Eğer bir anneniz ve babanız yoksa, kalacak yer konusunda da sınırınız yok demektir. Ailenizden size kalan o yaslı ve boşboş evde kalabileceğiniz gibi, motellerde veya hanlarda da kalabilirsiniz. Carolyn'in birkaç haftalık tercihisi ise, yaslı ve yalnız ev yerine insanlık ortası bir han olan; Çatlak Kazan'dı. Tabii yaslı olan tek şey eviniz olmuyordu, yıllar geçmiş bile olsa. Sizin üstünüzde de garip bir hüzün ve çöküntü oluyor, ölecek gibi oluyorsunuz. Ne kadar belli etmese de o da öyleydi şuan. Eliyle kalbini söküp çıkarabilirdi. Hayatındaki en değerli varlıkların ölüm yıldönümün ardından bir hafta geçmiş olmasına rağmen, o yoğun his hâlâ geçmemişti. Dört duvar arasında durmak da pek yardımcı olmuyordu açıkçası. Tüm gün boyunca odaya tıkılması herkes tarafından anormal karşılanmıştı tabii. Cep telefonu sürekli çalıyor, arkadaşları arıyordu. Açtığı birkaç tanesinde de sorulan soru hep aynıydı: 'Nerdesin. Yine bir erkek mi buldun?' Ne kadar sıkıcı ve banal insanlar! Niye hiçbirinin aklına Carolyn'in de üzülebileceği veya ağlayabileceği gelmiyordu ki? Onların düşüncelerinden kime ne, diye düşündü ve yatağından yavaşça kalktı. Daha fazla bunalım havasında takılmak istemiyordu. Hogsmeade'in nimetlerinden faydalanmak lazımdı birazcık da. Üç Süpürge, Domuz Kafası... Ne olursa. Hatta belki de yaşını büyük gösterip bir Ateş Birası bile kapardı, kim bilir? Hızlıca üstünü değiştirmeye başladı. Pijamalarını yarısı bozuk yatağın üstüne rastgele bir şekilde fırlattı ve günlük kıyafetleri olan, mini kot etek ile siyah askılı kıyafeti giydi. Çantasını karıştırıp telefonunu falan kontrol ettikten sonra kapıyı hızla çarpıp dışarı çıktı.
Yürümek, yürümek, yürümek... Bu kadar basit bir şeyin bile bir insanı rahatlatabileceği kimin aklına gelir? Anneymiş, babaymış... Hepsi uçup gitti verdiği her nefesle beraber. Kendini rahatlamış ve eski Carolyn olarak hissediyordu. Çözüm bu kadar basitti işte. Temiz hava ve kısa bir yürüyüş. Kendisine geldiğine göre, nereye gitmeliydi şimdi? Sıcak bir içecekten önce, tanıdık ve sevilen bir yer görmek iyi gelir diye düşündü. Hogsmeade'de bu tanıma harfiyen uyan tek yere doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Bağıran Baraka'nın çevresini saran çitlerle arasında 10 metre olmasına rağmen, Bağıran Baraka'daki hareketi sezebiliyordu. Bir his gibi... Adımlarını büyüttü ve hızlandırdı. Çitin yanına vardığında camın arkasındaki slueti gördü. Git gide sluet netleşiyordu. Bir çocuk... Uzun boylu, kaslı. Öyle kaslı ki, bu kadar uzaktan bile belli oluyor. Esmer, evet. Tanıdık bir sima. Kim olduğunu çözmeye çalışırken, farkında olmadan sanki garip bir güç tarafından çekiliyordu barakaya doğru. Çitin neresinden geçtiğini bile fark etmeden -büyük ihtimalle açık bir nokta vardı- barakaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Çocuk da kendisine bakıyordu. Barakanın kapısına vardığında gözünü camdan ayırdı ve kapıdan içeri girdi. Merdivenleri çıkarken çocuğun kim olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Çocuğun olduğu kapıyı araladığı anda çocuğun ismi aklına geldi ve biraz yüksek bir sesle "Aragorn" deyiverdi.
Refleks olarak ağzını kapatmak için eli ağzına gitse de, son anda kendisini kontrol etti ve kollarını vücudunun iki yanında serbest bıraktı. Yavaşça odanın ortasına doğru ilerlemeye başladı. Evet, Aragorn. Bu çocuğu iyi biliyordu. Bir üst sınıfıydı. Okulda herkes onun hakkında çapkın, hovarda, playboy diye konuşup dururdu. Daima ilgisini çekmişti Carolyn'in. Ama tanışmak için hiçbir girişimde bulunma gereksinimi de duymamıştı. Kolay elde edilebilen biri gibiydi zaten. En azından herkes öyle anlatıyordu, ne kadar doğru bilinmez... Belki de bu yüzden hiç uğraşmamıştı. Ama şimdi karşısındaydı işte. Okulun popüler çocuğu, Slytherin Quidditch Kaptanı... Carolyn'in yüzüne, eski zamanlarda çok sık kullanmış olduğu bir gülümseme yayıldı. Öksürerek boğazını temizledi ve çocuğa doğru bir adım attı. "Hey"