Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Merhaba

Foruma Hoşgeldiniz

Kayıt Olduktan Sonra Rütbe Seçmelisiniz. Ve Daha sonra Lejant Oluşturmalısınız;
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapKapı

 

 Bar

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Alexandra Austine

Alexandra Austine


Gerçek İsim : Esra.
Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 13/08/09
Lakap : Alex, Lex.

Bar Empty
MesajKonu: Bar   Bar Icon_minitimeÇarş. Şub. 10, 2010 5:30 am

Hogsmeade’de, postanenin hizasındaki izbe yan sokağa saparmışsanız, eski bir hanın gerisinde görebileceğiniz bir bardaydım. Renkleri solgun, çürümüş bir tabelayı sokağın başından görebilirdiniz. Birkaç adım daha yaklaşırsanız, pas yüzünden kızıl, demir bir çubuktan sarkan siyah tabeladaki resmi seçerdiniz. Altındaki beyaz örtüye kanlar akıtan bir yaban domuzunun kafası. Hayatınızda işlediğiniz en büyük günah sihir tarihi sınavında kopya çekmek değilse, vejetaryen değilseniz ve asanızı da bir yerlerde unutmadıysanız içeri girmeyi düşünebilirdiniz. Yeterince çılgınsanız - ya da cesur ve ya daha gerçekçi olursak aptal, nasıl isterseniz öyle adlandırın - içeri girip çoğu sabıkalı bu insanların arasında adrenalin için bir şeyler içerdiniz ki bu sizin büyük ihtimalle heyecan ya da kaçak içki arayan bir Hogwarts öğrencisi olduğunuzu gösterirdi. Yok, eğer siz de o sabıkalılardan biri idiyseniz, el altından ticaret yapardınız, ejderha, sfenks gibi tehlikeli yaratıkların yumurtaları, sahte bakanlık rozetleri, kilit büyülerine karşı ıvır zıvır alır ya da onları satardınız belki, belki de müşteri arardınız. Ya da normal bir insandıysanız, ne yaptığınızın farkındaydıysanız ama bunalmıştıysanız ve sakin bir yerde, kimse size ilişmezken içkinizi içer, cumbalı pencerelerden boş sokağa bakarak hayatınızı gözden geçirirdiniz.

Muggle otellerinden birinde tuttuğumuz, küçük bir daireye benzeyen süitin oturma odasındayım, şu televizyon denen aygıtı seyrediyorum, derste anlatıldığından daha eğlenceli. Animal Planet. …Su kaplumbağalarının göç yolları… Ayaklarımı toplamışım, yastık kucağımda duruyor ve mini barda bulduğum fındıklardan atıştırıyorum. “Bir bar almalıyız.” Kardeşimin ne söylediğini anlayamıyorum ilk önce. … yumurtalarını kuma gömen caretta carettalar… Kumandadaki kırmızı düğmeye kapatıp televizyonu susturduktan sonra, oturduğum krem rengi deri koltuğun eşi başka bir koltukta oturan büyücüye dönüyorum ilgiyle. Artık dolandırmak zorunda değiliz, son dolandırıcılıktan aldığımız para bize uzun süre yeter ama, çoğunluğun aksine, işimi seviyorum ve sırf eğlenmek için de bara gitmek fena bir fikir değil gibi. Küçük çaplı dolandırıcılar – gün sonunda birkaç galleon ve birkaç bardak da içkiye razı olanlar – için barlar, cennet gibi yerler. “Küçük birkaç şey mi yapacağız?” Hayır, yapmayacağız, bunu onun dudaklarının kıvrılma şeklinden biliyorum, ya çok zekice ya da çok aptalca bir fikri var. Merlin, lütfen ilki olsun!

