3'ü olmasına rağmen ışık açıktı. Kapıyı tıklattım. Prens kapıyı açınca şaşkınlıklar içinde; "Prenses Ophelia?" dedi. Kendimi içeri attım. Prens'e sımsıkı sarıldığımda Prens şaşkınlıkla sarılışıma karşılık verdi. Ağlıyordum. Bir prensese yakışmayacak şekilde ağlıyordum. Hıçkırarak. Hüzünle. Prens; "Ophelia'm. Ne oldu sana. Ne yaptılar?" dedi merakla. O an anlamıştım ki Prens Christian'ın hırs dolu , sinsi , karanlık ve alaycı kişiliği sadece bir maskeydi. O aslında en nacizane insanlığa sahipti. Prens'e sıkıca sarıldım. "Christian. Ben dayanamıyorum. Herşey o kadar zor ki. İnsanlar çok gaddar. Duygusuz ve yontulmamış. Ömrüm boyunca birkere annemin beni sevdiğini görmedim. 16 yaşındayım. Ama yaşıma göre berbat şeyler yaşıyorum. Lütfen. Kurtar beni bu hayattan." dedim inleyerek. Prens beni biraz geri çekti. Gözlerimden akan yaşları sildi. Alnıma bir öpücük kondurmak için eğildi. Soğuk dudakları beni kendime getirmişti. Kadife gömleğine dokundum. Alnımı göğsüne yasladım. Prens beni sıkıca sardı. Kolları kendimi güvende hissetmemi sağlamıştı. Prens başımı sıvazlarken ağlamaya devam ettim. Prens; "Ophelia. Kraliyetten olmak böyle birşeydir. Sevgi asla olmaz. Bağlar asildir ama saygın değildir. Bende 24 yaşındayım. Babamın beni sadece varisi olmam sebebiyle sevdiğini biliyorum. Ama seni temin ederim ki hayatın boyunca tatmadığın kadar sevgiyi benim kollarımda , benim kıymetli eşim olduğunda tadacaksın. İstediğin herşey senin olacak. Kalbim. Ve bütün herşeyim." dedi güven verircesine. Prens'e aşık değildim. Ben Josh'ı seviyordum. Ama Josh Crownie'yi. Aslında o olmayan onu. Fakat Christian beni ömrü boyunca bırakmayacak sadık bir eşti. Prens'in önerisi üzerine onun yatağına doğru ilerledim. Yorganın içinde kıvrılırken bacaklarımı kendime çektim. Prens tam gidecekken; "Christian. " dedim arkasından. Christian bir an durdu. Yavaş hareketlerle gülümseyerek bana döndü. Yatağa yaklaştı; "Söyle Prensesim." dedi anlayış dolu bir sesle. Gözlerimi kapatmadan önce; "Benim yanımda yatarmısın? Yalnız kalmak istemiyorum. En azından bu gece." dedim. Prens memnuniyetle yanıma geldi. Karşıma yattı. Prens'in ellerini kendi ellerimin içine aldım. Ellerini kalbime bastırıp önemli birşey saklıyor gibi ona gömüldüm. Prens'in soğuk teni daha önceki gibi güven veriyordu. Kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissettim. Ardından geçen gün Hannah'ın bana yaslandığı gibi prense yaslandım. Prens kolumun üstünden kolunu geçirip ellerimi tuttu. Birlikte nefes alıp verirken uykuya dalmayı sabırla bekledim. Prens hiç olmadığı kadar insaflı ve yürekli biri gibi gelmişti gözüme. Belkide beni bu kötü oyunlardan çekip alabilirdi. Ben daha 16 yaşındaydım ve gördüklerim en az 30 seneme bedeldi. Yaşadıklarım hergün ömrümü yiyordu. Ruhum yaşlıydı. Prens başını saçlarıma yasladı. Prense iyice sokuldum. Ardından; "Hep yanımda kalın Prens Christian." dedim güçsüz sesimle. Prens boynuma tatlı bir öpücük kondururken titredim. "Hep yanındayım Ophelia. Seni asla yalnız bırakmayacağım." dedi Prens Christian. Gecem bir anda değişti. Saat 4 civarıydı. Uyku beni ele geçirdi. Gözlerim yavaşça kapanırken arkamda benimle aynı şekilde nefes alan Christian vardı. Ve en iyisi de Christian benim huzurla uyumama yardımcı oluyordu.
Özel Bir Rp'mdir. Puanlandıktan sonra silinsin lütfen. ^^
| |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: E u n i c e¨ Salı Haz. 01, 2010 10:50 pm | |
| Astronomi Profesörlüğü rütbesi doludur. İsterseniz Mitoloji profesörlüğünü verebilirim. | |
|
Natalie Rmsky
Gerçek İsim : Su. Mesaj Sayısı : 86 Kayıt tarihi : 14/03/10
| Konu: Geri: E u n i c e¨ Salı Haz. 01, 2010 11:03 pm | |
| | |
|
George Crownie Hogwarts Müdürü
Gerçek İsim : umut. Mesaj Sayısı : 1989 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 32 Lakap : geo.
Karakter Bilgileri Rol Puanı: (100/100) Patronus: Mantikor
| Konu: Geri: E u n i c e¨ Salı Haz. 01, 2010 11:08 pm | |
| | |
|