Eğer gerçekten, gerçekten çılgınsanız, dolandırıcılık yaparak biriktirdiğiniz paralardan biraz alır, yanınızda güzel, genç bir kadınla gecenin bir yarısı, içerideki katillere, ölüm yiyenlere ve benzerlerine aldırmayıp dükkanın yaşlı, cimri sahibinin karşısına çıkar, havadan sudak konuşur, sohbetiniz esnasında, parayı bankaya bırakmaya zamanınızın olmadığını ve yanınızda getirmek zorunda kaldığınızı söyler, bir grup kaçakçının rakipleri sürekli iş yaptıkların yere bir saldırı olacağına dair aslında olmayan bir dedikoduyu paylaşır, yanınızda gelen o güzel kadın sayesinde kaçakçıların –aslında bir anlamı olmayan ama konuyla bağlantılı düşünüldüğünde öyleymiş gibi duran - konuşmalarına kulak misafiri yapar ve hikayedeki boşlukları kendisinin doldurmasını sağlarsanız, aslında öyle bir niyeti olmayan adama dükkanını, değerinin altında bir fiyata sattırırdınız.

Eh, barla ilgili her şey, beklediğimden daha kolay olmuştu. Dükkanın eski sahibi, aslında çetelerin olmadığını öğrendikten sonra bakanlığa başvuramamıştı, bunun için kullandığımız hikayeyi, neden korkup dükkanı sattığını onlara anlatması gerekirdi ki bunun için de, Domuz Kafası’nda dönen kirli işlerden bahsetmesi gerekirdi. Bu da onu, bizimle beraber Azkaban’a koyardı.

Bu barı satın aldığımızda Tony ne düşünmüştü, burayı almayı neden istemişti, bilemiyordum. Dört yıl sonra bile elimde tahminlerden daha fazlası yoktu. Ama tezgahı dalgınlıkla silerken, burayı almayı neden istemiş –hiç değilse neden Tony’nin isteğini karşı çıkmamış - olduğumu biliyordum en azından. Hayatımın akışını değiştiren şeyler olurken ben hep bir bardaydım. İlk numaramı – Kızı bul, klasik bir başlangıç. Biri kız olan üç iskambil kağıdı alır, hızla karıştırır ve seyirciden kızın nerede olduğunu bulmasını istersiniz. El çabukluğu kullandığınız için asla bulamazlar. – bir barda öğrenmiştim, Hogwarts mektubumu bir barda almıştım, ilk erkek arkadaşımla ilk seferim bir barın tuvaletindeydi, ilk büyük çaplı dolandırıcılığımı, bir haftalık hazırlık sürecinden sonra bir barda bağlamıştım, eh, bir dolandırıcılığı ilk batırışım da bir bardaydı, bir barda evlenememişsem bile – töreni yönetmeyi kimse kabul etmemişti- evlilik teklifimi bir barda almıştım, tekliften dört yıl sonra boşanma evraklarını alacağım yerde. Yirmi yedi yıl boyunca, evim diyebildiğim tek yer de bir bar olmuştu. Ama şimdi, uzun bir aradan sonra, Domuz Kafası hep hayalini kurduğum ev olmasa bile – ondan iki kat, iki salon, dokuz oda ve bir havuz eksikti - bir yere ait olduğumu, yuvama döndüğümü hissediyordum.

Bir şeyler yapmış olmak için tezgahı silmeye başladım. Domuz Kafası’nda değiştirdiğimiz az sayıdaki şeyden biri temizlik koşullarıydı. İnsanlar, bara kendi bardaklarını getirmeyecek kadar güveniyorlardı, artık içeri girdiklerinde bir toz bulutu da havalanmıyordu. Yine de ortamı pek fazla değiştirmemiştik, sadece birkaç büyüyle barı genişletmiştik. Kaba tahta masalar ve eskimiş parke, hala duruyordu. Eh, suçlularda da pek bir azalma olmamıştı, bizim gelişimizden sonra bara takılan dolandırıcıların sayısı artmaya başlamıştı hatta. Garip olan, suçluları idare etmenin tahminimden daha kolay olmasıydı, kimseye buluşmuyorlardı genelde, hesaplarını ödüyor hatta bahşiş de bırakıyorlardı. Meslektaşlarım, zaman zaman bardaki Hogwarts öğrencilerinden küçük numaralarla para kopartabiliyorlardı –aslında onu bazen Tony’le ben de yapardık - ama uyarıldıklarında durmasını bilirdi onlar da. Parayı seviyor olabilirdik ve onu elde etmek için izlediğimiz yol alışılmadık olabilirdi ama bu, canavar olduğumuz anlamına gelmezdi.

Sarhoşların ve bana asılanların, eski Azkabanlılardan daha çok sorun yaratacağını tahmin etmemiştim, Tony bile edememiş olabilirdi. Bana doğru yalpalayarak gelen büyücü, ilk iki grubun da bir örneğiydi işte, benden iki üç yaş genç olmalıydı, kumral saçları dağılmıştı ve bir quaffledan daha az kırmızı sayılmazdı. “Güzelim, sana bir bira ısmarlayabilir miyim?” dedi bir an devrilmesinden korktuğum maşrapasını tezgaha yerleştirirken, bu esnada da sol elinde parlayan altın alyansı fark ettim. *Kahrolası herif evli!* Bu da, ona başıma gelenleri açıklayıp neden erkeklerle –ya da kadınlarla, her neyse işte- artık ilgilenmediğimi tatlılıkla izah etme olasılığımı ortadan kaldırıyordu. Eh, uzun yıllar biriktirdiğim parayı alarak kaçan o adamı anlatmaya da pek hevesli değildim zaten. Yine de bu adamın evli olması kötü bir şey sayılmazdı belki. Eğer şu anda onu dolandırıp birkaç galleonunu alsam, bu suç işlemişten çok ceza vermiş olmaz mıydım? Kadın dayanışması falan? Dürüst bir adamı dolandıramazdım ama dürüst adamlar eşlerini aldatmazdı. Ve eşlerinin uğraşıp biriktirdiği parasını alıp Rio’ya kaçmazlardı da. *Ama bunun konumuzla alakası yok.* Adam aç bakışlarla sırıtıp cebinden bir galleon çıkartırken ben de tatlılıkla gülümsedim. Küçük Alexandra birazdan oyun parkına dönüyordu. En son bir hafta önce Tony’le beraber nispeten büyük çaplı bir dolandırıcılığa girişmiştik. Küçük dolandırıcılıklar karnınızı doyurmazdı ama açlığınızı bastırabilirdi.

Kollarımı tezgaha yaslayıp büyücüye doğru eğildim. “Adın nedir, tatlım?” Küçük bir çocukla konuşuyormuşçasına bu soruyu sorarken altın galleonu sol elimin işaret ve orta parmağı arasına aldım, sonra hızla orta-yüzük, yüzük-serçe arasına geçirdim. “Sam.” Büyücü boğuk bir sesle cevap verdiğinde hala oynamaya devam ediyordum. “Bu kadar paylaşımcı olman çok güzel bir şey Sam.” Sesimin gerçekten iltifat ediyormuşum gibi, ciddi çıkmasına dikkat ettim. “Ama daha iyi bir fikrim var.” Yukarıda kahve içmek gibi saçma şeyleri aklına getirmesini engellemek için arayı kısa tuttum. Havaya atıp yakaladığım galleonu tezgaha bıraktım, solda duran plastik, koyu renk bir bardağı aldım ve galleonun üstüne kapattım. “Parayı buradan bardağa dokunmadan ve sihir kullanmadan alamazsam ben sana bir bira ısmarlarım. Ama alabilirsem, yüzde otuz bahşiş bırakıp evine dönersin, tamam mı?” Dünyadaki en iyi teklifi yapmışım gibi güvenle gülümsedim, o da dünyadaki en iyi teklifi almış gibi gülümsedi. Ne düşündüğünü bilmiyordum, Freud hakkında pek bir bilgim de yoktu ama beyninin boşlukları kafasına göre doldurduğunu biliyordum. Ne düşündüğünü önemsemiyordum, içtiği o kadar biranın yüzde otuzu, hiç olmazsa mesleki tatminime yetecek kadar fazla olmalıydı.


“Harika.” diye mırıldandım bu sefer yüzüme iyice yayılmış bir gülümsemeyle. Sağ elimi tezgahın altına, bardağın denk geldiği noktaya götürdüm, çeyrek dakika kadar sonra büyücünün şaşkın bakışları altında, avucumun içinde parlayan altın parayı tezgahın üstüne çıkartıp büyücüye doğru tuttum. “Sen- sen tezgahına bir delik mi açtın?” Şirin kız görüntümden kurtularak, gözlerimde olduklarından emin olduğum şeytani bir parlamayla beyaz dişlerimi gösterdim ona. “Aslında daha çok bir bölme gibi. Burası benim, sersem. İstersem canlı müzik diye kahşin çıkartırım.” Kızgın ve şaşkın görünen adam, tam beklediğim şeyi yaptı. Yeşil bardağı kaldırdı ve içinde bir paranın durduğunu görünce daha da şaşırdı. Şaşkınlığından ve reflekslerimden yararlanarak galleonu aldım. Siparişleri yazıldığı not defterini almak için arkaya döndüm ve adamın sayfasını koparttım ve ona doğru dönerken okumaya başladım. “On galleon hesap, üç bahşiş. Birini buradan düşüyorum.” Elimdeki iki galleonu, tezgahın altında duran kasanın çekmecesine koyarken sırıttım.

Kollarımı tezgaha yaslayıp büyücüye doğru eğildim. “Adın nedir, tatlım?” Küçük bir çocukla konuşuyormuşçasına bu soruyu sorarken altın galleonu sol elimin işaret ve orta parmağı arasına aldım, sonra hızla orta-yüzük, yüzük-serçe arasına geçirdim. *Yanlış yönlendirme.* Tezgahın altındaki sağ elimi usulca kasaya götürdüm ve çekmeceyi açtım. “Sam.” Şıkırtı çıkartmamak için yumuşakça bir galleonu çektim ve iki parmağımın ucuyla iterek çekmeceyi kapattım.

Büyücü asık suratla cüppesinin iç cebinden bir para kesesi çıkartıp homurdanırken yaptığım işi –ikisini de- ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. Yeniden.

Sağ elimi tezgahın altına, bardağın denk geldiği noktaya götürdüm. Bir şeyler çıkartmaya çalışıyormuşum gibi rol yapmaya başladım. Çeyrek dakika kadar. Yumruk yaptığım parmaklarımı gevşetince uzun zamandır elimde duran altın parayı yeni almışım gibi yaptım. Sonra büyücünün şaşkın bakışları altında, avucumun içinde parlayan altın parayı tezgahın üstüne çıkartıp büyücüye doğru tuttum.

Sağ elimin parmaklarımı kıvırcık saçlarımın arasından geçirirken meşgul olmayan elimle adamın verdiği galleonları aldım. Altın paraları kasaya koyduktan sonra sağ elimde adamın omzunu sıvazlayarak, “A, üzülme o kadar, herkesin başına gelir.” dedim bu sefer apaçık alaycı bir gülümsemeyle. Elim saçımdayken biraz sıkınca normaldekinden daha fazla kopmuş birkaç kahverengi, kıvırcık, ince saç telini adamın pelerinine, hiçbir dikkatli eşin gözden kaçırmayacağı şekilde yerleştirdiğimden emin oldum böylece. Eşinin, kırmızı suratlı kocasının ne yapmaya çalıştığını bilmeye hakkı vardı. Gerçi benim eskime göre, Sam yine de melek sayılabilirdi ya üç galleonla yırtamamalıydı bundan. Büyücüyü kapıya kadar geçirdikten sonra birkaç büyüyle kapıyı kilitledim, elime aldığım bir mum hariç tüm ışıkları söndürdüm ve üst kata giden ilk birkaç merdiveni çıktım. Başımı geriye, yola bakan pencereye çevirdim duraklayarak. Öğle vardiyasını bitirdikten sonra ortadan kaybolmuştu Tony. Hayır, onun için endişelenmiyordum. Ona bir şey olmazdı ama merak etmiştim işte. *Eh, her neredeysen büyük kardeş.* diye düşündüm. * Umarım benim kadar eğlenmişsindir.*
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ateş Oku RPG ~~ Hogwarts :: Genel :: Hogwarts Geçmişi-
Buraya geçin: